3 Mart 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

3 Mart 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Karım beni istasyonda bekliyor; İdare İstasyonda tren bozuldu. Yolcular indi. Lokomotif manevra yapamıyor- du. Yolcular vagondan inmeğe baş- ladılar, Biletçi bu işi gözlüyordu. Va- gondan inen yolculardan birinin ha- lini beğenmedi şüphelendi, — Biletiniz? diye sordu. — Buyurun. — Size ceza olarak bilet farkı ke- seceğim. — Neden? — Bileti üçüncü mevki, halbu- ki siz birinci mevki bir vagonu iniyor. sunuz. Amerikan fıkrasıdır! Yolda bizim eski . hizmetçiyi gör- düm: — Nasılsın dedim, yeni kapından memnun musun?., Çok pars kazanı- yor musun?.. — Hayır, dedi, artık bedava çalışı yorum, evlendimi!.. görüyorum, sizi muztarip ediyor... Son- ra bir sarışın geliyor, mesud oluyorsu- nuz.. — Yanlış.. Ayni kadındır, saçlarımı boyattı! —— Afiyet olsun Dostlardan A. Vah.. boğazına düş- kündür. Bir gün yemek yediğim bir lokantaya geldi, masalardan birine o- turdu, garsong: — ÜŞ börek, füç komposto getir, de- | Tesadüf di. Binemanın güzel artistlerinden bir Uzun bir müddet bekledi. Garsonun bayana sormuşlar: getirmediğini görünee haykırdı: — İkinci kocanızı nasıl tanıdınız? — Neye yemekleri getirmiyorsun! Gülerek cevab vermiş; Ne pr — Bir otomobil kazasında birinci — İki arkadaşınız gelsin diye bekli- İ kocamı çiğnemiştir.. yorum, - — Sersem, üç porsiyonu da ken- dime ısmarladım!.. rınızın altına atıyorum. gil Tüyleri İzmir turnasında Bedia lokantada yemek yiyordu. Önüne yenmez bir tavuk getirdiler, Bedia; i — Garson, dedi, bu tavuk bir deri bir kemik... Garson şöyle bir baktı da: <— tüylerini de ge tireyim! dedi, Talihli Geçen yazı yazlık klüplexden birin. de geçiren monden baylarımızdan biri Şu fıkrayı anlattı: — Baktım klüpte her gece, amma) her gece kazanıyor. Dedim ki: «Yahu biraz da kaybet, yoksa şüphelenecek- ler» yüzüme baktı; «Vaktim yok, de- di, mevsim bitiyor...» Terden birini alayım mi7. — Ateş gibi yanan kalbimi ayakla- — İsabet, çünkü ayaklarım buz imdağ işaretini çekip treni durdursam ve yayan gitsem çok iyi olacak!.. Şöhret Bir gün Tino Rossi, yemekli vağo- na girdi, sevimli bir zatın karşısına oturdu. Bu zat derhal selâm verdi: — Müşerref oldum!. Tino Rossi gülümsedi: — Ben de çok memnun oldum, Ge- çen gün başka birinin karşısına otur- dum, kim olduğumu sordu. Benim kim olduğum sorulur mu?. Soranlara 80- guk soğuk: 'Tino Rossiyim deyip geçi- yorum, Sevimli zat kahkaha ile güldü: — Olur şey değil... Cevabınızda güzel... Kim olduğunuzu sorabilir mi- — Demek sen hiç bir şeye inan» mazsın? — Hayır, aklım ermediği hiç hir şeye İnanmam, — Tamam, hiç bir şeye İnanmıyor- Başağrısı Bir gün kutup kâşiflerinden Wil kins bir gazeteci arkadaşına başının ağrıdığından şikâyet etti. Gazeteci: — Bugüne kadar baş ağrısına kar- şı bir ilâç bulmağa uğraşmadınız mi? — Hayır. — Çok tuhaf. — Neden? — Ömrünüz kutupları bulmakla geçti, halbuki bu hiç kimseyi alâkadar etmez; başağrısı ise herkesi alâkadar ettiği halde, başağırısına ilâç bulmak için uğraşmamışsınız. Kumar Söylendiğine göre Kahirede çok kumar varmış ve kumarbazların ek- serisi de hile yaparlarmış, Bir arkadaş anlattı; — Kahirede bir gün kumarbazlar- dan birine sordum, dedim ki: «Burada talih oyunları yasak de ğü mil.s «Yasaktır, dedi, fakat hile yapar sam artık talih oyunu olmaz!.» Yaşları O gün annesinin çayı vardı. Küçük kızına dedi ki; -— Çay gelince, sen pasta ikranı edersin. Dikkat et, evvelâ en yaşlıla- rından başla. Misafirler geldi, çocuk pasta ikram etmek üzere üç bayana yaklaştı, dik- katle yüzlerine baktıktan sonra an- nesine sordu: — Hangisi daha ihtiyar?.. Pehlivan Neden dudak büktünüz? Bir sefirin yirminci asırda Spor yapmasını ye- mek içmek kadar tabi! buluyot- sunuz değil mi? Evet hakkınız var. Bugün ata binmiyen, tenis oynami- yan. golfa gitmiyen (Chasse A courre) 'Şasakur partilerine” iştirak ötmiyen diplomatlar pek azdır. Yalnız bir dev« let mümessilinin pehlivan gibi soyu- mup güreştiğini, veya boks yaptığını . size haber verirsem şaşmaz mısınız? Ben de şaştım. Fakat sonra şöyle bir muhakeme yürüttüm. Ata binmek, & eskrim yapmak, tenis oynamak tabii görülüyor da boks yapmak, güreş et- mek neden garib görünüyor? Acaba bir pehlivan gibi soyunup güreşen, rakibini bir hamlede tutup sırtüstü ye- re vuran bü diplomat kimdir? Bir in- giliz elçisi mi? Bir Amerika sefiri mi? Hayır bilemediniz! İşte sizi meraktan kurtarınış olmak için söyliyeyim, Bu zat Japonyanın Paris büyük elçisi (S. E. Sugimura) cenaplarıdır. (Naturisme) mecmuasının 15 şü- bat 1938 nüshasında okudum. Mu- harrir (Andrö tallerle) ohâdiseyi Şöyle anlatıyor: *Geçen gün yazı işleri salonunda kalblerde heyecan uyandıran şöyle bir havadis ağızlarda dolaşıyordu: Japonyanın Paris büyük elçisi (8. 'E. Sigumura) Fransız - Japon (Jiu - Jitsu) klübünde bir (Judo) gösteriş güreşi yapacakmış! Bir sefiri kebirin ringe çıkışı me- rak uyandırıcı bir hâdise olduğun- dan buna karşı kayıdsız kalamazdık. Birçok muharrir arkadaşlarla birlik- te Kodak makinesi alıp bendebu müsaraayı seyre gittim. Filhakika klübün büyük salonun- da güreş minderinin üstünde sefir B, Sugimuriyı Japonlarıı güreş kos- tümü olan (Judo-Gui) kıyafetinde yalınyak ve asalet alâmeti olan siyah kemerini beline kuşanmış mücadele- ye hazır bir vaziyelle gördük. Klübün Japan güreş muallimi (B. Kawaiski) ile karşılaştılar. (Jiulit- Su) nun daha asrileştirilmiş bir şekli olan (Judo) güreşine tutuştular, Ko- ca sefir rakibini kavramasile yere yuvarlaması bir oluyor, fakât oda bir çelikten yay gibi bir anda sıçra- yıp ayağa kallayordu. Yirmi dakika Süren bu güreşte tuş hesabile sefir galib geldi. Hepimiz kendisini şiddet- Je alkışladık. Güreşi müteakib duşunu yaptı ve sonra hep beraber salonda çay içerken şunları konuştuk: — Ben çocükluğumdanberi sporü severdim. Delikanlı iken atletik spor- ların hepsini . yaptım ve 14 yaşında (Judo) ya heves ettim, amma en çok yüzücülükte muvaffak oldum. 1905 de Japonyada henüz lise tahsilimi bitir- diğim sırada bir büyük yüzme mü- sabakası tertib olundu. Önce doksan beş yüzücü arasında bir seçme tec“ rübesi yapıldı. Yirmi iki iyi yüzücü ayrıldı. Bunların içihde ben de var- dım. Bu yarışı kazandım ve şampi- yonlar sırasına geçtim. 1907 de Japonya hükümeti beni (Grenoble) şehrindeki üniversitede hukuk fakültesine gönderdi. Orada bir yüzme müsabakasına girdim ve birinci mükâfatı kazandım. Artık her girdiğim müsabakayı kazanıyor hangi bir zaferin Insanın mili grü- runu ne kadar okşadığını tasavvur edebilirsiniz. Artık bir emelim vardı: Marşı yüzerek geçmek! Maalesef bu bir hayalden ibaret kaldı. Çünkü be- nim bu tasavvurumdan hâberdar olan hükümetimden şöyle bir ihtar aldım; «Biz seni Fransaya hukuk tahsili- ne gönderdik, yüzerek Manşı geç- meğe değil Ondan sonra bütün me- saimi derslerime hasrettim ve mem- leketime svdette diplomasi mesleğine intisab ettim. — Görülüyor ki spor sahasında el- de ettiğiniz - muvaffalayetleri diplo- masi mesleğinde de gösterdiniz — Paris büyük elçiliği birçok mes- lek arkadaşlarımın gıpte ettiği bir mevkidir. Hükümetim beni bu maka- ma seçtiği için çok memnunum, çün- kü her türlü hallerini yakından ta dum. Yabancı bir memlekette her | nıdığım sevimli, zeki insanlar arasın- hir sefir Yazan: Selim Sırrı B. Sugimura da bulunmak benim için.bir saadete tir. Kendi memleketini yabancı ik lerde hakkile temsil edebilmek ve zövahire aldanmamak için o milletin âdet, anane, tarih ve 2ihniyetlerine önceden vakıf olmak şarttır. Meselâ Fransiz ruhu üzerine şövalyelik hg- yalının icra ettiği tesirler bilinme: dikçe Fransayı anlamak güçtür ka- naatindeyim. Ve bu şövelyelerin bi- zim (Samcuraj) lerimizle düşünüş ve pratik sahasında bir karabeti var- dır. Ve ben bunu Fransa ile Japonya arasında bir faslı müşterek addcde- rim. — Eğer, yanılmıyorsam (Jiu-Fitsu) güreşini asırlarca bir anane şeklinde muhafaza eden bu Samourilerdi sa- nırım — Yalnız muhafaza eden değil, (Sa- mourai) ler vücudlarım Jiu - Jitsu güreşile “terbiye ederlerdi. Hislerine hâkim olmak, can acısına katlanmak, yılmamak, serinkanlılığını muhafazâ etmek, çevik, işlek, canlı ve dayanıkilt olmak ve bilhassa (Souple) yumuşak, eğilip büküldüğü halde kırlmıyan bir insan olmak, bu sayede küçük bir vücudla kocaman cüsseleri mağlüb etmek hep bu güreşin temin ettiği yasıflardır. (Souplesse) bu sıfat yalnız sporda değil, hayatın her safhasında ve hu- susile diplomaside çok lâzımdır. Sefir cenaplarile konuşmaları bu- rada bitiyor. Şurası muhakkaktır ki İngilterede, Amerikada boksa verilen ehemmiyet nisbetinde Japonlar (Jiu - Jitsu) ya iman etmişlerdir. Umumiyetle cüsseli olmadıklarından bazu, boy ve ağırlık yardımile mağlüb edemiyecekleri ra iplerini bazı hüner ve marifetlerle ve can alacak noktalarma hücum ie yere sermeğe muvaffak olmuşlardır; Nasıl iyi boks bilen zayıf, ince yapılı bir genç işlek vücudile, iri, yapılı dev gibi bir adamı iki üç yumrukta alt ediyorsa, Japonlar da bu (Jiu - Hitsuj! sayesinde karşılarına çıken cüsse ve kuvvet itibarile kendilerinden birkaç misli yüksek olan bir düşmanı elinde sopa veya biçak dahi olsa yere ser- meğe muvaffak oluyorlar, Bu güreş- te kuvvetten ziyade maharet iş göğ“ mektedir, İnsanın maddi kuvvetlerini tenmi ye eden bilbassa göz pekliği, day mıklılık ve cesaret gibi manevi vasıfe ları takviye eden bu spor Avrupada hayliden hayli taammüm etmiştir, İngilterede, Amerikada, Fransada, İtalyada, Jiu - Jitsu klüpleri vardır. Profesör Jigoro-Kano, 1882 de Toki da bir (Jiu - Jitsu) mektebi tesis ete miştir. Japonyada 14 yaşından itiba« Ten, her çocuk cimnastik derslerinde bu güreşi öğrenmeğe mecbur tutuls maktadır. Boks maçlarında olduğu gibi (Zr Jitsu) da da rakibine karşi gayet nâr zik ve terbiyeli hareket etmek ve onu hırpalamamak hissiyatına mağ* Tüb olup hiddetlenmemek dalma mü“ tebessim dalma serinkanlı olmak şart“ tar. (Devamı 12 nei sahifede) PSO ST Lİ Bbm b m b a e e

Bu sayıdan diğer sayfalar: