21 Nisan 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

21 Nisan 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

20 Ni*an 1935 ' Camhuriyef Prof. Hikmetin diinkü inkılâb dersi Sovyet Rusya île ilk temasımız nasıl başladı? Ermenistan hükumeti bizimle sulh yapmak içîn Vanı, Musu, Bitlisi istiyordu, fakat... Eski Kültür Bakanı Hikmet dün İnkılâb kürsüsünde Sevr muahede sinin neticelerinl anlatmış ve de miştir ki: c Tevfik Paşa Parise murahhas olarak gitmişti. Gönderidiği mektubda bu muahedenin öldürücü mahiyetinden bahsedıyordu. Ostnanlı murahhaalan sulh rnua hedesinin öldürücü olduğunu anla mıçlardı. Fakat hem muahedeyi imzaladılar, hem de muahedeye kafa tutan millî kuvvetlere saldırdılar. Bu çok sürmedi. Osmaıüı hükumctinin millî kuvvetlere gönderdiği ordu millî kuvvetlerle temasa geldiği yerde onlara iltihak ediyordu. Bazı serlerden okuyacağım parçalar bunu bize gösterecektir. 16 martta Mütıefikler İstanbulu işgal ettik leri zaman Ingiliz Harbiye Nazın Çürçil kısaca funlan söyledi: <îstanbulu işgalden sonra Damad Feridi kabine teşküine davet ettik. Damad Ferid bir kuklalar hükumeti teşkil etti.» Bîz Dumlupınar zaferini kazanınca ayni Çürçil şunları yazıyor: «tstanbuldan kovulmtğa hazırla nırken bize bir kukla gibi hareket eden tstanbuldaki Padişahı ve nazar lan millî kuvvetlerin intikamına bırakabilir miydik?.» İlk Millet Meclisi, Sevr muahede sinin imzalanmasından 20 gün kadar ewel toplanmıştı. Büyük Millet Meclisinin dış işleri bakımmdan ilk yap tığı iş Rus hükumetile temasa geç mek oldu. Rusya o sırada mürtecl g#n«rall« rin kurduklan ordulann hepsini mağlub etmişti. Avrupa amelesi arasanda iki urkanın nüfuzu vardı, Biri bolşevik fırkası, diğeri sosyalist urkalan. Sosyalist fırkalar arasında Ermenilerin nüfuzu çoktu. Bolsevikler, Türklerle birle şip, Ermenileri koruyan sosyalist fırkalan gücendirmek İBtemiyorlardı. Bu itibarla bizim ilk heyet böyle bir hava ile karşılaştı. Murahhaslanmız Moskovaya vardıktan biraz sonra garib bir vaziyette kaldılar. Rualar KafJcastaki mületlerle bir muahede ak dederek Türklerle meskun olan Nahçivanı Ermenilere verdüer, Bu suretle Rusva ile Türkiye arasında ir • tibat kesilmişti. Karadenizde de Fransız, tngiliz d o nanmalan hâkimdi. Murahhaslanmız Lenin ve Stalin tarafmdan çok iyi karşılanmışlardı. Fakat bu Ermenistan üzerinden bir yol tesisini teklif ettikleri vakit Ruslar yeni bir gaile açmaktan korktular. Ruslarla bizim murahhaslanmır arasmda bir muahede projesi hazır lanmıştL O ıırada Çiçerin bize bir teklifte bulunarak Ermenilere yer vermemlzi ve bu gailenin ortadan kaldırılmasını istedi. Murahhaslan mızdan Yusuf Kemal bu teklifle Ankaraya geldi. Her tarafımız düşmanlarla sarılmışü. Yegâne anlaşablleceğimiz devlet, Rusya idi. Halbula o bile Erroenilere arazi vermemizi is tiyordu. Mustafa Kemal bu cereyana 'şiddetle mukabele ettL RUB hüku meti şu iki şıktan birini seçmeliydL Ya Ermenilere kıymet vermek veya millî Türk hükumetinin dostluğunu kazanmak. Nihayet derin görüşlü bir Rus ricali Ermeni mıntakalanndan vazge çerek millî hükumeti tanıdılar. Bu Görüşler ve Görünüşler Haklar peki, ya vazifeler? Arszulusal (beynelmilel) Kadınlar Birliği kongresi bu yıl ve içinde bulunduğumuz günlerde Yıldız tepesinden dünyaya yıldınmlar yağdmyor, kadınlığın yüzlerce ve yüzlerce yüzyıldanberi verilmemiş olan haklannı belirtmek ve almak sayımma. Kadınlar kendi haklannın korunmasını kovalıyan bu ateşli çalışmaya tabiatile çokça alâka gösteriyorlar, ve herhalde kongrenin kuruluşunu duyanlar dikçe kulak kabartıyorlar. Bereket versin biz Türkler bayanlanmızın bütün haklannı vaktinde kendilerine vermiş olduğumuz için memleketimizde bundan dolayı kavga çıkmıyacağını düşüncrck rahat ne* fes ahyoruz. Bizde iş kazanılan hakkı hakketmeğe kalmıçhr denilebilir. GerÇek, hayatta üstüne düşülecek iş yalnız haktan ibaret değildir. Bu alanda saygı değer kongrenin güriiltü içinde bir tek noktayı belki de istiyerek fazlaca unuttuğuna elbet dikkat ediyorsunuz. Kadınlann haklan, âlâ. Ya vazifeleri? Vazifeyc hiç mi hiç yer ver miyen kongre bir tek gözlii teraziye benzeraiyor mu? 1 tstanbuldan Parise giden ekspres . Yugoslavyada haydudların taarruzuna uğradı Belgrad 17 (Hususî) Bu gece buradan Parise doğru geçen OrientEkspres trenine karşı çok cür'etkârane bir taarruz vaki olmuştur. Novska ile Zağreb arasında, Parise doğru git mekte olan trene haydudlar hücura etmiş ve posta vagonuna girerek, me» muru bağladîktan sonra, muhtelif memleketlere aid on bir çuval posta» yı alıp götürmüşlerdir. Çuvallarda ne kadar para bulunduğu henüz meçhul Giinün bulmacası 2 8 4 5 8 1 8 • 10 11 12 Papağandan gümrükj Edirneden İstanbula gelen eşyanın bitmez tükenmez oldukça kanşık gümrük muamelelerine tâbi tutulduğunu işittiniz mi? Bu gümrük ifleri her memlekette bir yılan hikâyesi gibi uzayıp giden işlere ve hâdiselere meydan verir. Bunlardan bir gülüncü de geçen gün Fransada görülmüştür: Meşhur »inema artistleıinden Ro imu, Tartarenli Tartaren Taraskon filmini çevirdiği Cezayirden dönerken oradan harikulâde güzel yeşil ve ma vi tüylü bir papağan getiriyordu. Tam gümrükten çıkarken bir me mur koluna yapışb: Hey Mösyö Roimu. bilîyor musunuz ki papağanlardan gümrük alı yoruz?.. Çok şey, papağanlardan da gümrük mü alıyorsunuz? Evet canlı olduklan zaman... Aktor Roimu papağana dönüp ak si, aksi baktı ve: Haydi uzun etme ver gümrügü Jül... Âdet öyle imiş, dedi. 1 • 1 • •I !• • •1 1 1 ! I !• • • 1 1"1 1 1 111 1 •1 •İBİ 1 1m (• İB • •1 1 1 1 1 •1 •1 •1 • \M\ 1 •1 lnl 1 " 1!! • 11• \m\m •l dün ^^ J* Harb ihtîmali Bir Leh gazetesinin şayani dikkat yazısı Varşova 20 (A.A.) Kurjer Po • ranny gazetesi, uluslararasi vaziyeti tetkik ederek diyor ki: c Görünüşlere rağmen harb ihtimali pek azdır. Bazı memleketlerin milli emellere ka^uşmak yolundaki gayretlerini görüyoruz. Ancak bunu silâha sarılmak suretile elde etmek istemiyorlar. Bu emellerde meşru olabilecek hususatı teslim etmekle beraber iltihak temayüllerine kat'iyyen karşı durulmalıdır. Bunun için de müessir yegâne çare elde askerî kuvvet bulundurmaktır.» | Soldan sağa: 1 İçinde bulundujumuz mevsim, yurümek. 2 Senenin on ikide biri, baharın kokulu güzel süslerl, blzi do&uran. 3 Kabil olma, zaman. 4 . Tlbetlilerin papazı, ncta, bir şeyin sujnı alındıktan sonra geri kalanı. 5 Onunla yürürüz, elmanm cem'i. 6 . Zaman, lskambilde kırmızı renklerden biri. 7 Erkek, akma, beygir. 8 Beyazın aksl, tnglliz aUabesuıde bir harfin okunuşu. 9 Hastalıga karşı verllen gey, kllşelerin üstündeki küçük çizgiler, ln^anların yuvasu 10 Firar eden, telgraf havadlsi veren şirkeL 11 İran tttllnde su, kolun ucu. 12 . Çenenin altındaki kıllar, öz türkçe sahlb. iıaberslzce. yukarıdan nagı: 1 Yeşil sebzelerden biri, bahar ye mlşlerinden biri. 2 geceleyin gökte ışık veren yuvarlak, madenlerin iyilik ve fenalığını gösteren esas, Tlbetlilerin rahibL 3 . ttlkad, gizll 4 Küşad etmek, Hind hükümdan. 5 . İran dilidlnde kavim, ceml edatı, atm ayafclcabısı. 6 Deva, ingillzce <ne» manasma gelen kelime, 7 . 6z türkçe nmumî, bir çeşid lçki. 8 Bir maklnenin kurulmasma fr«nkçe verllen islm. 9 Aparmaktan emlr, cema at« namaz Jnldıran. 10 Koklayınca so . lan çlçek. 11 Bir kumaşm genlşllgl, zamanı gösteren alet, öz türkçe selâm. 12 Kabann&ktan emir, dağda ormanda vurılan hayvan, sıfat edatı. E$ki Kültür Bakanı Hikmet suretle daha o zaman millî topraklanmızdan fedakârlık etmemek sure tile vaziyetimiz kurtulmuştu. E n r e niler, Oltiye hücum ederek katliâm yaptılar. Biz o sjrada İngilizlerin Kafkasyayı terkedecekleri sovlendiŞi icin Ermenilere hücum etmedik. Bir iki ay sabrettik. Biraz sonra Ermenilerle harbe başlamıştık. Ermeniler bizim harekâtı mıza karşı çarçabuk muvaffakivetli bir baslon yapmışlardı. Fakat kısa bir zaman sonra muharebe lehimize döndü ve son istasyon olan Sanka mışa vardık. Bir ay sonra tekrar taarruza geçerek Kars kalesine girdik. Orada birçok cepane ile (600) top «ldık. Biz Karsı aldıktan sonra Ermenilere resen bir nota verdik. Dedik ki, bizim sizinle bir davamız yoktur. Biz istiyoruz ki her millet kendi mu kadderatına hâkim olsun. Siz Ermeniler bize karşj Fransız ve Ingılizlere alet olmaktan vazgeçerseniz sizinle derhal anlaşınz. Onlann murahhasları geldiler. Sulh müzakeresi için şu teklifi yaptılar. Van, Bitlis ve Muşu bize verin(!).. Sersemlik ve vaziyeti anlamamak bu kadar olur. Gayet sert mukabele etmek mec buriyeti haml oHu ve Abdüihamid zamanında kaybettiğimiz yerler de bizde kalmak üzere Ermenilerle sulh ak dettik ve Gümrü muahedesi akde dildL Bu sırada Bolşevik kıt'alan da bizim elimizde olmıyan Ermenistan arazisine girdüer. 1920 senesine doğru millî hükumetin vaziyeti şu idi: Garbde Yunanlı lar toprak kazanmışlardı. Bu toprak kazanmak bazan kârdır, bazan da ziyandır. Halbuik millî hükumet şarkta düşman Ermeni hükumetini ortadan kaldırmış, bize dost olan bir Ermeni hükumeti kurulmuş, Ruslarla uyuşulmuş ve bir hudud tesis edil mişti. O zamanki düşmanlarımız bize (yok) nazarıle bakamazlardı. Leninin Mustafa Kemale gönder diğı bir mektub üzerine Rusyaya Ali Fuad Paşa ile bir heyet gönderdik. O sırada Kızılordu ile Gürcü ordu arasında harb başladı. Biz Kars, Ardahan, Batum kısımlarım istedik. Gürcü sefiri bizi oyalamağa başladı. Mustafa Kemal bu yerleri harban alacağımızı söyleyince, onlar bura lan terkettiler. Yalnız Batumu bıtakmak istediler.» Beraet cezası Şimdi adlî işlerimiz elbet daha yo lunda olacaktır, fakat Abdülhamid idaresi zamanında adına beraet cezası denilen bir türlü mahpusluk şekli vardı. Bir tavuk hırsızı ala ay mevkuf kaldıktan sonra işte alâkası olmadığı anlaşılarak serbest bırakılınca hapis • hane âleminde bu ala aylık mevkuf luğa beraet cezası adı verilirdi. Bu cezanın Fransada görülen bir şekli ağırlık ve uzunlukta rekor kırnuş, gibidir: 1910 da k ü çük bir kız çocu ğunu katletmck cürmünden dola yı W . Wend ling isminde biri müebbed hapse mahkum olmuş tu. Wendling Fakat bu yıl asıl mücrim ölürken cinayetini itiraf etmiş ve binaenaleyh yirmi beş yıl hapislikten sonra beri üzzimme olduğu anlaşılan Wendling derhal serbest bırakılmıştır. Katledilmiş olan çocugun ailesi bi • günah olarak yirmi beş yıl.hapituıe 9 da yatan bu adamcağıza 250,000 frank Uzminat verraişdr. Haksız yere hapisanede geçmiş ö'mrii bu paranın hatta on, yüz ve hatta bin misli tclâfi edemez tabiî. Havalanan bir kadın' Bütün hayat havalanan kadın ve erkeklerle dolu dur ama söylemek istediğimiz kadın başka bir çeşid havalamşla yerin den fırlamışnr. Bu bir rekabet havaIanışı, bu da bir Lora tngal kıskanclık hamlesi ama çeşidi bam • başka ve ycpyeni. Kadın tayyarecilerinden Bayan Earhardt en son defa Amerika üzerinde 17 saat 17 dakika uçarak havada çok durroa rckorunu kazanmışö. Gene Amerikalı diğer bir tayyarcci kadın, Bayan Laura Ingalls da şimdi bu rekoru kırmak üzere Nevyorktan havalanmışhr. Adamla Havva cennetten yeryüzüne doğru beraber uçmuşlardı. Şimdiki Havva kızlan yeryüzünden göklere doğru yalnızca havalanıyorlar! i u Hariciyede tayin ve terfiler Ankara 20 (Telefonla) Rodos konsolosu Hasan Refet Batum kançilan Orhan derecelerile merkeze nak ^ ledildiler. Pire Başkonsolosluğunda konsolos muavini Cavid Ulvi Rodos konsolos luğuna, Moskova elçiliği kâtiblerin • den Vecdet Tahir Roma elçiliği kâ • J tibliğine tayin edildiler. lktısad dairesinde orta elçilik müs • teşan Numan Tahir, altıncı hukuk müşavirliğinde Mehmed Ali Tevfik, dokuzuncu derece memurlardan Said, Moskova konsolosluk şubesini tebdile memur Naum, Belgrad elçiliği başkâ • tibi Saffet Urfi, Göraülcine konsolo su Selim Rauf, hususî kalemde elçi lik başkâübi Siret, elçilik ikinci kâtıbi Faik Hüseyb sekinci dereceye, onun cu derece memurlardan muavin kön « solos Muzaffer Kâmil, Prag elçiliği ikinci kâtibi îrfan, Vaşington elçiliği kâtibi Seyfullah, Bükreş elçiliği ikin ci kâtibi Ilhami, Bükreş konsolosluk işlerini gören Pertev Şevki, ikinci daireden Rifat Rüştü, dördüncü daire * den M. Rüştü, Tevfik, Kâzım, kâtibi umumilikte Rıdvan Hâmid, Paris elçiliği kâtiblerinden Kemal Lutfi, Ka« hire elçiliği kâtiblerinden Cemil, Nevyork kançılan Cemal Tayyar, muh telit hukuk işlerinde Ahmed Rağıb, Atina elçiliği kâtiblerinden M. Receb, Bern elçiliği kâtiblerinden Ahmed Celâlettin dokuzuncu dereceye terfi et • j mişlerdir. Evvelki balmacantn halleiilmiş şekli 1 t 8 4 6 6 7 H V 10 11 12 Volterin seîâmîaşmasıS %> AlL M A T N YİÂİBİHİAJR U|S U|Y|S|A|LİB V Geçen gün Dolmabahçe sarayındaki çayda kongresist bayanlardan birine o gün Ayasofyaya gittiğimi anlahyordum. Tabii ibadet etmek için gitmiş olacagımı farzederek çok cemaat var mıydı diye sordu. Orasınm şimdi müze olduğunu söylerken zaten ötedenberi ibadetle pek başım hoş olmadıgını da ilâve ederek kendisine Volterin şu hikâyesini anlatum: Dinsizliğile tanılan meşhur Fransız filozofu Volter paskalya yortulan zamanında bir kjlise önünden geçerken dinî merasim yapan bir alaya rast gelince şapkasuu çıkarmif. Bunu gören bir arkadaşı: Oo maşallah, demiş, dinle banşmışa benziyorsunuz > Hayır, diye cevab vermiş Volter, yalnız selâmlaşıyoruz! Görüştü ğümüz yok! Kongresist bayan kahkahajarla gülerek: Yes, very Well! Dedi. dızaklar yanıyor. Yatagıma öyle yakın geldi ki... Nefesini bile duyuyorum.. Niçin durdu?.. Niçin kımıldamı yor?.. Havayı hafif bir hareket tit * retti. Havanm, yukarıya doğru yükselen bir cismin etrafından iki tarafa kaçarken yaptığı hafif ve yakalanmaz sesi duyuyorum. Mor çizgi münhanî bir hat oldu. Sonra genişledi.. Genişledi. Kapı perdelerinin pmltılı boncuk lanndan süzülen mor bir ziya, yatağımın kalın, ipek siyah perdelerinden içeri doldu. Yataklığımın perdelerine renk, renk boncuklarla işlenmiş büyük ejderhalann pmltısmdan kamaşan, kaçan bakışlanm ipek perdelerin yumuşaklı ğmda kayıyor. Şimdi, siyah perdeleri buruşturarak açmış olan, büyük, solgun eli görüyorum.. Onun elini... Sonra karanlığın üstüne, munta zam çizgilerile. harikulâde güzel bir profil şekli çiziliyor.. Etinin rengi ve manası belli olmıyan, yalnız şekil olarak mor ziyadan bir zemin üzerine çizilmiş gibi görünen bir profil... Onun profili... *** Kalın, gür bir ses, asabıma çok fena AıMİLl A'MİKİMİNİ AİL| E |M RH AJYlElTMElUTlt UJ YİM A IİMJAİRİT •İAJL P l t l E ! 1 AİNİEİBİAİDİA •İB|E|L|A|B|E|MİH|AC1| SİEİBJA'NİDİLİAİŞ | M | AI • Â|a|A|N|M|A|K|B|Aİl|K| f V|U|R|B|A|K!A|B|B|U|1İL ftfİrf i İBfOllllBl S ||A l Ş|UİBİEİ1İK|1'KİA'N'U|N Uç bayram birden geldi Geçen perşembe günü Yahudilerin hamursuz bayramı başlamışnr. Bugün katolik ve Ermenilerin paskalyası, ö nümüzdeki pazar gününden itibaren de ortodokslann bayramlan başlıya * caknr. Muhtelif ırk ve mezhebde halka aid olan bu bayramlann hep bir araya gelmesi şehrimizin hayat faaliyetini değiştjrmiştir. Şehrin ticaret hayatın da da bariz bir canhlık görülmektedir. Paskalyayı şehrimizde geçirmek ü zere Yunanistan, Romanya ve Bul garistandan birçok ailcler gelmiştir. bir tesiri olan sıcak, alev gibi sıcak bir ses toruyor: Suzan!... Suzan!!.. 4 Uyuj'or musun? Arnk arahk perdelerin önünde hudud] an mor ziya üstünde oyulmuş siyah bir külçe yok... Karanlıkta bile pınldıyan bir çift göz var... Hırçın ve sabırsız bir sesle ben dç bir sualle mukbaele ediyorum: Ne isn'yorsun?..« Ludendorfun eski bir sözü • General Ludendorfun Almanyada ikide birde ismi geçtiği ve dahilî siya sette çok büyük kuvvetler kazandığı bu son günlerde ondan boşanmış olan eski kansı Marguerite Ludendorfun 1928 de 8 Uhr Abenblatt ta neşretn'gi hanrabnı akla getirmek istiyen bir Fransız gazetesi bu hatırattan ju parçayı almışür: «Harbden sonra Ludendorf birçok kere resmen: «împaratorluğu yıkan ihtılâlcilerin en büyük hatası ve buda lalığı beni hayatta bırakmak olmuş tur. Eğer ben bir kere daha mevkii iktidara gelirsem, merhametsiz ola cağım, hepsini asacağım» demiştir. Fransız gazetesi ba fıkrayı naklet tikten sonra ilâve ediyor: Bugünlerde Almanyada bu ihmallerini düşündükçe pişman olan eski ihtilâlcilerin adedi pek te az olmamalıdır galiba!... Doğruluyorum... Oturuyorum.... Beyaz ipek geceliğîmden çıkan es mer omuzlanmı avuclanmla örtüyo rum. Kollanm göğsümün üstünde çap raslanmış duruyor: Seni dinliyorum. Yatağm ayakucuna oturuyor. Dağmık siyah saçlan, lolgun alnınm bazı yerlerini örtüyor... Uşakta bir idam Uşak 20 (A.A.) Simavın Kınk ' kavak köyünden Ali oğlu Hüseyin hakkındaki ö'lüm cezası bu sabah saat üçte infaz edilmiştir. Hüseyin evli olduğu halde başka birisinin karisile münasebetini engelsiz yapabihnek için ve sonra da ev lenmek çarelerini aramak maksadile kadınuı kocasını öldürmekten suçlu idi. Mademki bundan bu derecede eminsin. Mütemadiyen ayni şeyi tek» rarlamakta ne mana var?.. Sözünü anlamıyorum. Seni sevmediğime emin degil misin? Eminsin, buna şüphe yok... Emin olmasan hergün bu lâkırdıyı bana tekrarlamazsın... Bu, bana bir cevab m ı ? . ^ Evet. Yani?... Yani ısrar etmeğe lüzum jrok.» Suzan... Anlaşıldı mı?..« Omuzlanmın üzerindeki ellerimi tutuyor: Suzan! diye tekrarlıyor..* Hem kuzum sen çocuk musun Nihad... Gece odama bana bu söz leri söylemek için mi geldin?... Beni bunun için mi uyandırdın?... Söyli yeceklerinin hepsi bumuydu?.,* Suzan çok muztaribim.. r ..,,, Ne istiyorsun Nihad?... Daha ne istiyorsun?... Şikâyetin nedir?..M Neden jikâyet ediyonun?... (Arkası vart Edebî tefrika: I Şekil, renk, çizgi, ziya, gölge yok!.. Hiçbir şey yok!... Gözlerimin kapaklan kapalı olduğu zaman hayalimde daha çok renk, çizgi, ziya ve gölge vardı. Ben şimdi gözlerimi bir yokluk içinde dinlendiriyorum. Ben şimdi gözlerimi kırpmıyorum bile... Bakmak ve görmemek, görmeden bakmak... Ne zevk... Ne revk... Karanlığın sinirlere fifa veren, dinlendirici bir kuvveti var... Ben bu gecenin ebedî olmaııru, hiç bitmemoini İstiyorum.. öyle rahaom kl» **• Yatakhgımm perdelerini; gozlerîmi bütün ziyalardan korusun diye mahsus boyle kalın yapbrdım. Her gece yumuşak yasüklara, gündüzün yorgunlugu ile sızlıyan başunı gömerek, gözkapaklanmi açık tutup, bakışlanmı k*ranlıkta «lioiendirme^ herşeyden Yazan çok seviyorum. Suad Derviş *** İpek hışılnsı var... Odalanmızın arasmdaki perdeyî açmış olacak... Kalın halılar ayak seslerinin nekadar da ustalıkla ve meharetle boğsalar; ben bir insanm... O nun.... Tuvalet odamda yürüdüğünü işitiyor... Hayır hissediyorum. Elektrik düğmesi çevrildi. Görünmiyen bir el karanlığıma mor bir çizgi çizdi. Gözlerimin önünde mor ziyadan uzun bir çizgi var. Köşedeki mor abajurlu lâmbayı yakmıj olacak. *** Hiç kıpırdanmıyorum... Ayak sesIerini dinliyordum. Şimdi tuvaalet odasmdan yatak odasına yaklaşıyor. Kapının boncuk perdelerinin arasından geçti... Bon cuklar sallandıkça, birbirlerine çarpa rak fısıldaşıyorlar. Ve mor çizginin üslünde, renk, renk Dinlblarla ufak yıl *** İki eliyle tutup birbirinden ayırdığı perdelerin ortasmda; siyah pijeunaıı içbdeki, iri, heybetli, kocaman vücudü var. Seninle biraz konuşmak istiyorum. Bu eksik ışığm içinde; çok solgun görünen elimle yatağımm yanındaki elektrik düğmesini çeviriyorum. Ya takhğımın tavanmdan şimşek rengî tüllerle boğulmuş bir ışık dökülüyor... Ve siyah ipek perdelerin üzerindcki ejderha kalabalığı bu ışıkla canlanıyor, pınldaşıyor.. Eski heykellerin haşmetli, muntazam güzelliğile güzel olan yüzü bana yaklaşıyor: Sana o kadar çok söyliyecek Ierim var ki... Sesinde yalvaran bir ahenk var... *•*, Başlasana!..^ Susuyor... Nihad ne söyliyeceksîn?..» Sağ elimi sol omuzumdan çekerek ağzunı örtüyorum. Öyle uykum var ki... Esniyorum. Haydi yavrum... Söyliyecegini biran evvel söyle... Bütün dikkatimle seni dinliyorum. Suzan bu, daha nekadar de • vam edecek?... Nihayet konuşuyor. Ne?... Senin bu halia!... beni sevmiyorsun. Suzan sen ***

Bu sayıdan diğer sayfalar: