9 Mayıs 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Rumun ocağına incir diken Arnavut hapse ma hküm oldu “ Ben o Rumun ağaçlarını kesmeğe tenezzül etmem ,, diyen Arnavut bir ay hapse mahküm edildi, fakat cezası tecil olunduğu için ucuz kurtuldu_ — Hani derler, var ozakta... nasil der- ler, a zanım? Ozakta dikmis inzir... bu adam benim! ; A - L Yani, ocağına incir dikti, demek is- tiyorsun galiba? n — Evet, inzir dikmis benim ozakta bu adam! ; Mesele, şu: Davacı olan Hıristakinin arsasında bir çok incir ağacı bulunuyor- ımuş. Kendisi başka yerde oturuyormuş. Şâmil isminde bir adam, bunu fırsat bil- Miş, o ağçları kesmiş; ve ne yapmışsa yap mış! İhtimal, soğukta odun yerine ocağa atmiış, ısınmış! — Sen ne diyeceksin, bakalım? Bak, neler söylüyor? Dava edilen, ayağa kalktı. Orta yaşlı, pos bıyıklı bir adam: — Gören, dedi, var mı acaba? — Şahitleri dinleyeceğiz. Şimdi sen ©- nun orasını bırak ta, sorduğuma cevap ver. Kestin mi, kesmedin mi? — Varsa gören, gelsin karşıma, söyle- lesin suratıma karşı more!... Dava edilen, esas sorguya cevap verdi. Fakat, gene dolambaçlı bir şekilde: — Ben, dedi, kırk yıllık bahçıvanım, more! Benim bahçemde var her türlü a- ğaç. Var badem, var dud, var ceviz, var elma, var ay... — Anladık, ayva ve saire birçok ağa- cın var. Bunun incirlerini kestin mi, kes medin mi? — Söylüyorum, more. Var incir de be- nim bahçemde. Ben ne yapacağım bunun incirini? Ben kimsenin dikmem ocağına incir! Bunun ocağına ne diye dikeceğim sanki? Tanımam kendisini, kan kavgası yok aramızda. Yok bir düşmanlık. Hem böyle ağaç kesmekle mi dikilir ocağa in- cir, dikilecek olsa? Davacı, dayanamadı, yerinden fırladı: — Daha nasil dikezek ozaka inzir? A- ğas kemiyezek de «kopsi kefali» yapazak beni yoksa? Öyle dikezek inzir ozaka? Böyle yapilir bu onza? — Sus, otur yerine, şimdi söz sırası o- nun! Ey, netice? Yani sen bunun incir ağaçlarını kesmedin, öyle mi? : " e— More, hayır! Yok öyle şey! Benim. bahçemde var incir, verir mevsimde bol İki taraf, yatıştırıldı; birkaç şahit din- lenildi. Reis Müddeiumumiye sordu: — Ne buyurulur? — Suç, sabittir. Bu itibarla... Müddeiumumi, ceza istedi, davacı mem hundu. Dava edilene gelince, o, hiç renk - vermiyor, fakat, kesmediğini söylemekte İnat ediyordu: ; 4 — Tenezzül etmem başkasının incir a- ğacına, more; var benim bahçemde daha bu adamın suçunu sabit gördü ve bir ay, “yedi gün hapsini kararlaştırdı. Ancak, bü cezayi tecil etti. — — Haydi, bu sefer ucuz kurtuldun. Fa kat, bir daha sefere dikkat et. Eğer baş- ka bir suç daha işleyecek olursan, iki ce- zayı birden çekersin, ha! — More, ben... Arnavut, hâlâ ağaç kesmediğinde 1s - rar ederek koridora çıktı. Bu sırada Rum, ceza salonununun kapısında bir avukata soruyordu telâşla: — Ucuz kurtuldu, ne demek azaba ? .Yoksa bu bana pahalıya malolazak? Ya- ni vermiyezek inzirlerimin parasını? Komünist suçlularının duruşmaları Nâzım Hikmet, Dr. Hikmet ve saire komünistlik tahrikâtı suçlularının duruş- malarına, dün sabah Ağır cezada kapalı celsede devam edildi. Dün sabahki du- ruşma, saat on üçe kadar sürdü. Bundan sonra da, Kadıköyünde Mah- mutbaba mezarlığında bir gece, öteden- beri tanıştığı Bartınlı Hacer isminde bir kadını, parasına tama ederek kasatura ile öldürmekten suçlu Hüseyin onbaşının du ruşması vardı. Davanın bu celsesinde, bir çok şahit dinlenilecekti. Vakit geciktiğin den, bunlardan imza âlındı ve duruşma, 5 Haziran Cumartesi sabahı saat 9 a bı- rakıldı. Sigorta sahtekârlarının muhakemeleri Yaşayan bazı kimseleri ölmüş gibi gös- tererek, bunların hayat sigortalarını, «Ün yon» sigorta şirketinden almağa teşeb- büs ettikleri iddiasile Dördüncü cezada /duruşmaları yapılan Onnik İplikçiyan ve arkadaşlarının duruşmalarına dün sa- bah devam edilmiştir. Dünkü celsede, Beyazıt nüfus memur- luğundan bir istilâma gelen cevap okun muş ve Sivas nüfus memurluğundan da bir istilââmda bulunulmak üzere, duruş- manın devamı 5 Hazirana kalmıştır. Bir kadın tevkif edildi Soğukçeşme yokuşunda 28 numarada oturan Cemile isminde gene bir kadın, dün sabah Adliyeye getirtilmiştir. Mev- cuden Sultanahmet birinci sulh cezaya verilen Cemile, alacalı, örme bir hırka ile gene alacalı bir basma parçası aşırdı- ğı iddiasile gönderilmişti. Kendisi, inkâr etti, şöyle söyledi: — Ben, çamaşır yıkamakla geçinirim. Annem de iş görür. Bu hırka ile basma- ya elimi bile sürmedim. Havriyeye ver- miş te değilim. O, beni kıskanır da ondan bu iftirayi atıyor! Hâkim Reşit, dosyayı gözden geçirdi ve Cemileyi tevkif etti. Çocuk üzerinde Bir isim değiştirme Vak'ası — Şöyle bir mektub aldım: — — — < Hercai teyzeciğim, - «Bir hayli düşündüm, bir hayli so- — Tuşturdum. Aldığım - cevabların ço - — Seni efkârıumumiyeye fena tanıt- mak içindir. İ Denildi. Fakat benim aklım bunu al- mıyor. “Sana sormıya karar verdim. Cevabının efkârıumumiye üzerinde fe- na tesir yapamıyacağını düşünerek sa- na soruyorum: Ben evlendim, karımla önceleri iyi geçindik. Fakat talihim değil, kayın pederim bizi ayrılmıya mahküm etti. Ü Şimdi ise kayın validem de çocuğu - - gördükleri - nüfusa kayıtlı ismini de- Biştirmişler. Çocuğun eski adını yazdı- /|tevabını veririm. muzun - gene kendilerinin münasib ranlara hakaret âmiz sözler sarfedi - yorlarmış. Sen ne dersin hercai tey - zeciğim, az kaldı bütün çiçeklerin adı- nı sayacaktım., —— * e' w Evvelâ bu okuyucum bana:;. — «Hercai» Sıfatını neden veriyor? Maksadı il- tifat mı, değil mi anlamadım, Mektu- | bundan da tam bir mana çıkardığımı söyliyecek olursam yalan söylemiş o- lacağım, fakat kolleksiyonun içinde bir tane de bu cinsten bulunsun, de - Okuyucum biraz daha vazıh olursa TEYZE 4 « Hizmetçi altıda, büyük bay altı buçukta, müştür. Dünkü muameleler hararetli olmuş, | |Türklerde biraz düşüklük vardır. Eyvyelki - |senelere nazaran mühim miktarda fazla ol- - |para girmiştir. Bu söne çiroz çoktur. Son Li .SON POSTA Büyük bayan, büyük bay, bayan, bay, küçük bayan, küçük bay ve hizmetçi, Yedi kişi ediyor... değil mi?. Bu yedi kişi ayni evde otururlardı. Hepsinin de birer hâtıra defteri vardı, şimdi onların hâtıra defterlerinden birer parça nakle- Hizmetçinin defterinden: T «5 Mayıs — Ne fena hava, soğuk müt- hiş.. Yağmur da yağıyor.. Bugün gene böyle geçecek, ne fena... vesaire... vesal- Yre,...> * Büyük Bayın defterinden: «5 Mayıs — Oh ne güzel. Tam mânasi- le bir bahar sabahı.. Kuşlar ötüyor. A- Baçlar çiçek açmış, güneş ılık aydınlıği- le odamın içerisinde... vesaire... vesaİ- Ye...> * Büyük bayanın defterinden: «5 Mayıs — Hava bugün gene sisli, göz gözü görmüyor. Bu ne üzücü şey... Ne vakit güneş göreceğim?. Ne vakit bir bahar sabahında uyandığımı hissedece- ğim?.. vesaire... vesaire...> * Küçük bayın defterinden : «5 Mayıs — Bugün de gezmiye gide- cektik!. Bu havada da gezmiye gidilir mi? Şakır şakır yağmur yağıyor. Her ta- raf göl olmuş.Güya futbol de aynayacak- tık. Bu ne kötü talih... vesaire... vesai- re...> * Küçük Bayanın defterinden: «5 Mayıs — Alâ, mükemmel; işte tam benim istediğim hava; sanki bilmişim de | Neclâya bugün için söz vermişim. Ne se- ,fin, ne de sıcak.. Ada da bugün ne gü- zeldir. Hemen gidip yola çıkayım... vesa- ire... Vesâire.,..> * Bayanın defterinden: «5 Mayıs — Bugün gene havada bir tuhaflık var. Vallahi donacağım. Ne so- ğuk, sanki kış geri gelmiş; dışarda da sulu kar yağıyor... vesaire... vesaire...> * Bayın defterinden: «5 Mayıs — Ter içinde kaldım. Ne sı- cak, ne sıcak.. Ben böyle sıcak hava A- ğustosta bile görmemiştim. Hele şu fa- nilâyı çıkarayım. İnce bir gömlek yetişir, beyaz keten elbisemi giysem çok iyi o- lacak... vesaire... vesaire...> * — Bir yanlışlık mı var?. rihler gayetle doğru. Hepsi bu hâtırala- rını 5 Mayısta ve uyanır Uyanmaz yaz- dılar. Yalnız şunu söylemeyi unuttum. büyük bayan yedide, küçük bay yedi bu- çukta, küçük bayan sekizde, bayan sekiz buçuükta ve bay da sekizi kırk beş geçe uyanmışlardı. İstanbul havası bu... İMSET Sulh hukuk mahkemeleri dün taşındılar Adliye sarayı yangınından sonra, E- minönü kaymakamlığının bulunduğu Sir kecideki «Gülbenekyan» hanının gayri müsait bir kısmına sığınasn Sultanahmet Sulh Hukuk mahkemelerinin, kalemleri- nin ve tebligat bürolarının uygun görü- Divanyolundaki eski «Türk Kadınları| Biçki yurdu» binasına taşınmaları, bu - gün de bütün gün sürecektir. Bu işin bu gün tamamlanmasına ve ayni zamanda yerleşme işinin de yarın sabaha kadar tekmillenmesine çalışılacaktır. Üç mahkeme olan Sultanahmet Sulh Hukuklar, yarından itiharen, davalara bu yeni binada bakacaklardır. Frankta istikrar Dün frank borsada bir Türk lirasına mu- kabil 17 frank G0 üzerinden muamele gör - 12,500 franklık muamele yapılmıştır. Üni - gün 20 lira 67,5 kuruşta kapanmıştı. Dün 20,45 de açılmış 2050 de kapanmıştır. 1600 muamele olmuştur. Çiroz ihracatı -Bu sene balık istihsal ve ihracatı geçen muştur. Bu'yüzden memlekete külliyetli hafta içinde yüz bin çift çiroz ihraç edil - Diyorsunuz.. Hayır, yanlışlık yok. Ta- ? len yeni binaya taşınmalarına dün öğle-| .| den sonra başlanılmıştır. l : - _ı_: v ) Halit Ziyanın enstantaneler -* * X ı | Üstadın verdiği ders - İki sürahilik konferans - Hüseyin Cabit “ Programa dahil değilim ,, diyor - Persefon şairinin irticalef söylediği beyit - Solmasından korkulan çiçekler «  p K jübilesindel — Hüseyin Cahit Bundan on sene evveldi, Halid Ziyayı Yeşilköyündeki evinde ziyaret etmiş, o - nunla görüşmek zevkini elde etmiştim. Fakat onun asıl kudret ve şahsiyetini E- minönü Halkevinde şerefine yapılan top- lantının sonunda kürsüye çıktığı ve söz aldığı zaman tanıdiım. Halid Ziya Uşaklı- gili dinlerken duyduğum vecdi, öyle zan- nediyorum ki hayatımın sonuna kadar bir daha duymıyacağım. Onun Oscar Wilde'ninkinden daha in- ce bir ego'su vardı. Hitabesile herkese bir ders verdi. Kendine mahsus, harikulâde bir sa - deliğe erişmiş fakat hiç bir zaman ede- bi kiymetlerden feragat etmemiş üslübile verdiği bu dersi kaç bahtiyar anladı, bil- miyorum., Ben, dinlemek zevkini kaybet- memek için not almağa cesaret edeme- dim. Esasen sözlerini aynen nakledemez- dim. Zira Halid Ziyanın sözlerini, Halid Ziya gibi nakletmenin imkânı var mı? Maamafih, nasıl güzel bir kadının sırı bozuk bir aynadan görünmesi o aksin bir başkasına aid olması demek değil ise ben Halid Ziyanın sözlerine nankör bir akis olmağa cesaret edeceğim. Üstad af buyur sunlar. Cesaretimi, vermiş olduğu dersi tefsir gayretime bağışlasınlar. * Halid Ziya Uşaklıgil'ın, elli beşinci san'at yılını tes'id için toplanmıştık. Ev- velâ, bizzat üstadın sözlerine göre, bu elli beş rakkamı yanlış olsa gerek. Halid Zi- ya bir gazeteye verdiği beyanatta 68 ya- şında olduğunu, ilk yazısını 16 yaşında neşrettiğini söylüyor. Demek 52 yıl, Sonra, bu toplantıya, bazıları kutlula- ma, bazıları merasim, bazıları ihtifal gi- bi isimler taktılar. Halid Ziya, söze, kendisi için yapılan toplantıya güzel bir mahviyetle te- ve âdâb> dersile başladı ve ejübile» nin ,'ne olduğunu anlattı. Lâkin bunu hisset- tirmedi, ve derhal insanların «hasail gü- /Zide» sinden bahsederek bu hasletleri san'at hayatının ellinci senesini tes'i - den ona ikram eden genclik hesabına ,kaydetti, oradan eskilik ve yenilik bah- sine geçti. Halid Ziya, bu bahiste, yalnız kendisi gibi şahsiyetlere mahsus bir u - zak görüşle, o gecenin ertesi gün ken - dine karşı uzanacak dillere peşin bir ders vermiş oluyordu. Üstad dedi ki: — Eski Yunanlılarda bir rasime var « maş. Bir yevmi mahsusta, şehrin bir mey- danına, yaşlılar, daha az uvaşlılar ve en gençler toplanırlar, devver bir halka teşkil ederlermiş. En yaşlı elinde tuttuğu bir meş'aleyi kendinden daha az yaşlıya ve o da daha az yaşlıya verirmiş. Böyle- ce meş'ale sönmeden en yaşlıdan en gen- ce doğru elden ele geçermiş. Bu meş'ale ,bir remz'dir. Yaşlılar, cllerinde tuttuk - arı meş'aleyi söndürmeden en gence vermeğe mecburdurlar ve isterler ki bu /meş'ale daima münevver kalsın. Halid Ziya, büyük bir nezaketle bu ra- simede gençlere düşen mukabil vazife - den bahsetmedi. Bu vazifenin yapılması- a onların idrakine bıraklı. Bugün sevi - nerek görüyorum ki gençlik, bir takım münkir az yaşlıların sördürmek istedik- leri bu meş'aleyi canlandırmakla meş - guldür, ve üniversite gençliğine atfedi- ,jlen sözleri tekzib etmiştir, * Üstad, sözlerini bitirirken şöyle bir hayalden bahsetti: — Şu köşeden bir gölge bana koşu ıxıl y |İgeliyor. Galiba bir mekteb çocuğu, On ee Selâmi İzzet olarak kabul edenlerdenim. Halid şekkür ettikten sonra, küçük bir «usul| Yazan : Fikret Adil beş yaşlarında... Onu tanır gibi olu!lqı rum... Bana benziyor. Bugünün gençi v nin timsali olarak bana geliyor. Bir €| | de bir kâse vat. Öteki elinde bir iîâ «Beni tanımadıniz mı> diyor, «<Ben H Ziyayım. Elli sene mi çalıştınız? Sizi Ğl'ı yorgun görüyorum. Size serin bir ğl"”—..al bet getirdim. İçiniz. Bu tacı da, koşüi“!îf da, mücadelelerde Yyorgun olan mu”?ı ferlere olduğu gibi, başınıza koyu"“ü; İşte o serin şerbeti içiyorum ve tacı G7 orum. n Ben bu sözleri hayal değil, bir hakz'ü;;% İ yalnız ve yalnız kendi kendine borçlü ! | dur. Bizler sadece bu elli sene evvel _'.*3 ne aldığı meş'aleyi söndürmiyen, ve ziv::. yasını koştukca arttıran, eski talebe, wı_jjf günkü üstadın hayran seyı'rcileı'ilîl'i'e'.ı'*h ibaretiz. y Jübile nasıl oldu? Bu suali, daha doğ) rusu, jübile'nin eksik tarafları ne idi Hattâ, fazla kısımları nelerdi? tarzınt? | koyarsak daha iyi yapmış oluruz. | Toplantının maksadını, gösterilen HÜ& nü niyeti. kaydettikten sonra bu mest” Üzerine avdet etmek faydadan hâli değ” Her şeyden evvel, üstad hakkında V': " rilen konferanslar çoktu ve bazıları Ü * — zundu. Agâh Sırrı Levendin konferanii — bir buçuk saat sürdü. Alâka ve hüsnü ni 4 yetlere rağmen bu uzunluk hissedildi: — Konferansından sonra, Hamdi Baştf — Agâh Sırrı Levendi, konferans salonu * | nun yanındaki odada tebrik ediyordu. — Nizameddin Nazif: | — Ben, dedi, doğrusunu söyliyeyi"'— | güzel bir tetkik yapmışsın, fakat pek V — Hamdi Başar: Bi . — Hayır, dedi, bir buçuk saatin lî“ü geçtiğini farketmedik. Hem bana ÖY7 geldi ki konferansın bazı eksik urnfw' | var. Agâh Sırrı Levend, tevazula tasdik et ti: — Evet, vakit olmadığı için bazı yef” lerini çıkardım. t mütemadiyen su içiyordu. Böylece önü” deki sürahi bitti. Bir yenisini getirdil" Peyami Safa: Bir — Eyvah, dedi, ikinci sürahiyi de Ü” liyeceğiz. . 4 * ASBÇ Bu esnada, bitişik salona bir büket £ — tirilmişti. Mitat Cemal de oraya gelmis — ti. Üstada verilen ve onun kürsüden inei" ken bıraktığı bu çiçeklere bakarak: — £ — Bari, dedi, şunlar solmadan Ve& — bilsek! Agâh Sırrı Levend konlerans verirk€ ı * geki Persefon» şairi Salih Zeki, elint programa bakıyordu, en aonunda'ç’_ğıâ b rileceğini görünce, içini çekti, irtict dedi ki: Bir çayla pasta nemize yetmez? İ Bu kadar ilim bize gerekmez.. Birisi saatine baktı, itiraz etti: — Pek acele ediyorsun, bu çay kahvaltısı azizim. sabah * e Selâmi İzzet, bir kapı arkasında, yanır dakine fısıldıyordu: de — Halid Ziyanın piyesleri için Pt bir konferans verecektim. Olmadı- - benimki kısa idi. Nihayet Agâh Sırrı Levendin ' 'e BU

Bu sayıdan diğer sayfalar: