5 Ağustos 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

5 Ağustos 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Postacı büyük meşin çantasından küçük bir zarf çıkardı: — Bize bir mektupi.. Diyerek Hil. — Nami? dedi, Gene mi Hilmiye bir mektup?... Gene ha?. Artık bu de Tecesi fazla canım... Haftada iki üç mektup gelmeğe başladı. Hilmi postacının masasının üzerine koyduğu mektubu acele ile aldı. He- men yırttı. Okumağa başladı. Mektu- bu okudukça yüzünün rengi değişiyor- du. Hilminin arkadaşlarından Şekip; — Aman Hilmi, dedi, şu sana gelen mektuplardan birini ver de okuyalım! Bu aşk mektuplarını biraz da biz gö- telim... Pek merak ediyoruz. Hilmi dalgın dalgın mektubu oku- yor, hiç cevap vermiyordu. Bu sefer Rasim ona sordu: — Kuzum bu mekiplar kimden ge- yor? Her mektup seni müthiş heye- cana düşürüyor. Şu mektupları kimin Yazdığım bize söylesene... Yahudda Şekibin dediği gibi bunlardan birini bize göster... Hilmi mektubu okuyup yırtmıştı. Arkadaşlarının sözlerine cevap verdi: — Dünyada olmaz... Bu mektuplar. dâki esrar benim için çok mukaddes. tir. Ah bu mektuplar, ah bu mektup- lar!,. Hilminin arkadaşlarının meraki git- tikçe fazlalaşıyordu: — Kuzum Hilmiciğim.. diyorlardı, gu mektupları bize göster... Ne olur? Pek merak ediyoruz canım... Lâkin Hilmi; — Olmaz azizim olmaz... O mektup- arın zarfları içinde benim kalbimin bütün esran saklıdır. Şimdi âdeta kalk bim şu mektubun minimini zarfının İçinde çarpıyor. Bu mektupları size göstermek onun kudsiyetini ayak al. tana almaktır... — Hilmiciğim... Vallahi bizi merak- an çıldırtacaksın... Ne olur canım bize şunlardan birini okuyuver... Hiç değilse bunları kimin yazdığını söy- le... Hilmi arkadaşlarının bu derece İsrarına sinirlenmiş gibi: — İmkânı yok... İmkânı yok... di- Yordu, bu mektubu yazan parmaklar Yok mu? Bu mektubu yazan parmak- lari... Ah onlar!... Ah o parmaklar!... Artık arkadaşları; haftada bir iki kere ayni yazı ile Hilmiye gelen mek- tupların esrarını öğrenmek için çıldı. Tiyordu. Hepsi ayni şirkette çalışıyorlardı. Hilmi uzun boylu, zayıf, hayalperest bir çocuktu. Kendisine haftada bir iki kere ayni yazı ile gönderilen mektup- lâri arkadaşlarından fellik fellik sak» yordu. Bir gün Şekip arkadaşlarına: — Aman çocuklar... dedi, bir gün Hilmi bu kendisine gönderilen mek- tupları okurken üstüne atılalım... Mek«| tubu zorla elinden kapıp okuyalım... le ya, madem ki o bize güzellikle mektuplarını okutmuyor. Biz de bu İşi zorla yapalım... Arkadaşları Şekibin bu fikrini pek Yerinde buldular; — Mükemmel... dedi, hakikaten doğ. Tu... İlk fırsatta Hilminin üzerine ati. İp mektubunu elinden kapalım ve okuyalım... Bu karar verildikten sonra iki gün Beçmişti. Postacı gene Hilmiye bir Mektup getirdi. Hilmi ayni heyecanla Tarfı yırttı. Mektubu okumağa başla. dı. Şekip arkadaşlarına gizli bir işa- Tet yaptı. GRİP NEZLE NEVRALJİ BA KIRIELIEK Soğuk algınlıkları ve ağrıları KALMINA TESELN EDER E ni Yavaşça hep birden yerlerinden kalk- alar, Hilminin üstüne atıldılar. Şekip Hilminin elindeki mektubu kapmak istedi. Fakat Hilmi; — Dünyada olmaz... Bu yaptığınız rezalettir. Kepazeliktir. Saygısızlıktır. Utanmazlıktar, Bırakın mektubumu... Yokun karışmam ha... Hepinizi fena ederim... Diyerek çırpınıyor, mektubu elin- den kaptırmamak için kendisini yerden yere atıyordu. Nihayet Şekip onun elindeki mektubu ancak pek küçük bir parçasını koparabildi. — Verin o parçayı... Bana aid bir sırrı siz nasıl öğrenebilirsiniz?... Dİ; yırtınıyordu. Fakat onu kim dinler? Şekip, elinde mektuptan kopardığı küçük parça ile bir köşeye çekilmişti. Onu okumuğa çalışıyordu. Lâkin Hiiminin mektubundan ko. pardığı parça da ancak iki kelimecik vardı. Bunlardan biri «mutlakan öte- ki de «isterim» kelimesi idi. Bu iki ke- Mmeden de bütün bir mektubun ©€$- Tarını anlâmağa imkân yoktu. Hilmi dehşetli merak içinde idi: — O kopardığınız parçada ne yazı- | yordu? Ne okudunuz?... Doğru söyle- yiniz!., diye etraflarında fır dönüyor du. Nihayet kendisinin mektubuna aid mühim birşey öğrenemediklerini anla- yınca derin bir nefes aldı, Sonra: — Rica ederim, dedi, bir daha böy- le şeylerle meşgul olmayınız... Kalbim. le oynuyorsunuz. Gönlüme aid aşk 8ır- larını öğrenmeğe çalışmayınız. Bu ta- mamile bir aşk meselesidir, deği. Hilmi mektupları sakladıkça arka- daşlarının merakı ziyadeleşiyordu. Bundan başka son zamanlarda mek- tuplar da sıklaşmağa başlamıştı. Bütün mektupların zarfları ayni ya-| Bi ile yazılmıştı. Bir gün Hilmi işine gelmemişti. Ar- kadaşları odalarında çalışırlarken pos- tacı kapıda göründü. Gene çantasın- dan bir mektup çıkararak: — Bay Hilmiye bir mektup... Gelin- ce kendisine verirsiniz... dedi. Mektubu bırakıp gitti, Artık hepsi | heyecan içinde idiler. Nihayet aylar. danberi Hilmiye gelen mektupların es- rTarını öğreneceklerdi. Hemen masala rının başlarından kalktılar, Mektubu ilk kapan Şekip oldu. Zarfın üstündeki | yazıya şöyle bir göz attıktan sonra; — Evet... dedi, ayni yazı... Her z8- man Hilmiye gelen mektuplardan bi- ri... — Çabuk aç.. Merak içindeyim. Kalbinin esrarını öğrenelim... Şekip mektubu yırttı, Okumağa başladı: «Utanmaz herif, Bu sana yazdığım kaçıncı mektup oldu? Haftada arkası arkasına bazen iki, bazen üç mektup yazıyorum. Hâ- lâ bana olan borcunu vermiyecek mi. sin? Senin işin gücün dolandırıcılık mı? Benden aldığın otuz iki buçuk li- rayı hâlâ vermiyecek misin? Sana mü- temadiyen yazdığım mektupları okur- ken de mi yüzün kizarmıyor, hiç mi utanmıyorsun? Bu sana yazdığım son mektuptur, Eğer bu hafta da parayı göndermezen doğru İstanbula geliyo. rum, O zaman sâna yapacağımı ben bilirim... İşte bu kadar...» Hikmet Feridun Es DiŞ Sihhat Vekâletinin 18/4/936 tarih ve 4/48 numaralı ruhsatını haizdir. Ankarı Radyosu TAR. 1874m, 18195 Ko /s. 20. Ankara Radyosu TAP. Tüm. M465Ko/a 20Ew. TÜRKİYE TİLE yati varkı - Ol hazin sönbül perişan, 3 — Balâhnddin Pınar - Bayati şarkı — Delisin deli gönlüm, 4 — Mustafa Çavuş - Bayati şarkı - Canım tezdir sabredemem, 8 — Tanbur taksimi, 6 — Halk türküsü - Ey serenler serenler, 7 — Saz semaisi, 14: Memleket saat ayarı, ajans ve metao- roloji o haberleri, 14,10 - 1890: Müzik (Dans müziği - PL). 1830: Program, 1635: Müzik OKüçük orkestra - Gel: Necip Aşkın): | — Brahıms- Macar dansı No. 1-2, gm sez mann - Ebedi arkadaş, — Fam Königseheffer - Tirol çeş .— Predefik Hippmann - Seyahat şarkıları , 29,10: Türk müziği Cİneesaz : Memleket saat ayarı, 20: 'Tem- #1, 20,40: Ajans ve meteoroloji haberleri, 21: Türk müziği (Eski eserlerden mürek- kep program), 2140: Konuşma, 3158: Neşeli pliklar - R., 72: Haftalık posta ku- tum — (Eenebi dülerde), 2230: Müzik (operet ve saire - Pİ), 23: Bon ajans ha- berleri, ziraat ,esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (flat), 23,20; Müzik (Caz- band - Pİ), 2355 - 24: Yarınki program, Avrupa istasyonları Saat 20de Berlin 20 opera melodileri Breslav 20 Vagner'in «Uçan Holândalıe operası — | Dansig 20 askeri musika — Könlgübere 20 Verdi'nin «Falstaffs operası — Leipzig 20 fanfar — Athlone 2050 orkestra — Budapeşte 2025 orkestra — Londra 2045 orkestra — Pressburg 2030 çingene çal- gs — Sofya 2030 senfon. konser — Toulouse 20,45 dans. Sant 21de Berlin 21,15 köy muzikası — Beri 21,15 Yunanca neşriyat — Bordo 2130 - 2390 Berilor'un Faust'un;aforoz edilmesis ope- ran — Florans 2130 hafif muzika — Lalbaehi 31,30 senfori. konser — Preseburg 21,20 hafif muziku 4 Rennes 2140 - 2390 konser — Sofya 2158 hafif muzika, Sant 22 de Viyana 2230 piâk heşriyatı — Prag 22,15 karışık muzika — Belgrad 22,10 orkestra — Fiorans 22.20 hafif muzika — Milino 22 Palla'nın «Kısa Hayat» operası — Pa- ris P. T. T. 2210 hafif muzika — Toulouse 22,10 karışık musika. Saat 23 de Berlin, Hamburg, Leipzig 2330 - 1 gü- zel melodiler — Danzig, Münih, Viyana 7320 - 1 hafif muzika — Frankfurt 2330 hafif muzika ve dans — Kolonya 2340 dans — Königsberg 2340 dans — Şinti- gart 2330 hafif muzika ve dans — Prag 75.10 salon orkestrası — Belgrad 23,15 ha- — Budapeşte 23 orkestra — | Bükreş 29,15 konser — Florans 23,15 dans — Presburg 1315 çingene çalgı —Toma 2330 keman konseri, Saat Mden sonra Belgrad 4 dant — Budapeşte 24 çin- gene çalgın — Londra 2410 dans — Pa- rs P.T.T. Kolonya, Königsberg, Leipzig ve Ştuttgart 1-4 gece muzikas, BULMACAMIZ ga: 1 — Acıklı » Hüner sahibi değil 2 — İhbar eden. 3 — Maylat ölçüsü - Busu, 4 — Karşılıklı nutuk veren #ki kişi, 5 — Gaddarcasına. 6 — Dullar - Beygir. 7 — Rasadhane dürbünü. 4 — Nota - Başına «İ» gelirse birleşme olur. 9 — Priştirmek - Kuşun teganni edişi, 10 — Amma da saçma, Yukardan aşağı: 1 — Diyakatsiz, 3 — Din ve dünya işlerini ayıran - Ka- dın şef, 3 — Müptezeliik - Tehassür edati, 4 — Rikkat sahibi, 5 — Hakikatperest, 6 — Şikâr - Kurnaz hayvan. 7 — Cüssili -Başına «Şe gelirse otamo- bil kaptanı olur. 8 — Başına «5. gelince baştan çam clur - İskambilde berabere kalmak, 9 — Masdar edatı - Nefi edatı - Dayi maddelerin pası, 10 — Lt! ve merhameti - Tersi benzen demektir. Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Ağustos, Bu, 2 — Hovârdalık, 3 — Einle, Peru, 4 — Lane, Hab, 5 — Teati, Hibe, 6 — El Asi, Met, 7 — Yen, Oba, 8 — Ürn, Yamalı, 9 — Re, Karabet, 10 — Üç- tanelirs. Yukardan aşağı: : 1 — Ahesteyürü, 2 — Gol, Bleteç, — Uvula, Nü, 4 — Balata, Ka, 5 — Treniso- 24 dans — Berlin, Prankfurt, | , Oyuklarını kendime LEYLÂ iie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Ömer atına atladı, elini kana boyamadan Can beyin yanından ayrıldı 'Tefrika No, 22 — Ömerciğim! Zaman oluyor ki, burada akşamladığım helde ne kar- nmnın acıktığını, ne güneşin batt- gan, ne ortalığın karardığını hissedi- yorum. Gözlerim onun hayalinden başka bir şey görmüyor. Kulaklarım onun sıcak, talı sesinden başka bir gey duymuyor. Kuşlar yuvalarına dönüp yavrularide, eşlerile cıvıldaşır- ken, ben de onun hayallle konuşarak vakit geçiriyorum. Gecemi gündüz yaptım.. gündüzüm gece oldu. Gök- te ay mı var, güneş mi doğdu? Bilmi- yorum. Artık bence Ikisi 'de bir... Bİ- rinin sarı, diğerinin beyaz ışığile dün- yamız aydınlanıyor. Hangisi önce, hangisi sonra doğuyor? Hangisi bir. birini kovalıyor? Bunun farkında değilim. Muztarip olduğum zaman onun her zaman karşımda duran ha- yalile konuşurum: «Leylâ, sen dalma benimsin... Benden başka bir erke- ğin koynuna girmiyeceksin... Ben- den başka bir erkek sevmiyeceksin, değil mi?» derim. Ömer, süküneti ihlâl eden sert bir sesle sordu: — O sana ne cevap verir? — Her zamanki gibi saçlannı omuzuhun üstüne dökerek, hazin bir tavırla bakar: «Hâlâ aşkımdan şüp- hemi ediyorsun, Can? Ben, senden başka bir erkeğe parmağımın ucunu bile koklatmıyacağım, Ölünceye ka- dar seni, yalnız seni seveceğim! di. yerek, boynuma sarjır. İşte o za man onun hâyalini kollarımın âra- sında ve omuzlarımın üstünde hisse- derek, şu gördüğün ağacın dibinde saatlerce onunla başbaşa yatar, ken- dimden geçerim. Bazan vakit çok geçmiş olur. Gece dönmek istemem... Buracıkta onun hayelile mest ola- rak sızar kalırım. — Ona kavuşmak için neler düşü- nüyorsun? — Babamın muzaffer olarak dönmesini bekliyorum. Bütün ümik dim babamdadır. — Ne yapabilir o sana? — Ne mi yapabilir Babam her sa- vaştan dönüşünde bana bir hediye verir ve bana: «Başka ne istersin? diye sorar. O zaman ondan Leylâyı İ istiyeceğim, — Gene eski düşünce ile, yani şeyh | Mehdiyi kırmamak endişesile buna razı olmazsa ne yapacaksın? — Şehre dönmiyeceğim... Kaya mesken yapıp dağlarda yaşayacağım, — Ananı, babanı terk edeceksin demek?... — Evet. Benim derdime çare buk muyan insanları terk etmekte bir da- kika bile tereddüd etmiyeceğim. İn- sanlardan kaçıp dağdaki kuşlarla, i ceylânlarla, geyiklerle, papağanlarla dost olacağım. Zaten ben onları ken- dime insanlardan daha yakın görü- yorum. Bir zamanlar şuradan gelip geçen yolculardan bir içim su iste dim de vermediler bana. Fakat, biraz sonrâ& kuşlar imdadıma yetiştiler ve küme halinde, şu gördüğün su kay- nağına doğru uçuşarak, bana kay- nağın olduğu yeri gösterdiler. Kuş- lar, şüphe yok ki insanlar kadar za- Mim ve merhametsiz değil, Hem onla- rın bir meziyeti daha var, Ömer! Bu ince ve zarif hayvancıklar birbirleri- ni - bizim birbirimizi boğup öldürdü- gümüz gibi - boğmuyorlar... Onlaşn birbirlerine biç bir fenalıkları yok- tur. Sabah olunca küme küme yuva- larından çıkıp çalışmağa, yavruları. na yem toplamağa, su getirmeğe gi- derler. Akşam olunca yuvalarına dö- nerler. İnsanlar, eşlerine ve yuvnla- rına kuşlar kadar bağlı olsaydı, dün- yada her gün şahid olduğumuz bu sonsuz fenalıkların hiç birisi olmaz- dı. Biz İnsanlara hiç bir zaman gü- venilmez, Ömer! Biz, severken, bir yılan gibi sokar; öperken, bir kaplan gibi ısırıp koparmaktan zevk duya- ra. Kabilemin kızlarını görmüyor- musun? Hepsinin elinde birer kapan kurulmuş. Vahşi bir hayvan avlar mak ister gibi, her gün yolumu ke sip önüme çıkıyorlar... Beni avla mak, kalbime girmek, benimle evlen- mek istiyorlar. Düşünmüyorlar ki, ben kalbi dolu bir erkeğim, Leylâmı bırakıp başka bir kadına nasıl gönül verebilirim? Ömer, ortalığın birdenbire karardı. ğını, güneşli. çoktan batığını görün- ce ayağa kalktı; — Ben gidiyorum, Can! Kuşlar yu» valarına dönmüşler. Biz hâlâ bura-. da çeneçalıyoruz. Haydi, sen de kâik, evine git. Geceyi burada geçirmek tehlikelidir. Kurtlar, çakallar iner. seni parçalarlar. ik Can bey, Ömere: — Haydi, uğurlar olsun sena! Atı» na bin... Yola çık, Ben de biraz son- ra dönerim, dedi. Ömer atına atladı. Bıçağını kınından çekmeden, eli- ni kana boşamadan Can beyin ya- nından ayrıldı. İki saat sonra yurduna döndü. Leylâ kaçmak istiyor. Fakat.. O gece Leylâ çok meyustu. Arka- daşı Haticeyi yanından ayırmıyordu. Leylâ: Dün gece Ömer meydanda yok- tu. Birdenbire kayboldu. Nereye git- tiği belli değil, Bu akşam da ortalık karardı. Hâlâ görünmedi. Acaba ne reye gitti? Diye sordu. Leylânın arkadaşı: — Senden uzaklaşan adamı neden merak ediyorsun, Leylâcığım? dedi, neredeyse meydana çıkar. Fakat, s6- nin onu merak edişin benim âdeta hoşuma gidiyor. Onu sevmeğe baş- Jadığını anlıyorum, — Onu merak edişimden mi şüp- heleniyorsun, Hatice? Ben Ömeri hiç bir zaman sevemem. O, benim nikâhlı kocamdır. Babam ısrar etti, ona var- dım. Fakat, onu bir saniye bile ya- nıma sokmadım. Ben ölünceye kâ- dar bakire olarak yaşayacağım, Kal- bimi bir kere Can beye verdim. Ara- mizda ahdü peymanlar var, geçmiş sözler var. Ben sözümden geri dö- nemem, Hatice sükünetle şeyhin kizini din- diyordu. Leylâ bir aralık arkadaşına sordu: — Benim yerimde olsaydın, ne ya pardın? Senin kadar sevmiş olsaydım, başka erkeğe varmaz, üâşığıma kü- çardım. Leylâ güldü: — Sen pekâlâ bilirsin ki, ben onu da yaptım. “Can beye kaçtım. Bir hafta Ur dağlarınd" kaldım. (Yıkık kale) ve sığındık... Babamın gönder- diği muhariplerle çarpıştık... Fakat, dayanamadık. Biz zayıflık. Onlar kuvvetliydiler, Mağlüp olduk. Ve be- ni zorla, babamın emrile, Can bey- den - etlen tırnak ayırır gibi - ayır- dılar, buraya getirdiler. Ayni işi ikin- ci defa yaparsam, babam derim! yüz- dürür, Onun ne inatçı bir adam ol- duğunu bilirsin sen. — Ne olursa olsun, Leylâ! Aşkın gözü kördür, derler. Eğer ben senin gibi sevmiş olsaydım, beni zincirlerle bağlasalar durmaz, gene kaçardım. Bu sefer de (Yıkık kale) ye değil, çok uzaklara gider, başka kabilelerin himayesine girerdim. Can bey bunu düşünemiyecek kadar çocuk değildir. İnsan (Yıkık kale)ye iltica eder mi hiç? Orada insanı elbette kolayca yakalarlar. — Demek bana tekrar kaçmamı tavsiye ediyorsun, öyle mi? — Evet. Hattâ elimden gelen yar- dımı da ben yapmak şartile. Hatice, Leylânın saçlarım okşadı: — Bugün çok sararmışsın, Leylâ! Sana aciyorum... Can beye bir an ew vel kavuşman, onunla başbaşa kak man için ne mümkünse yapmağa ha- mrım. S&na bir at tedarik edebilirim. Fakat, yol biraz uzundur. Tekbâşınd, gidebilir misin Ur'â kadar? i (Arkası var) yiye ai slğülin bl Güğüm liner kek yek ep niye inişi slükeeki iy iinigilğ sn EN ağla ml liğe lm lm elm kağ ie hai em

Bu sayıdan diğer sayfalar: