17 Eylül 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

17 Eylül 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

RE RM Fakiri sedihilirmek 4 için — Seni ne kadar seviyorum Celâl... — Ben de öyle... Seni gök, çok seviyorum. Nihal, Beyoğlu caddesinde, kolkola dı. Biribirlerine sokuluyorlardı. Kimbilir, bu yoldan bu vaziyette kaç kere geçmişlerdi ve bu kaldırımlar anların bu vaziyetlerine bu basma kalıp fakat ezeli ve ebedi aşk te- yanâsi olan sözlerine kaç kere şahid olmuş” ve. —Ne 07... Kadın duralamışta Bir vitrine doğru bir adım atmıştı. — Ha... Sahi... Senin bilezik. İkisi de durdular Bir kuyumcu dükkünıye dı burası. orta yerde pırlantalı, zümrüd- 10, yakutlu takımlar vardı. Kenarlarda ise mütevazi öteberi duruyordu. İnce alundan Yüzükler, gümüşten iğneler ve bu bilezik, — Taşı zebereed olacak... — Fakat ne şipşirin şey. — Hem de hiç pahalı değil, — Yirmi lira... — Ah, kabil olsaydı da sana alabilsey- dim, Nihal, Kaç keredir burada durarak bakıyorsun, — Evet... Sevgili bir ahbap gibi... Ziyare- tinde bulunmazsam edemiyorum... Her s8 fer ille şu vitrine uğramalıyım. — Ben de erkek miyim sanki Nihal. Se- nin şu kadarcık bir arsunu yerine gelire- miyorum... Yazıklar olsun bana.. Vallahi kendi kendimi yiyorum... — İlâhi Celâl. Daha ne ihtiyaçlarımız ar. Onları temin edelim bakalım. Hem sen daha gençsin. Çalışacaksın, teşebbüs edeceksin... Ne zengin olacaksın, bana da- ba ne âlilarını alacaksın kimbilir. Yürü yürü... Nafile burada durmuyayım. Sen de üzülme, ben de üzülmiyeyim.. Benimkisi sadece kapris. Kolkola yürüdüler Celâl somurtmuştu. Aezini düşünüyordu. İşte şurada bir hususi otamobil.. Kendin- den daha genç biri, Nihalden daha gürel olmıyan bir Kadını almış, uçuruyor.. Ve kadınm sırtında kiymetli bir renard ar- gtante var. «— Yazıklar olsun bana.» diye düşünü- Nihal ise, onun bu fikirlerini giremem mem... Ne bilezik ne #“y.. Sade sen., Sade seni istiyorum. Beyoğlunun büyük kütüphanclerinden bis rinin öğüne gelmişlerdi. — Dur bakalım neler var... Yeni birşeyler gelmiş mi? - diye Celâl vitrinde durdu. Nihsl yan gözle bakıyordu: — Aklın fikrin hep şu dört cildiik ansik- Jopedide, değil mi? Genç erkek hayretle baki: — Nereden anladın? Bilmez miyim ben?.. Senin bütün dü- şüncelerini okurum... Celâleiğim... İkimizin de heveslerimiz var... İkimiz de onları tat- min edemiyoruz... Fakat Hamdolsun sen varsın ya... Ben varım ya.. İkimiz varız ya. Bu saadet yeter... Yürü. Seni de bu alamıyacağımız koca kitaplar önünde üzül- müş görmek İstemem. 'Tünele doğru gittiler. Ertesi gün muhasebeci 5 Yaşadınız, çocuklar! - dye içeri gir- Bütün memurlar hayretle başlarını Kal dırdılar. — Okuyunuz şu sirküleri, Herkes gürredek iskemlesini itti, Kabak kafah, siyah saten kolluklu muhasebecinin etrafını aldılar. Hepimize yarunşar maaş ikramiye. — Yaşasın patron! Yaman adamdır doğrusu... Aşkolsun vallahi... «Bizi gece yarılarına kadar çalış» tırda, Kendi yüz bin lira kazandı diye alp tutuyorduk amma, haklı değilmişiz. Münakasada muvaffak olunca işte bi de batırlıyor!... Günlümüzü hoş ediyor. Gençler, iskemlelerin masaların üzerin- | de terier tepiniyorlardı. Bu aralıkta, şişka | Recep, âşık olduğu Gaklılayu şap diye öp- | ve kız: Tefrika No. 72 — Aman, of... Musağlat!.. - diye onu ittik- 4en sonra, mubasebeciye sordu: — Peki na zaman alabileceğiz? — Hemen şimdi... Bodroyu hazırlıyorum. Celâl kırk lirayı cebine indirince hemen Beyoğluna koştu. Kuyumcu dükkânına gir- di. Yirmi kâğıdı sayıp: — Şu bileziği! - dedi. Fakat kuyumcu vitrini açmadi bile, Tip- kısı içerde varmış. Onu sararak verdi. 'Tramvaylar ne yavaş gidiyor!... Tünel ni- çin kalkamıyor bir türlü, Bebek tramvayı niçin hâlâ gelmiyor?, Ve neden şu kamyon bozulmuş da yolu tıkadı?.. Celâlin içi içine #iğmıyordu. Nihayet vardı. Nihali öpmek vaktini bile bulmadı, sevinçle: heyecanla: — Al elcim.. Al bileziğini! - diye uzattı. bakıyor. Biran gözlerini bu kıymetli hediyeden ayırmıyor, Onun için sevgüisine de bakımı- Aşıklar maşukaları yalnız başka erkek- erden Eşyadan da kıskandık- Yarı vakidir. Nitekim Celâlin içine bir kurt düştü: «— Ne kadar mücevhet meraklısı bir kız Ve asabi bir buhran içinde haykırdı: — At şunu pençereden dışarı Nihal, Genç kız hayretle dönüp baktı. Erkeğin gözleri deli gibi partıyordu. — At diyorum... Seni tecrübe ediyorum... Beni seviyor musun, sevmiyor musun?.. Şayod atmazsan dünyada nazarımda bir pulluk kıymetin olmuyucak. — Sahi mi söylüyorsun? — Valahi,. Vallahi... Hele atma. Genç kız, erkeğin bütün sözlerini yap- mağa alışmıştı. Mihaniki bir surette emri tstbik etti. Boğaziçinin sularına açılan pen- çeresinden aşağı, kıymetli bileziğini bıraktı. Ve sonra, yaşaran gözlerle: yi: — İşte... - dedi, - söylediğini yaptım... Pa- za Ağlamağa başladı. — Niçin bana bunu yaptırdın. Şimdi artık Celâl deliliğin derecesini kendi de anlamıştı. Çok pişman olmuştu. Amma, elden ne gelir 7. Muhakkak ki, bu cinnetini tamir etmedi Yâzımdı. Hemen elini cebine götürdü. — Güzelim... AJ işte yirmi lira... Bunun- la git o bileziğin eşini sl... 'Tıpkım duruyor, ... Genç kız sevgilisinden ayrıldıktan aonra kadınlara mahsus kurnaz bir tebessümle güldü, Alt kata indi. Oranın balkonunda kos- koca fesleğen saksisi duruyordu. Elini sık dalların arasina soktu. Yukarı kattan düşen bileziği çıkardı, Hemen koluna taktı. Ace- eyle gitti. Beyoğluna koştu. Kitapçı ka- patmadan ansiklopediyi aldı Sevgilisine kendi ziyaretinin hediyesile bu kitap hediyesini götürdü. Ve tesadüfün kendilerine nasıl bir lütufta bulunduğunu saadet içinde anlattıktan sonra. Celâl öp- tü, öptü. O da ayni sıcak buselerle muka- belede bulundu. — Fakiri sevindirmek için elindekini al- malı, sonra İade etmeli imiş.. - diye gü- düştüler. Nakleder: Hatice Süreyya Kiralık Konforlu Küçük Apartıman Tramvay caddesinde 3 oda, mutfak, ber gün sıcak Su, banyo, kalorifer, asansör, Taksim Topçu caddesi 2 nu- mara Uygun apartımanı kapıcısına SEVİLEN KADIN Geldiğinizi dim... İyi kadındır. — Çoktanberi mi buradasınız? — İstanbula geldiğimdenberi... Ya. | ni beş senedir. — Güzel ev... — Daha âlâsını bulmak kabil de- ğildir. Böyle Tepebaşı bahçesini ve Halici seyreden bir yeri İnsan nerede bulur?,.. Hem merkez, hem de sakin- dir... Şu yeşillik bana biraz da mem- leketimi hatırlatır. — İstanbullu değilsiniz demek? — Hayır!... — Ya?... İstanbulda ne yapıyor- sunuz? — Hukuku bitirdim. Hayatımı ka zanmak için çalışıyorum... Avukat olacağım. Şimdilik bir avukatın ya- Zin sırlarını öğrenmek lâzım... Hem kanunen de stâj yapmak icap edi- m Güç iş... Buna râğmen mec kapıcıdan öğren- | — Mademki talebelik etmişsiniz, üniversitede okumş, burada da otura- bilmişsiniz, demek zenginsiniz. Nakleden : Vâ-Nü Delikanlı gülmeğe başladı. — Zenginlik nerede, ben nerede?... i Ne zahmetle oldu bunair, bilseniz... Beni mahrumiyetlere katlanarak ye- tiştiren babam öldü... Şimdi annemle iki hemşirem var... Para kazânıp on- ların yüzünü güldürmek lâzım. Şim- di memlekette hiç yoktan geçiniyor- lar amma, onlarınki hayat değildir! Benim yüzümden biraz gün görmele- rini isterim. Peki 8iz? Çalışıyor musu- nuz? — Evet... Terziyim... «C...> hanı- mın müessesesinde çalışıyorum. — A... Bilirm... Pek yakındır bu- .. Cidden rahat edeceksiniz, Şe- Pi ei Gece e maçları Şişli - Perea2-2 berabere kaldılar Dört klüp arasında tertip edilen gece maçlarının beşinci ve sonuncusu dün gece Taksim stadında Şişli ile Pera klüpleri arasında yapıldı, Eski- denberi bu iki klüp arasında mevcut olan rekabet dolayısile stadyoma bü- yük bir kalabalık toplanmıştı. Saat 21,15 de sahaya çıkan takımlar şu şekilde dizildiler; Şişli: Armenak - Vlastardi, İhsan - Martayan, İbrahim, Arşevil - Hiraç, Nubar, Suldur, Jirayir, Diran. Pera: Çafalinos - Hiristo, Civelek - 'Tanaş, Manoli, Çiçoviç - Todori, Etyen, Mesinezi, Culafı, Canbaz. 'Tarık Özerenginin hakemliği altın. da Peranın akınile oyuna başlandı. Bundan evvelki maçlarda olduğu gi- bi oyun büyük bir süratle devam edi- yordu. Takımlar henüz oyun üzerin de bir üstünlük temine muvaffak olamadan üçüncü dakikada sağdan yapılan âni bir hücumda kale önün- de topu yakalıyan Diran kaleciyi şa- şırtarak kafa ile Şişlinin ilk golünü yaptı. Taraftarların gol dolayısile yap- tığı tezahürat henüz bitmemişti ki mukabil akında Peralılar da Etyen vasıtasile beraberlik golünü yaptılar ve birinci devre 1-1 berabere niha- yetlendi, İkinci devre her ikl tarafın galibi. yeti lehine çevirmek için çalışmaları altında büyük bir didişme halinde geçti. Zaman zaman her İki taraf Oyun üzerinde" hâkim oldu. 18 inci dakikada Şişli merkezden yaptığı bir akında Jirayir vasıtasile ikinci golü- nü yapmağa muvaffak oldu. Pera 23 üncü dakikada soldan yap- tığı bir akında Koço vasıtasile tekrar beraberliği temin etti ve müsabaka bu şekil değişmeden 2-2 beraberlikle nihayet buldu. Bir boks maçi Pilâdelfiya 16 (A-A.) — 15 ravund üzerine tertip edilen bir maçta tomy Galento, rakibi olan Lou Nova'yı 14 üncü ravundda nakavt etmiştir, Bugünkü spor hareketleri ij Şeref stadı: Galatasaray - Beşiktaş Saat 16 Fenerbahçe stadı: Fenerbahçe » İ. Spor Saat 1430 Fenertahçe - Kurtuluş Saat 16 Taksim stadı: Protesyonel güreşler Saat 15 ili a Kastamonu 16 (AA) — Dün ticaret oda- sinda vilâyet mektupçusunun reisliğinde alâkalı daire müdürleri, ticaret odası bele- diyo relsleri ve tüccarlardan bazılarının 4$- tirakile bir toplantı yapılarak fhbtikâra mâ- ni olmak için alınacak tedbirler görüşül- müştür. Fakat değil, — Ne ya? — Gördüğünüz yer birinin evidir, — Yal... acaba? — Kapıcı madam Hayganuş söylü- yordu: Bir dansözünmüş... Barlarda dans eden ve şimdi İstanbulda hayli meşhur olan bir kadın... İsmini de afişlerde, gazete ilânlarında görüye- rum: Süzi diyorlar. — Nasıl? — Süzi... Gardenbarda ve başka yerlerde son zamanda bütün erkekle- Tİ kasıp kavuran bir Yunan aktrisi. Rivayete nazaran yaman şeymiş, ia tidadlı imiş... — Siz hiç görmediniz mi? — Gördüm... Dün akşam balkon- daydı... Siz de yakında görürsünüz sanırım. Çünkü arada sırada çıkı. yor... Garip bir şey söyliyeyim mi?... Size benziyor... Amma ne benzeyiş... Me şeydir... İki kız kardeş gibi- — “Genç mi? — Pek genç... On sekizinde, yirmi- Ne garip ev bu?... Kimin Tefrika No, 63 LEYLÂ ie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Bu çocuk çıldırmış Ayşe... Ben onu çabuk yola getirmesini bilirim... Hele bir kere bulup getirsinler «Ordu geliyor.» «Erlerimiz dönüyor.» «Urman muzaffer olmuş.» O gün akşama doğru hrekesin ağzında bu sözler dolaşmağa başlamıştı, Urlular 80- kaklara dökülmüştü. Bu haberi Seyid Ahmede verdikleri 2â- man ordu şehre giriyordu. Urmanların harp dönüşünde (zafer tür- küleri) söylemeleri âdetti. Şimdi Ur sema- sında, binleree muharibin bir ağızdan yük- selen sesleri skisler yapıyor, çoluk çocuk bağrışarak: — Ordumuz muzaffer dönüyor... Diye koşuşuyordu. Herkes evlerden ve dükkânlardan sokaklara fırlamıştı. Urman her zamanki gibi beyaz atına bin- miş, ordunun önünde yürüyordu. Seyid Ahmed, bu haberi getiren adama sordu: — Urman Ga geliyor mu? Evet Seyid! O gene her zamanki gibi ordunun başında... Seyid Ahmed bu haberi alınca beyninden vurulmuş gibi titredi, — Mel'ün Duran. beni aldattı demek, Hem paramı aldı, hem de bir İş görmedi, Alacağı olsun onun. Diyerek yerinden fırladı, adamlarını yâ- nina &ldı. Atlara bindiler. Urmani karşılamağa çık» ir, Beyid Ahmed kurna? bir adamdı. Efendi- #inin harpberi muzaffer olarak döndüğünü görünce, kendisini tebrik etti, İlk atından increk, Urmanın dizlerini öptü: — Allah senin gibi bir kahramanı başı- mızdan ayırmasın, dedi. Arkanızdan gece “e muvafağıyetinize dualar ediyor Ve hemen muhafızlara: — Kurbanlar keslisin., Diye emirler verdi. Urmanın geçtiği sokakların ağzında kur- banlar kesilmeğe başladı, Urman ve erleri kesilen kurban kanlarının üstünden geçi- yorlardı. Urlular reisin muzaffer olarak dönüşün- den 0 kadar sevinmişlerdi ki... Muhariple- yin a mr topraklara herkes alın» — ie ei başımızdan ayırmasın Diye bağrışmaktan kendilerini alamıyor- lardı. Saray önüne yaklaşmışlardı. Urman, Seyid Ahmede sordu: — Uzun zamandanberi yurdumdan uzak kalmıştım. Bu müddet zarfında mühim bir hâdise oldu mu? — Hayır, aslanım! Yokluğunuzu belli et- memeğe çalıştım — Can neden beni karşılamağa gelmedi? Seyid Ahmed; Ayşeden önce söz söyle- mek fırsatı bülmuşlü. — Can bey, bıraktığınız gündenberi dağ- Tardan inmiyor. Annesi de bu yüzden çok üzülmüştür. — Hâlâ Leylânın aşkından mu muzlarip- 1? Evet. O ateş, sevgili vellabdımızı yakıp kavuruyor. — Yurdumuzda, Leylâyı unutturacak baş- ka bir kız bulamadı demek?! Ve gülerek arkadaki kafileyi gösterdi: — Ben iraktan ona zarif ve değerli bir Firat incisi getirdim. Onu görürse, Leylâyı çabuk unutacaktır. Seyid Ahmed fazla birşey söylemedi. Muhafızlar sarayın etrafın: sarmışlardı, Urman atından indi, kendisini karşınyan Urluları birer birer selâimladıktan sonra, saraydan içeriye girdi. . Urman, karısı ile başbaşa kalınca ” kaçırmışlar. O (Tanjulnun kızıdır. rilarma kadar bağrıştılar, Seyid Ahmed, yolda gelirken (Can) hak- kında reise fazla ee. ,söyliyemediğine üzülüyordu. Rels, Ahmed. — Oğlumu hemen teldurup buraya ge- tir... Demişti, Ahmed dağa adamlarını gönder- di Fakat, Ahmedin adamlarına ne emirler verdiği belli değildi, Gece yarım olduğu halde (Can) bey meydanda yoktu. Urman karısı Ayşe ile kon, — Can hâlü Leylâyı unutmamış, öyle mi? — Evet. Onu bâlâ seviyor. — Can, Leylânın Ömerle evlendiğini bil- iyor mu? — Biliyor amma. gene seviyor. — Budalaca bir sevgi bu. Leylâ, Ömerle evlendikten sonra, onu hâlâ sevmek deli- liktir. Bunu Cana söylemedin mi? — Söyledim. ve çok öğüd verdim. Fakat bana: «Elimde değil, anneciğim! İçimdeki aleş sönmüyor, Leylâ on kere kocaya varsa onu gene seveceğim.» diyor. — Son (Yıkık kale) hildisesinden sonra biribirlerini görmediler, deği mi? — Hayır. Görmediler, Görmeğe de imkân yoktur. Çünkü Leylâ sıkı bir cendere için- de yaşıyor. Nasıl görebilirler biribirlerini? — O halde bizim budala çocuk onun ba- ye yaşıyor demektir. İş şimdi kolaylaş- — Ne düşünüyorsunuz? Urman gülerek süzüne devam etti: — Ben Iraktan birçok kadın esir almış- tım. Bunlar arasında Firatlı bir kız vardır. Onu (Can) için seçtim ve birlikte getir. dim. Ayşe derhal kaşlarını çattı: — Biricik oğlunuza esir cariyeleri mi iâ- yık görüyorsunuz? — Hayir. O bildiğin cariyelerden değil Araplar onu Firat boylarından küçükken Onu ben esaretten kurtardım. Zavallı babasi, onu ölmüş sanıyordu. Şimdi buraya getir. diğimi duyarsa kimbilir ne kadar sevine- €ek. (Pirat)jn anasi yıllarca kızının ardın- dan ağlamaktan gözleri kör olmuş. (Fıratlı görürsen çok beğeneceksin, Ayşe! Tam mâ- masile bir Fırat icisi. Çok zarif, çok se- vimli bir kızcağız. — Benim beğenmemden ne çikar? (Can) beğenecek mi bakalım? — Hiç şüphe yok ki beğenecek. Hattâ de- ce sevecek, Leylâ onun ayağına su döke- mez. (Pirat) Leylâya nisbetle yıldızların yanında doğan aya benzer, (Canin onu bi kere görmesi kâfidir. Ayşe yavaş yavaş, oğlunun bu kızı beğel neceğine inaruyordu. — Hkünce nöbetçileri gönderelim, (Can)ı çabuk bulsunlar. buraya getirsinler. Bir- Hikte yemek yiyelim ve soframızda (Pıratidı bulunsun. Belki bu işte bir hayır vardır. Tanrı kısmet etmişse (Can'la birleşirler. oğlum da bu vesile ile bu belâdan kurtul- uş olur. 'Urman, Seyid Ahmede: — Oğlumu çabuk buldur! Diye emirler vermişti, Seyid Ahmed, re ie geldi: — Gönderdiğimiz atlılar henüz dönme- diler. Vellahdımızı arıyorlar, Sizin harp- ten döndüğünüzü duyunca kimbilir ne ka- dar sevinecek ve koşarak gelecektir. O yün akşam oldu. güneş battı.. ortalık karardı. Umran ve karımı sofra başında oğullarını beklemekten usanmışlardı. (Can) bey hâlâ meydanda yoktu, Urman: — Yorgun olmasaydım atıma binip ken- dim giderdim, Diyerek hiddetinden dişlerini gıcırdatma- ğa başlamıştı. Urinlar saray önündeki meydanda şenlik Ayşe gözlerinin yaşını silerek: yaparak, bu kutlu günün neşesile gece ya- (Arkası var) Erkek içeriye girdi. , Penceresini ka | Baş Başımı kaşıyacak vakit bulamıyorum. padı. Suzan da onun gibi yaptı. Bir iki dakikada soyundu, Yeni ge- celiğini giydi. Mis gibi kokan rahat yatağına yattı. Derin bir uykuya daldı. Fakat komşu odadaki erkek uyu- yarıyordu. Ciğerlerine bol bol serin hava çek- mişti. Komşusu olan bu güzel kızla konuşmuştu. Ne hoş bir tesadüf! Talih onun yoluna bu sevimli ahbabı çıkarmıştı. Kitaplarla, defterlerle dolu olan masasının başına oturdu. Duvarda, cild cild kitaplarla dolu cilâsız keres- teden yapılma bir kütüphanesi var- dı. Mütevazı bir talebe odasıydı bu- rası, Delikanlı sumeninden bir beyaz kâğıd çıkardı. Şu satırları yazmağa başladı Gönderdiğin mektuba çok teşekkür ederim. Bilirsin ki senin haberini al- dığım günler en fazla sandet duydu- gum anlardır. Bu sabah, hukuk tezi- mi müdafaz ettim. Artık oğlun yal- nız hukuk mezuun değil, hukuk dok- torudur. Benimle iftihar edebilirsin. Sana daha evvel cevap vermem icap ederdi. Fakat avukat Ferid be- yin yanında pek çok işlerim oluyor, Bu sayede bir de küçük muntazam maaş sahibi oldum. Umarım ki bun- dan sonra yavaş yavaş size yardım etmeğe başlıyacağım. Ferid bey iyi kalbli, ciyanmerd bir insan! ü Evime şimdi döndüm, anneciğim. Saat on buçuktur. Yemeğimi de ye dim, Merak etme, üzülme, karnını doyuruyorum, Dalma yemek yediğim. Jokanta kapalı olduğu halde bol bol tereyağlı ekmek, peynir, zeytin ye- dim. Emin ol çok mesudum. Bilhassa bu akşam mesudum. Fakat niçin? Bu hissimi kendim de. Hahlil edemiyorum. Her halde bu," hukuk doktoru olduğum, maaşa geçti- #im için değil. Bu İstanbul şehrinde kendimi, sizden uzak, yapyalniz hissediyordum. Çok şükür artik ah. val değişti. Bütün dünyayı gülümser görüyorum. Yegüne derdim babamı kaybetmiş olmamızdır. Ah, o da aramızda ol saydı da bu güzel günlere eriştiğimi * caktır. Onun da bizimle birlikte saa- | dete kavuşmasını öyle isterdim Ki... | Ah o mürabahacı niçin bizi mahe vetti? Vaziyetimiz ne kadar iyidi, 'Ufâk, mütevazı servetimiz bizi geçin dirmeğe kâfiydi. Birbirimizi de o ka» dar seviyoruz. (Arkası var)..

Bu sayıdan diğer sayfalar: