10 Nisan 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA Nisan 10 | Grasyöz adındaki iyi yetiştirilmiş bir katırın muntazam tırıs bir yürüyüşle çek- ği güzel bir köy arabasının içinde iki ki- ıivard.ı Erkek o civarın çiftçilerinden Fransuva Lömaşon, yanındaki de «Keçi» lâkabile anılan karısı Leokadi idi. Bu, çok yerinde bir lâkabdı. Çünkü Leo- kodi inadcılık vasfımı eksiksiz, olanca te- Bi rrüatile kendi nefsinde cemetmşi bir *tipti. Kafasına yalan yanlış olsun, ters ol- “8ün bir şey yerleştırdı mi, artık bitti; dün- yanın en makül, en mantıki itirazları, mu- İıa.tabınm gösterdiği bütün gayrete Tağ- “men onun inadı karşısında erir, kaybolur- t ı Ş Ailmî, komşuları ve bütün kasabalıların İçinde onun inadını bilmiyen yoktu. Umu- ve hususi toplantılarda herhangi bir dünakaşaya mevzu teşkil edecek söz söy- lemekten, Leokadiye sual sormaktan her- S çekinirdi. Bir yanılıp sorsun da bakın; yed bu, Leokadinin hoşuna gitmiyecek - bir mevzusa karşısındakini sinirden çıldır- p helâk edinciye kadar uğraştırıtdı. * Evlendiği zaman hiç kimse, bu mahlüka tahammül edecek olan kahramana sabır e tahammilil eylemekten başka bir tebrik eya saadet temennisinde bulunmadı. Bir lihsizlik eseri olarak kocası Fransuva da /— asabi, çabuk hiddetlenen bir âdamdı. j Bn'bmne zıd tabiatte öolan bu kar: koca evlendiklerinin haftasından itibaren incir leği doldurmıyan hadsiz, hesabsız seleler yüzünden her Allahın günü on bet çekişmeğe başladılar. İlk günleri hiddetini yenerek karısını sallıkla ve sükünetle yola getirmeğe uğ- an Fransuva başa çıkamıyacağını ah- ayınca işi küfüre, hattâ dayağa kadar dırdı. Fakat nafile!, Leokadi; — gene herkesin bildiği keçi inadiı Leokadi idi.. |— Fransuvayı en çok çileden çıkaran şey “de, karısının kendi hiddetine karşı gös- terdiği soğukkanlılık ve süküttu. Karısı üre küfürle mukabele etse, onun gibi bağırsa, çağırsa Fransuvanın içi rahat e- kti. Hayır, o, odadaki alçak iskemle- erden birine oturup, ellerile dizlerini caklamış bir vaziyette, gözleri yerde it bir noktaya dikili, iradesini pek belli surette gösteren sivri çenesi ileri fırlamış bir halde daima ayni tonla ağ- tından dökülen: «Hayır, öyle, hayır öyle ils! teranesini biteviye tekrarlaımak ile ağzımı açar, kapardı. Fransuva istediği kadar: —— Öyle değil mi? Öyle değil mi? Bir daha söyle bakayım! diye hiddetlensin, köpürsün, kökresin!. “Son Posta,, nın Hikâyesi İK ESTRİ LAĞ HAYIR ÖYLE DEĞIL VAA OĞ DKOA AAA V OAKAKAA AA HX A Çeviren : — Hnyır öyle değil! den bir santim bile ne geri ve ne de ileri giderdi. Bu vaziyet karşısında Fransuva hidde- karısına yaklaşarak onu onu susturmağa uğraşırdı. başka şekiller aldığı halde, karısı hiç de- ğişmez ve: ya söyletmenin imkânı olmazdı. Katilliğe pek az istidadı olan Fransuva karısını yola getiremeyince kendisi yola geldi. Sırasile, boğmak, kafasını ezmk, ge- küvvetli olduğunu anlayınca işi oluruna bıraktı.. Bu vaziyet karşısında Fransuva karı- sile olan muhaverelerini zıd bir zemine sokmaktan kaçınarak bu suretle hiç ol-! mazsa büsbütün ayrılmak mecburiyetin- den yakasını kurtarmıştı. Çünkü bu müt- | hiş ve insanı öldürücü inadına rağmen Leokadi eşine ender tesadüf edilir mü- kemmel bir ev kadını olduğundan çiftli- ğin idaresi hususunda hemen hemen ko- cası kadar ihtimam, kabiliyet ve gayret gösteriyordu, Yalnız bugün bilinmez neden, herhalde pek kurnaz bir ihtiyar olan baba Sokijöre | ineği satabilmek için kafayı bir hayli tütsüliyen Fransuvanın kendisini idare edememesinden olacak Ormyelden Flanş- vile araba ile gelirken bir aralık gene bir hiç yüzünden atişmağa başladılar. Mü- nakaşa ve kavganın neden ve nasıl çık- tığının karı koca için pek ehemmiyeti yoktu. Elverir ki, içki ile kızarmışken hiddet yüzünden büsbütün kanı başma fırlyan Fransuva, nokta? nazarını mü- raz, gözü kısrağın yuvarlak ve tombul sında mütemadiyen: — Hayır, öyle değil, öyle değil, diyor- du. h Bu şekilde çekişe çekişe bir hayli yol gittiler. Nihayet hiddet ve sinirden ba- yılma kderecesine gelen Fransuva kısra- ğı durdurarak yere atladı: — Beni dinle Leokadi, sabrım:! tüket- rşe!, Bu defa benim hakkım var; daha ne diye inad ediyorsun? Sen de görüyor- sun, ki iş benim dedizim gibi olmuş. Bir .-0 ille de: defa olsun hakkımı teslim et... Faik Bercmen dediğim doğru... tin evci bâlâsına çıkar, gözü kızarır vesSuva bir cinayeti bile göze alarak karı- omuzlarından sını çal yaka arabadan alaşağı etti. Evi- yakalayıp sağa, sola, öne, arkaya ite ka- re çevire bir güzelce patakladıktan sonra ka, bazan da süpürge sopasını kavrayıp iki dizi üzerine yere çöktürerek: Fransuvada hiddetin tezahürü başka'dedı. yaya olarak çiftliğe varmağa daha üç saatlik yol var. Akşama kadar da ar- ltık buradan araba geçmez, seni katır ka- — Hayır öyle değil, öyle değilden baş- | falı, keçi inadlı seni! Bu üç saatlik yolu ka hiçbir kelimeyi ağzından almanın ve- tabancıklarınla yürü de nasıl inad edilir öğren! İstersen eve varıncıya kadar mil- yon defa «hayır öyle değil» diye tekrar et, dur!, Hiç olmazsa ben akşama kadar senin bu pis, çirkin sesini bertmek, parçalamak derecelerine varıp kal!, karısının bu inadınin, aşk gibi olumdenl Tekrar arabaya atlıvarak yerine otur- du. Dizlerini de örttükten sonra karısını artık zerrece umursamıyarak dizginleri eline aldığı gibi kısrağı kamçıladı ve tek- rar yola çıktı. |oyundan ve onu yola getirdiğinden em'n dafaa ederken karısı, eller göğüste çap- u kalçalarına takılmış bir halde dişleri ara- | — Hayır öyle değil, öyle değil, benim Bu cevab üzerine gözü kararan Fran- — Şimdi ben sana inadını gösteririm, duymaktan kurtulurum. Allaha ısmarladık, hoşça Bir buçuk saat sonra, karısına oynadığı keyifli, sen. sakrak çiftliğin avlusundan içeri giriyordu: — Bu sefer herhalde dinsiz karıyı yola getirdim, artık çenesini tutmayı öğren- miştir. Diye mırıldanırken birden — ağzından okkalı bir küfür cıktı. Flinda cözülü kıs- rak ahıra doöğru arabanın arkasından ge- cerken, sivah bovalı tozlir arkalığın tam lorta verinde, kee: inadlı Leokad'nin ace- le, fakat pek boviz bir surette: «Havır övle değil», dive tozun üstüne parmafsile yazmış olduğu cümle gözüne ilismişti.. / T Yarınki nüshamızda: Sah'bsiz könek Yazan: Muüzzez Tahsin Berkand P | 'Bir çocuk yanarak öldü Adapazarmın Söğütlü- nahiyesinde Şükrü kızı Kadriyenin 5. yaşlarındaki Muhsine #dındaki kızı yanarak ölmüş- tür. Tahkikat için mahalline — giden müddeiumumi Ahmed Tevfik Tonçok, tahkikatı yapmış ve 3 defa evi önünde- ki su arkına düşerek görenler tarafın - dan muhakkak ölümden — kurtarılan Muhsinenin bu kere de gene yaramaz- lığı neticesi ocaklta yanan ateşten tutu- şarak yandığı ve bu yanma! neticesin- de de öldüğü tesbit edilmiştir. “”E Deniz devletleri büyük gemilere, a büyük toplara tekrar avdet emler (Baştarafı 9 uncu sayfada) 8 — Topları bir araya koyarak mermi- lerin bir araya düşmesini temin etmek. Fakat bu faydalara mukabil esaslı mahzurlar de mevcuddur. Meselâ taret- lerden bir tanesi bir düşman isabeti alır- sa dört top birden atıl kalır. İngilizler, Büyük Harbden sonra yap- tıkları, Nelson tipinde topları hep başa koydular. Fakat, bilâhare, bu şekl; mah- zurlü telâ ederek bütün topları başa koymaktan vazgeçtiler. Nitekim bütün devletler de top merkez sikletini başa vermekle beraber arkaya da birkaç top koymaktadırlar. Acaba Fransızların, bu hususta, ısrar etmelerindeki sebeb nedir? İşte bunu, bize, müstakbel bir deniz muharebesi gösterecek. y*r Cetveldeki hususiyetlerden bir tanesi de devletlerin hava korunmasına verdik- leri ehemmiyettir. Bakınız muhtelif dev- letlerin gemilerinde kaç tane tayyare da- fi topu var: Aded İngiltere 48 Fransa 20 Amerika 36 İtalya 32 Demek oluyor ki havaya karşı en ziya- de tehlikeye maruz gemiler Fransanın yaptığı zırhlılardır. Gerçi Fruısız gemi- lerindeki tayyare dafi topları büyük ce- samettedir. Fakat müessir bir hava mü- dafaası için topun cesameti değil, adedi makbuldür. Bunun iki sebebi vardır: 1 — Ufak toplar daha çok ve çabuk mermi atar. 2 — İsabet ihtimali daha fazladır. Çün- kü top ve dolayısile nişancı adedi çoktur. A T. —— İzmirde iki kadın gayri meşru yavrularını sokağa attılar İzmir (Hususi) — Çeşme katasının Neptinler köyünde 20 yaşlarında bir kız, gayri meşru olarak doğurduğu ÇO-| cuğunu bir sepet içine koyarak evin ahırına bırakmıştır. Yavru orada öl - müştür. Suçlu kız ifadesinde, çocuğunun gay ri meşrü olduğunu, dünyaya ölü olarak geldiğini, bu itibarla hâdiseyi gizleme- ğe mecbur kaldığını söylemiş ve tevkif edilmiştir. ! . * Namazgâhta İnkılâb sokağında otu- rati «N» adında evli bir kadın, üç aylık çocuğunu düşürerek evinin bahçesine gömmüştür. Yapılan ihbar üzerine evin bahçesinde cenin bulunmuştur. Adliye hâdiseye el koymuştur. IDevlet demirvolları ve imanları işletmesi Umum idaresi ilânları Muhammen bedeli 10.000 lira olan 244 usulü ile Ankarada idare binasında satın vermeleri lâzımdır. kalem Havshalter ve Rezsny sistemi sür'at kontrol saati teferrüatı 25/5/1939 Perşembe günü saat 15,30 da kapalı zarf alınacaktır. Bu işe girmek istiyenlerin (750) Lralık muvakkat teminat ile kanunun tayin Z ettiğ' vesikaları ve tekliflerini ayni gün saat 14,30 a kadar komisyon reisliğine Şartnameler parasız olarak Ankarada Malzeme Dairesinden, Haydarpaşada Tesellüm ve Sevk Şefliğinden dağıtılacaktır. (2368) na müracaatları, «2369> Üniversite Rektörlüğünden : Tıb Fakültesi çocuk hastalıkları ve bakımı kliniği asistanlığı açıktır. Asistan- hk tal'matnamesinde gösterilen şartları haiz olanların Tıb Fakültesi Dekanlığı- Nevralji, kırızlık ve bütun Ba , Li , Neze, Grip, Romatizma, ağrılarınızı derhal keser. ea G icalın 'a günde 3 kaşe almabilir. G Son Posta,,nın Edebi Romanı: 43 nakleden : Muazzez Tahsin — Bir kaç ay evvel başlayıp ani olarak 'kozdan gitmesi ve sonra! da Avru- ıya yaptığı seyahat yüzünden yarıda İmış olan «Güzel Fatma» romanına nun vesilesile yaptığı tarihi ted - lere yeniden ve bu sefer kar'i bir de başlamıştı. Fakat bundan evvel bütün eserleri in kâtibini çalıştırdığı halde, bu ki- 1, her nedense, yalnız Muallân'ti ile başarabileceğine ve kendisi- ancak onun yardımı dokunabilece - > inanıyordu. Bu sebebten karısın- ü hergün bir kaç saatini ona hasret- Mmesini rica etti. İ Kutüphane lodosa nazır olduğu için Cevadın yazı odasında çalışmağa ka - r vermişlerdi. Ancak, sert kokuları 1 uallâya baş ağrısı veren çiçekler bu- dan kaldırılmıştı. Bu sebebten Mu - ânın kocasının teklifini reddetme - hiç bir bahane kalmamıştı. Maa - h, böyle - bir bahane mevcüd olsa i, genç kadın vicdanen kocasıma ardım etmeğe kendisini borclu bili- onunla çalışmaktan zevk duydu - nu da gizliyemiyordu.. -— casının rahat 've aydınlık yazı odasına gelmeğe, onun ya'nına oturarak onunla beraber çalışmağa başlamıştı. Yarı inik perdelerin mahrumiyeti altında geçen bu saatler ikisine de pek hoş görünü - yordu. Bazan başlarını önlerindeki kâ- Bıdlardan kaldırarak konuşmağa başlı- yorlardı. Cevad karısına bir çok projelerinden, bilhassa hazırlamak istediği romandan üuzun uzun bahsediyor, ona did plânla- rını anlatıyor, hattâ bu projesi hakkın- da onun reyini ve fikrini ısrarla soru- yordu. Halbuki o vakte kadar bu, Ce- vadın romancılık hayatında vâkı olma- mış bir şeydi. Bir kadının fikrini sor- mak! Mağrur Cevad Kartalın bir kadı- nın fikrini sorması ve kendi fikirlerini böyle genç ve tecrübesiz birisi tarafın münakaşa edilmesine tahammül etme- si ne harikülâde bir hâdise idi? Fakat bu kızın benzerine pek az te- sadüf edilen çok manalı bir çift gözü vardı ve tatlı bir musikiyi andıran se- sile söylediği kelimeler, aerinlikleri, manaları ve yüksek bir ruh taşıyan ifa- delerile en meşhur bir muharririn bile enteresandı; işte bu sebebten Cevad| yeni romanı için onun fikrini sormağı vek-tabil bulmuştu. Hergün bir kaç saat başbaşa oturup çalışmalarına ve uzun fikir münakaşa- ları yapmalarına rağmen Cevadın ilk sünlerdeki vaziyeti defişmemişti. Yal- nız karısına karşı olan hürmetinde bi- raz daha derinlik, ona bakan gözlerin- de, genç kadını iliklerine kadar titre- ten bir sıcaklık vardı. Lâkin bü tireyiş eskiden olduğu gibi korkudan değil me- rak, heyecan ve isimsiz bir duyğudan gelen bır titreme idi. Kocasının bu yeni tavrı karşısında o- na karşı olan uzak ve çekingen hali he- men hemen kaybolmuş gibiydi ve iki- si de bundan pek memnundular; çünkü aksi takdirde müşterek hayatları de- vamlı bir didişmeden ibaret olacaktı. Halbuki şimdi, husust hayatları müs - tesna, haricen normal bir karı koca ömrü sürüyorlardı. Kendilerini ziya- rete gelen ailelere beraber iadei ziya - rete gidiyorlar, yaz münasebetile Bey- kozda çiftlik civarındaki köşklerine ta- şınan ve Kartal ailesinin ötedenberi dostu olan ailelere birlikte safa geldine gidiyorlardı. Bundan maada Cevad ata binmesini çok sevdiği için Muallâyı da bu spora alıştırmak istemiş, karısı için kendi eli- le güzel bir at seçmişti. İlk günler ata binmekten korkan Mu- allâ yavaş yavaş genç vücudünü buna alıştırmış, kocasile birlikte gezintiler yapmağa başlamıştı. Hattâ ilk zaman- ları sır£f Cevadın teklifini kabul etmek için kabul ettiği bu gezintiler, yavaş durmağa, kendisini rüzgârlara bırakıp at sırtında koşmaktan büyük bir zevk duymağa başlamıştı. Bu gezmelerin onun sıhhati üzerin- de de faydası olmağa başlamıştı. İzmit- te faal bir hayat yaşaddığı halde çiftliğe geldiği gündenberi kendisini kısmen mecburi bir gevşekliğe bıraktığı için bir parça zayıflamış ve sararmıştı; hal- buki kocasile birlikte dağlarda; bayır- larda koşmak ve genç kuvvetini sarf etmek onun yanaklarına kan getirdi. İzmitteki rengini bulmağa! başladı. Bir gün bu gezintiler esnasında baş- larından geçen bir vak'a ikisinin de ha- yatını yeni bir safhaya sokacak mahi- yette idi; fakat ikisi de birbirinden mağrur oldukları için bu vek'a onları birbirine yaklaştıracak we aralarında tam bir anlaşma tesis edecek yerde bi- lâkis onları birbirinden hafifce uzak - laştırdı. Bir sabah bermutad erkenden atla: rına binip gezmeğe çıkmışlardı. Ağaç- lıkların arasında ağır ağır giderlerken anlasılmıyan bir sebebten Muallânın atı birdenbire şahlanıp koşmağa başla- dı. Bu o kadar ani olmuştu ki Cevad elini uzatıp hayvanın dizginlerini tuta- €lk vakti bulamadı ve kendi atını da daha fazla koşturarak onu önlemekten başka çare olmadığını anladı. Eğer Ce- vad mükemmel bir binici olmasaydı Muallâ ogün müthiş bir kazaya kurban gidebilirdi; fakat bir saniye içinde va- ziyeti kavrıyan genç adam öyle bir ma- nevra çevirdi ki bir iki dakikalık bir mücadeleden sonra karısını kollatı a- rasına alarak bir ağacın dibine uzatma- nazarı dikkatini celbedecek derecede yavaş onun ateşli ve genç kalbini dol- İkisi de korkmuşlar, ikisinin de rengi sapsarı olmuştu. — Çok korktun mu yavrum? Cevadın kendi yüzünden yaralanıp ölebileceğini tasavvur ederek bir iki dakika müthiş bir heyecan geçirmiş 0- lan genç kadın, onun muztarib gözler- le yüzüne doğru eğildiğini görünce kalbinin isimsiz bir saadetle çarptığını duymuş, gözlerini kapamıştı. Onun kendisine ilk defa «sen» diye hitab e- den tatlı ve sıcak sesi, içinin heleca- nını bir elektrik kuvvetile dişarı ver- diği için, birdenbire — soğukkanlılığını muhafaza edememiş, ayni zamanda ve üstüste gelen bu sarsıntıları yenemiye- rek, korku ve dehşetle kucasına bak - mıştı. İşte onun bu bakışı Cevalklın damar- larında kaynıyan kanı birdenbire so - ğutmuştu. Demek Muallâ hâlâ ondan korkuyor, hâlâ onun, eline geçecek ilk fırsatta kendisini müşkül bir vaziyete sokacağını düşünüyordu. Demek bü - tün gayretlerine rağmen hâlâ o kendi- sinden ilk evlendikleri gün gibi nefrel ediyordu! Fakat niçin? Genç adam karısindan bir knç adım arkada ve dalgin dalgın köşke doğru dönerken bunu düşünüyor, bu ezici ve hırpalayıcı hissin kalbini kemirmekte olduğunu duyuyordu. Halbuki #yni zamanda: Muallâ da muztaribti. Onun bir saniye için göz - lerinde ve sesinde duyduğu yakınlığın geçici bir his olduğunu, kocasının bu bir saniyelik samimiyetine pişman o - larak derhal kendisini geri çektiğini zannediyordu. ğa muvaffak oldu. (Arkaı var) v

Bu sayıdan diğer sayfalar: