18 Ağustos 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 32

18 Ağustos 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 32
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KİTAPLAR KATRAN (Muzaffer Buyrukçu'nun hikâyeleri. Yedıtepe yayınları No. 60. İstanbul, Yeni matbaa. 1956. 88 sayfa, 100 ku— Tuş.) tran, Muzaffer Buyrukçunun ilk hıkaye kitabıdır. Kitaptaki sekiz hikâyeden bazıları evvelce — Yedite- pe'de neşredilmişti. Hikayeci umu- miyetle küçük, avare, başıboş insan- laı'ı ele alıyor. Ekserıya cemiyetin "serseri" diye damgaladığı işe yara- maz, mânâsız, çalıp çırpan, yolkesen, sarhoş, ne yapacağını bilmez insan- lara Muzaffer Buyrukçunun hikâye- lerinde oldukça sık rastlanıyor. Ama hikâyelerde niçin yer aldıkları lâyı- kıyla kavraııamıyor Zira muharrir, bu nevi tiplere karşı muayyen bir ta- vır takınmış değildir. Bir bu insanlara şefkat ve merhamet gös- teriliyor, diğerinde kıyasıya vurulu- r. Katran'daki ilk hikâyenin adı "Se- vinci Yok Eden Gerçek"tir. Bu hi- yede başıboş çocukluk hatıraları anlatılıyor Birkaç çocuk kuş a çıkıyorlar. İçlerinden biri ilk defa bu kanlı oyuna katılmaktadır. Arka- daşlarına nazaran daha kibar tavır- h, daha halim selım bir görünüşe Katıldığı haylazlar ordusu içinde âdeta yabancı gibi durmakta- dır. Elinde lâstik sapam, oyunun he- yecanı ve telâşı içinde oradan oraya koşmaktadır. Ne çareki attığı hutuıı taşlar boşa gıtmekte ve arkadaşla- vurdukları her kuş onda' giıpta uyandırmaktadır Nihayet boşa giden yüzlerce taşdan sonra titreye titre- ye çekilen sapandan fırlayan bir yu- vaı'lak taş muv. affakıyetsızlıgı yu zünden kıpkırmızı kesilen çocugun ayakları dibine bir serçe — düşürü! Boynuna yediği taşla gırtlağı parça- lanmış, can çekişmeğe bile fırsat bu- la amamış bir serçecik.. Sabahtan beri n her kuşun ardından çıglıklar pa rasında aya inde cansız ya- tan Serçenin başında kaskatı dikilen 8-10 yaşlarındakı bır oğlancık, ilk defa bir zafer duygusu ile cana kıy- manın acısı arasında kalır. İlk his, derin bir pişmanlıktır. Ganimetini ve elındekı sapam fırlatır, ağlaya ağla- ya kaçar. İşte Buyrukçu, hikâyesini bu iplik- lerle örmüştür. Fakat mevzudan da, anlatışdan da mühim olan bir nokta- ya, Türkçeye hiç. ama hiç emek har- camamıştır. Buyrukçunun Türkçesi insanı şaşırtıyor: Bu kadar kifayet- siz bir dille nasıl Hikâye yazmağa kalkışıyor diye.. Daha bırıncı hikâ- yenin ilk cümlelerinde başıbozukluk kendini gosterıyor "Kalktı gımda yağmur dinmişti. Gece, evimizin te- neke damına hızlı hızlı düşmesi be- ni epey korkutmuştu Yağmurun duşmeyıp yağdığını bir 32 tarafa bırakıp bu cümlede faili ara- yanlar boşuna yorulacaklardır. Buna benzer cümlelerin yanında muharri- rin "deyim" lere de dikkat etmediği- ne sık sık rastlanmaktadır. Meselâ, hikâyenin iki kahramamnm yaşları mukayese edilirken Yaşıt değiliz ama beş aşağı beş yukarı" denilebil- miştir. Bu dikkatsizliklerinden dolayı mu- harririn hikâyecilik sanatını yermek doğrusu haksızlık olacaktır. Zira ki- tapta yer alan sekiz hikâye arasın- da eli yüzü düzgün olanlar da mev- cuttur. Gerçi bunlarda bile — insan rastgele yazılmış cümlelere, — yerini bulamamış kelimelere tesadüf et- mekten kurtulamıyor ama, hikâye- ler insanı hoş görmeye teşvık ede- cek bir kudretten mahrum kalmıyor. Kitabın ikinci hikâyesi olan "Uyku" bu kanaati teyid eden bir mısal sa- yılabilir. Bu hikâyede üç gün, üç ge- ce süren zorlu bir otobüs yolculuğun- dan sonra bir büyük şehre varan bir baba ile oğulun macerası — anlatıl- maktadır. Baba bir dairede odacılık yapmaktadır. Bütün ümitlerini oğlu- na bağlamıştır. Oğlu okuyacak, a- dam olacak ve "onu ilerde hademe- likten kurtaracak, bir ev yaptıracak, bir dükkân açacak, kardeşlerini de kendisi gibi okutacaktı". Çocuk, e- vinden ilk defa ayrılmaktaydı. Bu o- nun “babasıyla yaptığı ilk yolculu- ğuydu. Oniki yaşındaydı İlkokulu ekiyi dereceyle bitirmişti.. — Şimdi, iyi derecelerle okullarını bitirmiş og— rencileri kabul eden yatılı bir okula gidiyorlardı... İmtihanı garanti kaza- nacaktı". Ama "Üç gecedir yoldaydı- lar. Yollar bozuk mu bozuk!". Çocuk uykusuzluktan harap olmuş bitmiş- ti. Bilmediği bir şehirde — babası- nın elinden tutmuş — yürüyor, bile uyuyordu. Babası uyumasın diye boyuna bir- şeyler anlatıyor, durmadan konuşu- yor. Çocuğun elinden sıkı sıkı tutu- yor ama .bir yandan da oğlu kadar uykusuz oğlu kadar yorgun ve şaş- kın "gördüğü her şeye, parklara, faytonlara, otobuslere bır tuhaf ko- nuşan işçilere, uzun uzun gazel söy- ler gibi bağıran sımıtçılere sahlepçi- lere hayretle bakıyordu Baba-oğul, sora sora okulu bulur- lar ama daha vakit o kadar erken- dir ki okulun kapısı duvardır. He- men oraya çömelirler. İkisi de hül- yaları içinde sızmışlardır. Neden son- ra "Kalkın oradan be!" diyen bir ses- te yerlerinden fırlarlar. Karşılarına dikilen okulun kapıcısıdır. ” e duruyorsunuz orda dilen- ciler gıbı Adam ço cugu gosterdı — Oğlum, dedi. — Oğlunsa oğlun, n'apalım, ölelim mi i? "— Büyük adam — olacak, dedi a- m". Kapıcı, adamı, çocuğu tepeden tır- nağa bir sü fkeyle tersler. " Türkçeyi, aile hılgısını, ta- rihi, arıtmetıgı bılıy Resim-iş, muzık her şeyi bılıyorum. Mübeccel öğretmen resime müziğe pek kulak asma, onlar olmasa da olur demiş- ti. Şu iş bir bitse, odadan kazandım, diye bir sevinçle fırlasa — dışarıya, mı olur, bir kahve peykesi, bir park kanepesı mi Oluı', hemen kıvrı- hp yatacak, uç gün üç gece yemek yemeden, su içmeden uyuyacaktı". Nihayet çocuk okuldan ıçerı girer. Celbinden diplomasını, diplomaya ek- li kâğıtlarını çıkarır eline alır. So- ra sora kime gideceğini bulur» İçe- ri girer. Muavinlerde, kayıt memur- larında sabah mahmurluğu, okuyup memur olduk da ne olduk diyen bir ruh haleti ve sabah sabah karşıları- na dikilen okuyacam diyen bacak kadar bir köy çoc uğu. Önüne gelen çocuğu tersler, "okuyacan da ne 0- lacak" derler. Ama çocuk okuyaca- ğım der, başka bir şey demez. Niha- yet masa masa dolaştıktan, her yerde horlandıktan sonra sağlık ra- poru almak üzere çocuğun hastaha- neye gitmesi gerektiğini söylerler.' Baba-oğul, gene el ele, sora sora hastahaneye gıderler. Çocuk bütün acemiliği, bütün iş bilmezliği içinde gene oda oda, doktor doktor dolaşır ama artık ayakta duracak hali kal- mıştır. Gözleri karıncalanmakta, haşı çatlayacak gibi — ağrımakt adır Bir sürü muayeneden geçtikten, bir sürü oda, doktor dolaştıktan sonra sıra göz muayenesine gelmiştir ama ocukta da hayır kalmamıştır. Gör- düğü baktığı şeyleri çatal çatal çift çift görmektedir Doktorun gost erdiği en büyü harfleri bile ters görmekte, dokto— run sorduklarına ise rastgele cevap- lar vermektedir. Tabif sağlam rapo- alamaz Babanın kolu kanadı kırılmış, bü- tün hayalleri — yıkılmışt Otobüs kalkmak üzereyken yet ışıp atlar- lar ve büyük şehirden ayrılırlar, "Uyku"da Muüuzaffer Buyrukçu hi- kâye sanatı bakımından oldukça sağ- lam adımlar atmış, başarılı hikayeler yazabileceği Üümidini Katran, dile biraz ği takdırd kudretli bir hikayeci ka- zanacağımızı ortaya koyan bir ki- taptır. AKİS, 18 AĞUSTOS 1956

Bu sayıdan diğer sayfalar: