25 Şubat 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 23

25 Şubat 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 23
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk kadını hislerini, renk ve sanat aşkını elişleri ile ifade etmişti. Şefkatini de hayır işlerinde, yaptır- dığı mimari eserlerde, abidelerde o- yulan ve işlenen taşta ebedileştirdi. Zengin ve mevki sahibi kadınlarımı- zın ölmeden bir hayır işlemek iste- meleri çeşme, sebil, — medrese, cami veya darüşşifa'lar inşa ettirmeleri adeta bir görenek halini almıştı. Türkiyede ilk hastahane de bu su- rette yapılmıştır. Bugünlerde resto- re edilmek üzere bulunan Kayseride- ki bu Selçuk tarzı eser Kılıçarslan'ın kızı Gevher Nasibe tarafından yaptı- . Bu yapı yalnız mimari ba- kımından değil, ifade ettiği zıhnıyet bakımından da büyük ehemmiyet ta- şır. Bu hastahanenin bir tarafında hastalar yatıyor, diğer tarafında da tıb tedrisatı yapılıyordu. Bu suretle talebelerin hastalar üzerinde tatbi- kat yapmaları da mümkün oluyor- du. serler hariç, bütün eserlerde "resim sanatı" na da yer verildiği görül- müştür. Dini eserlerde ise resim sa- natı yerini tezyinata ve nakışa ter- ketmiştir. Bugün, o devirde yaşamış kadın- ların resimleri yoktur. Fakat o ka- dınlar için meydana getirilen eserler- den onlar hakkında çok şey öğren- mek kabildir. Zira bir eseri yaptıran kimse de eseri meydana getiren ka- dar mühimdir. Kadınlar tarafından yaptırılan eserlerin inceliğine diğer- lerinde raslamak mümkün olmamak- tadır. Kadın için çalışan sanatkarın eseri kadın gibi süslüdür, kadın gibi renkli, kadın gibi degışık ve yekne- saklıktan uzaktır. Eski devir sanat- kârı daima kadından . aldığı ilhamla eser vermiştir. Acıklı bir. efsane B azan bu ilhama aşk, en ümitsiz bir aşk karışmıştır. Bazan en Türk Hava Kurumundaki konferans İstikametler İlk darüşşifa da Divrik'te bir Türk kadını, Turan Melik tarafından yap- tırılmıştır İlknazarda yekpare gibi görünen bu yapı aslında üç kısımdan ibarettir. Mimari bakımından büyük bir şefkat ve rikkat ifade eden bir üsluba sahiptir. Zamammıza kadar intikal eden eserler arasında Bur- sa'da Nilüfer Hatun ve Selçuk Ha- tun tarafından yaptırılan köprüler de vardır. Kadının tesiri Eski Türk kadınları yalnız çeşme, sebil, köprü ve cami yaptırmak- ve medreselere de vermişlerdin Ölümden korkmadıklarını ifade eden ve ölümü güzelleştirmeye gayret e- den bir zihniyetle de fevkalade gü- zel türbeler yaptırmışlardır. Dini e- AKİS, 25 ŞUBAT 1956 bir. değil!. güzel bir eserin yanında — en acıkl bir efsaneye rasgelinir. Konferansçı bir an Sus Ses asırların ötesinden gelır gıbı agırlaş- "— Gelin sizinle Tercan'a gide- lim, dedi. Tercandan mahatuna çıkahm Tıpkı yıllarca ve yıllarca ev- vel Humahatunun yaptığı gibi... Hu mahatun ciğerlerinden hasta 1d1 bu- ralara derdine çare aramaya ge elm miş- Tercanın havası bu hastalar için bırebırdı Humahatun derdine çare bulamadı ama büyük bir sanatkâra Şaşı Mufattala rasladı Mufattal çir- kindi, korkunç derecede çirkindi a- ma çok hassas bir kalbi vardı. mahatuna büyük bir aşkla baglandı ve onun için bir köşk, bir köprü ve bir kervansaray yaptı. İçinde bir ala- yı barındırabilecek bir kervansaray, KADIN muazzam bir köprü ve Huma hatu- nu kırk cariyesi ile beraber içine a- labilecek bir türbe... Bu eserler kar» şısında Humahatun belki Şaşı — Mu- fattalın çirkinliğini unutabilirdi, bel- ki de unutmuştu fakat ciğerlerinden hasta olduğunu bir türlü unutamıyor- du elki de bu acı hakikatin tesi- riyle Mufattal ona evlenme teklif et- tiği zaman fena bir şaka yaptı Kırk cariyesine emretti hepsi b murta getirdiler. Humahatun bu kırk yumurtayı birer birer Mufattala yut- turdu. Sonu da: 1, dedı Hıç birinin arasın- da fark var miıy, Mufattal şaşırmıştı Hayır, dedi. Hepsı birdi. — Işte kadınlar da yumurta gibi- dir dostum. Hepsi biribirine benzer. Şu kırk cariyemden hangisini beğe- nirsen, onunla evlenebilirsin. Efsaneye göre Mufattal derhal Humahatunun yanından ayrılmış ve intihar etmiş. Humahatun da bu acı- ya fazla dayanamamış, çok ,geçme- den o da son nefesini vermiş.' Diyar diyar Sacide Ergüder tekrar sustu, ka- ğıtlarına bir göz attı ve dinleyici- lerini güzel hikâyelerle dolu Anado- lu şehirlerine, kıymetli eserlerin ba- şına sürükledi. Sanat ve kadın diyar diyar dolaşıyordu ele sıra İstanbula, Haseki cami- ine, Usküdarda İskele Camiine, Atik Valdeye, Eminönündeki Yeni cami- ye, tanıdığımız ve sevdiğimiz türbe- lere, Mısır çarşısına gelince, ten mi nedir, salonda — çıt yoktu... Dinleyiciler, prOJeksıyonu seyretme— den, gözleri kapalı, konferansçıyı a- dım adım takip ediyorlardı. Konferans — bitmişti. Kurumun başkam Prof. Afet İnan misafirlere çay ikram ederken genç konferansçı etrafım saran hanımlara "— Ben tarihçiyim ama kızım mimar olsun istiyorum" diyordu. sırada ona yaklaşan — müşfik tavırlı babası Bay Alevcan da "Ben eczacı- yım, dedi. Kızım tarihçi olsun iste- miştim. Bunun için de küçük yaştan beri onu elinden tutarak tarihi eser- leri gezdirmiştim. Emeklerimin ve arzularımın boşuna çıkmadıgım gör- düğüm için çok memnunum Cemiyet Yardımsevenler haftası 19 Şubat 1956 da, eski bir dost, Yar dımsevenler Derneği 29 yaşına ba- sıyordu. Aradan 28 sene geçmişti» bir 19 Şubat günü Çocuk Esirgeme Kuru- nda toplanan birkaç hanım, yap- tıkları ilk para yardımları ile, bugun- kü Derneğin temelini atmışlardı Ce miyet hayatına yem katılan bu çocuk ufak tefekti: 385 liralık bır gelirle ğe başlamıştı ve derneğin ilk yar- 2 lira" olarak kayıt defterine geçmişti. Evet çocuk küçüktü, fakat gayretli çıkmı tı. 19 şubat 956 da ge- lir bütçesi 1.500.000 liraya yüksel- 23

Bu sayıdan diğer sayfalar: