22 Ekim 1955 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 30

22 Ekim 1955 tarihli Akis Dergisi Sayfa 30
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Konserler İstanbul'da bir pazar konseri" Ljubijana Filarmonisi Vıyolorııstı Ru- pei, Mendelssohn'un Mi Mi Konsertosunu çalacaktı. , Pazar sabahları olduğu gibi -bir let bulmak ümidiyle gelenlerle dolup ta- şardı. Zira, bilindiği gibi İstanbul müzik- severlerinin batı musikisi ihtiyaçlarını tatmin edebilecek en yakın, vasıta Şehir Orkestrasının Pazar konserleridir. rçi, yer temini biraz zahmetli ol- Tepebaşındaki varında satılır. Hafta arası oraya gitme zahmetine katlanmayanlar veya bu firsa- tı bulamayanlar, ümitlerini Pazar sabah- larına saklarlar. Bilet kalmışsa sıraya gi- dilip, bir hayli bekledikten sonra arkada veya yanlarda bulunan yerlere razı olu- nur. Şayet yer yoksa, etrafta tanıdık çeh- reler aranır; bazan fazla bileti olan bir dosta tesadülf edilir. Aksi halde, o hafta- ki konseri feda etmek veya eve gidip radyoda dinlemekten başka çâre yoktur. Orkestranın repertuarı pek ağır tempo- da genişlemektedir. Musiki âleminin en «popüler» sayılan eserlerinden bir çoğu henüz İstanbul'da icra edilmemiştir. Bun lardan birinin çalınması - Haydn'ın pek tanınmış bir senfonisi de olsa - iftihar vesilesi olur ve «İstanbulda ilk defa» lındığı ehemmiyetle belirtilir. Bu halin bir bakıma da (memnuniyet verici oldu- ğu inkâr edilemez:. Zira en sık tekrarla- nan eserlerin bile mükemmel icralarını verebilmekten uzaklarda olan bir orkest- raya yeni eserler yüklemek, icraların ka- litesini düşürmek gibi bir netice husule getirebilir «İstanbul Şehir Orkestrası bir «Heri nasıl çalar?» diye bir sual sorulduğu far- zedilse, bunu cevaplandırmak her halde kolay olmayacaktır. Filhakika - seyrek de olsa - baran, hemen: hemen kusursuz, ba- tı âleminin büyük orkestralarını hatırla- tabilecek kadar olgun ve dinleyicilerde gerek şefe, gerekse orkestraya karşı hay- ranlık uyandırabilen icralara tesadüf et- mek ümkündür Fakat bu hal «sürpriz» tesiri yapar, nkü orkestranın norma neticelerinin çok üstündedir. Nitekim, geçen hafta Pazar konserin- de de bu durumu müşahede etmek müm- kündü. Program, garip bir tezat içinde, gelişi güzel hazırlanmıştı: Biri klâsik, di- ğeri romantik iki bestekârı - Mozart ve Mendelsshn'u - Debussy'mun empresyo nist müziği takip ediyor, dinleyici bu e serin büyüleyici atmosferinden henüz sıyrılmadan, kendini Liszt'in İkinci Ma- car Rapsodisinin gürültüsü içinde bulu- yordu 80 MUSİKİ Çalınan eserler İ Mozart'ın «Prague» Senfoni- . Bestekârın belki en derin ve derinliğinin ifade edilmesi de en — güç senfonisi... Bunu ele almak için hiç de- ğilse teknik güçlüklerin aşılabilmesi lâ- zımdı. Halbuki, orkestranın yaylı sazları bile - hattâ kendi aralarında - intibak e- demiyorlardı. Mütereddid, cılız seslerle eserin bütünlüğünü ihlâl etmek söyle dursun; hissettiremediler. Kemana yeni başlayan talebelerin çıkardığı sesler ha- tıra geliyordu. Sankı orkestra eseri sadece «okumakta» idi. Öyle ki, Prague Senfo- nisini İlk defa dinleyen bir kimse eserin .ihtişamından, azametinden tamamiyle ha bersiz kalabilirdi. İlk — eser, İkinci muvman, salondakilerin uyku- sunu getirecek kadar yeknesak bir tem- poda icra edildi. Son kısım tam bir kar- gaşalıkla neticelendi. Bütün nefesli sazlar tereddüd içinde bocaladılar. Yaylılarda sık sık kaymalar görüldü. Bu arada bir dinleyici, yanındakine «Acaba Cemal Re- şit, kendısı hu icrayı beğendi mi?» diye soruyo Mendelssohn'un Keman Konsertosu- na. misafir bir viyolonist - afişlerden an- laşıldığına göre Ljubjana Filarmonisi vi- yolonisti - olan Rupei, solist olarak işti- rak etti "Bir orkestra üyesinin Mendels- sohn'un Konsertosunu bu kadar icra etmesi belki pek garipsenmeyebilir- di. Çünkü eser. n repertuarının en güç konsartolarından biriydi. Ancak, so- list, adı geçen orkestranın herhangi bir viyolonisti değil de konzertmeister'i ise kendisinden çok daha iyi bir icra bekle- mek tabii idi. Her ne olursa olsun, Ru- pei, orkestra üyelerinin büyük konserto- ları denemelerinden doğabilecek mahzur- ları bir defa daha ortaya koymuş oldu. Mütereddit çalıyordu. Belki iyi hazırlan- mamıştı anz'ın içinden çıkabilmek için bir hayli mücadele etti ve bunu az çok başarabildi. İkinci kısım, eserin en kolay muv- manı olduğu halde yer yer hatalar ve bocalamalar içinde devam etti. Finalde ise lüzumsuz bir vibrasyonla giriş cüm- lelerinin bütün mânası kayboluvor. fakat solist sonradan eserin ciddiyetini idrak ederek düğer viyolonistlerin aksine. lü- zumsuz bir sürate kaçmıyordu. — Yegâne takdir edinebilecek hususiyeti de buidi onserin ikindi varışı ise, tamamen başarılı addedilebilirdi. Cemal Reşit Rey'- in Fransız musikisindeki «kendine has» anlayışını ileri sürenlerin vanılmadıkları, «Prelude a 1'apres midi d'un faune» un olgun icran ile bir defa daha isnat edil- miş oldu. Üstelik .orkestra — Debussy'nin cazip renklerle dolu olan bu eserini ilk defa icra ediyordu. Çok iyi hazırlanmış- tı. Bilhassa nefesli sazların sololarında kavda' değer hiç bir kusur — görülmedi. Temponun .biraz süratli olmasına rağ- men eser, donuk, yumuşak atmosferini i- fude eden bir anlayışla Sora edildi. Şef, Liszt'in ikinci Trapsodisine de şahsiyetinden bir çok şeyler katmış adde— dilebilirdi. Canlı, renkli bir icra... İyi çalışmış bir orkestra... Gösterişli değil, dikkatli bir anlayış konserdekilere olgun bir Macar Rapsodisi dinletti... Orkestralarımız ne âlemde? B onserin de fazlasiyle belirtti- ği gibi, İstanbul Şehir Orkestrasının pek çok noksanı mevcuttur. Bazı tecrü- beli üyeleri olmasına rağmen, bu toplu- luğun muhtelif saz guruplarından — hiç biri tamamiyle gelişmiş değildir. Bir Sen- fonik orkestranın temeli, esası addedilen yaylı sazlar, kendi aralarında intibak hu- susunda bile başarı gösteremiyorlar. Ne- fesli sazların ise sadece bir iki temiz çalabilmektedir. Ayrıca, üyelerin çoğunun kullandıkları sazların kaliteleri iyi değildir Bu noksanların giderilmesini bekle- mek bir yana... Orkestra, bugünkü du- rumu ile ele alındığı zaman, iyi hazırlan- dığı bir eseri başarmasının imkânsız ol- madığı görülmektedir. Bir saz bir falso yapar, beş falso yapar, nihayet onuncu- da ister istemez doğru sesi vermeğe mu- vaffak olur. Nitekim, bazan icrası güç o- lan eserlerden iyi netice alınabilmesi de bu hususu ispat ediyor. O halde prog- ramlar hazırlanırken bunların muhteva- sı üzerinde daha fazla durulması, daha u- zun müddet prova yapılması her halde dinleyicilere «daha iyi musiki» temin e- debilir. Halbuki İstanbul Şehir Orkest- rasının bu günkü durumu, iyi kötü ça- lınabilen veya okunabilen bir eserin kon- ser için kâfi derecede hazır addedilmek- te olduğunu düşündürüyor... Bu husus- ta sarfedilecek asıl gayret ve rahmet de tabiativle orkestra şefine, Cemal Reşit Rey'e düşmektedir. Ancak teknik bakım- dan temiz icralar dinleyebildikten sonra, bunların ifade ve anlavış bakımından tahlilini yapmak mümkün olacaktır. Opera orkestrasını hariç tutarsak, bu ün * memleketimizde «Senfonik Orkestra diyebileceğimiz iki topluluk mevcuttur. Bunlardan Ankara, Rivaseticumhur Fi- larmoni Orkestrası noksanlarının büyük bir kısmını telâfi etmiş durumdadır. Ge- rek üyeleri, gerekse intibak kabiliyeti ba- kımından teknik problemlere yol açma- yacak kadar gelişmiş, olgun bir yaylı saz- lar gurubu vardır. Tahta nefesli sazları, umumiyetle bir senfonik orkestraya ki- fayet edebilecek değerdedir. Asıl mesele ise", madeni nefesli sazlar mevzuunda or- taya çıkmaktadır. Bir de, orkestranın de- vamlı olarak, dikkatli ve anlayışlı bir şefin idaresinde çalışmasına ihtiyaç var- dır. Hörner ve Tauber'le geçen zamanın da bir adım ilerleme temin edemediğini kabullenmek lâzımdır. Hülâsa, biraz itina ve takviye ile Filarmoni, Orkestrasından çok iyi netice- ler almak mümkün olacaktır. Nitekim buna benzer noksanlar, opera için ayr- lan orkestraya dışardan bazı sanatkârlar getirtmek suretivle telâfi edilmeğe çalışıl- maktadır. Müzikseverlerde haklı olarak AKİS, 22 EKİM 1955

Bu sayıdan diğer sayfalar: