17 Eylül 1955 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 22

17 Eylül 1955 tarihli Akis Dergisi Sayfa 22
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Adabımuaşeret Tiyatro âdabı Tiyatro mevsimine girerken, birçok memleketlerde, tiyatro âdabı İli- selinde münakaşalara yol açılmıştır. Netice şudur ki, bazı memleketlerde hoş karşılanan tiyatro adapları di- ğerlerinde yadırganmaktadır bir Iskandınavyalı tiyatro âdetleri için ne "— İlk defa Londrada bır tiyat- roya gittiğim zaman, doğrusu gözle- rime inanamadım. Salona gıren er- kekler, paltolarını çıkarıp, büyük rahatlıkla oturacakları koltukların altına yerleştiriyorlardı. Doğrusu bu pratik zihniyete hem erkek olarak, em de bir tıyatro sever olarak hay- ran oldum. Neden mi? Vestiyerden paltolarımızı alabilmek için, biz İs- kandinavyalılar en ço sevdiğimiz temsillerin bile tadını çıkaramayız.. Aktörün — söyliyeceği en tesirli söz, yapacağı en güzel hareket, temsılın özü olan son kısım palto kapma ya- rışma çıkacakların kıpırdanması, he- yecanı ve gürültüsü arasında heba olup gider. Halbuki İngilizler geli- yorlar, sükünetle paltolarını katlayıp yerleştiriyorlar, piyesi en son damla- sına kadar içlerine sindirip, nihayet alkışlıyor, paltolarını sükünetle kol- larına alıp ağır, ağır çıkıyorlar. On- lar yürürken bile zihinleri gördükleri temsile takılmış kalmıştır. Bunu his- sediyorsunuz. Gitmek için aceleleri yoktur. İngiliz İngilizlerde imrendiğim ikinci bir nokta, çok yumuşak ve rahat koltuk- larındaki rahat oturuşlarıdır. Sonra söylemeyi unutuyordum, yerden kal- dırdıkları paltolarda en ufak toz lal yoktur. Temizliği yapan, birbirini ta- kip eden paltolar mıdır, yoksa sü- pürge mi, doğrusu burasını hallede- İlk gün, beni şaşırtan bir hadise daha oldu. Oturanların önünden ge- çerek, yerlerini alacak olanlar, otu- ranlara sırtlarım çevirip öyle ilerli- yorlardı. Böylece diz dize gelmek teh- likesi yoktu! Ama ne de olsa bu pek de nazik bir hareket değildi.. Biz İs- kandinavyalılar, en dar yerlerden ge- çerken bile, kendimizi kâğıt gıbı in- celtir fakat oturanlara . yüzümüzü göstererek, tebessüm ederek ilerleriz. ir nevi Özür dilemektir. Fakat lngılızlerın tiyatro âdetle- rinde en eksi hakkak ki, programlarındadır. Bir futbol prog- ramı bile bundan daha izahatlıdır. A- caba Ingılızler fu bolu tiyatrodan daha mı çok seviyorlar, yoksa tiyat- royu, temsılı yazan muharrırı ak- törleri çok mu iyi tanıyorlar?" İngilizler İskandinavyalının bu tenkidlerini uzun uzun okumuşlar. — ÂAllah, Allah diyorlar... Bütün bunlar incir çekirdeği doldurmaz. İs- kandinavyalı dostumuz, Londra ti- yatrolarına daha evvel gelmiş olsay- 22 KADIN Yeşillik Aşkı Mahallede bir ses yükseldi: — Seni ınzır seni, ne yapı- yorsun bakay Sekiz on yaşlarında bir çocuk, bir erkek çocuğu, elindeki su kova- sını sokağa götürüyordu. Annesı— nin feryadını duydu.. Bir an du- raksadı, sonra kovayı kaptıgı gibi, daha hızlı yürümeğe başladı. Kadın, yanındaki bir başka ka- dına: — Oğlan çıldırdı galiba diyor- du. Birkaç gündür, su kesilir diye su bırıktırıyorum Bakıyorum su boşalmış! Meğerse Bu sırada çocuk kaldırımın ke- narında, sallanan bir fidana yak- laşmıştı: su kovasını onun dibine boşalttı, sonra kabahatli, ağır a- dımlarla evine döndü.. nne, biraz anlar gibi olmuş- tu. Fakat o anda hakikaten su ke- silmişti ve bunun için anlamak is- temiyordu. — Ne yaptın o su Ben, onun ne yaptıgını biliyor- dum! Üç dört gündür hayretle, aşkla bu çocuğu seyrediyordum.. Bir otomobilin çarparak zedelediği küçük ağacı, bezle sarmıştı.. Ve oyununun en heyecanlı anında, bu afacan çocuk - Çünkü Selanik cad- desinin sayılı küçük haydutların- gaca sokulup ziyan ve- renlere ağaca dayanan koskoca a- damlara ihtarda bulunuyor, onu suluyor, onu severek koruyordu. Anne ile çocuk bir an bakıştı- lar. — Şu yaralı ağacı suladım, de- di çocuk. Sesine, gene biraz evvelkı em- niyet ve enerji gelmişt ama.. Annenin sesi sertti, den sustu, yavaşça: Kurt ldu mu bari? dedi. Birkaç gün sonra baktık» ağaç cidden kurtulmuştu. Çocuk onu u- nutmuş gibi görünüyordu ama yanından geçerken, halinde bir ba- ba gururu vardı.. sonra bir- mış acaba ne Duyuracakmış? Eski- den İngilterede tiyatroya giden aris- tokratlar, localarında oturur, arala- rında kart oynarlarmış.. Sonra, be- ğendikleri primadonna sahneye çıkın- ca, bir an oyunu terkederler, nefes- leri kesilerek seyrederlermiş. Prima- donna çekilir çekilmez tabii oyun de- vam edermiş. O günden bu güne ya- pılan terakkiler düşünülecek olursa, İskandinavyalıları — insafsızlıkla — it- ham etmemek mümkün değildir! Mamafih bizim en eski tiyatro tarihimizde bile Paristeki gibi evvel- den hazırlanmış suikastler yoktur. Jale CANDAN Henüz memlekette orman yan- gınları oluyor, henüz öyle böl- geler var ki, ağaç sevgisi, oralar- da köklü olarak yerleşmemiştir. Halk küçük menfaatler için büyük menfaatleri çiğner, öyle bölgeler i, orman mühendisi, orman bek- çisi oralarda birer adsız kahra- ma Ama bu eksiklik, yalnız köylü- müzde midir? ız, boş Za- manlarımızı evimizin önünü, ba çemizi yeşertmeye hasrediyoruz? İşte Ankara, işte Gazi Çiftliği, ku- rak arazılerden neler yapılabilece- ğinin birer misalidir. Yapmak şöy- le dursun, kaçımız yapılanların kıymetini biliyoruz? — Bakarsınız, kocaman bir adam gelmiş, kaldı- mdaki körpe fidana — dayanmış, sozde dinlene dinlene arkadaşı ile konuşuyor. Bir delikanlı bisikleti- ni, dayamış, bir başkası çiçeği yol- muş, elinde ezmiş, atıyor. Halbuki ağaç sevgisi hepimi- zin içindedir. Yeşil dinlendiricidir, iç açıcıdır. Uzun ve yorucu bir se- yahatte, yeşillik görür görmez bir- den dinlenir, canlanır, adeta kuv- vet buluruz. Çocuk, daha anne ku- cağında, çiçeği sever.. Ona bir çi- çek verin bakın, bir oyuncak almış gibi sevinecektir; Oyuncakları ara- sında bir de vazosu olsun, çiçeği ezmeyi değil Ööğrensin.. Bahçede de küçücük bir köşesi ve- ya balkonda bir saksısı bulunsun Onu sulasın, onu büyüt Bir erkek omrunde bır defa ağladım, diyordu, o da bır orman yangınım seyrederken Erkek, kadın, buyuk küçük he- pimizin içinde bu sevgi vardır. A- ma her his gibi bu da biraz bes- lenmek ister.. Selanik caddesindeki yaramaz çocuk, ağacı kurtarmışta ama, baktım, annesinin küçücük balko- nu saksılarla dolu idi ve evin su- yunu bazan o da aşırıp, saksıla- rına taşıyordu. Hiç bir sanatkâr, Londra sahnelerin- de çürük domates veya yumurta hü- cumuna uğramamıştır ve Viyana'da olduğu gibi, fena addedilen bir tem- silin ortasında, koynundaki be- yaz fareleri sahneye koyuvermemiş, pis kokulu gazlarla havayı bulandı- rıp salonun boşalmasına — sebebiyet vermemiştir. Hayır Londrada böyle evvelden tertiplenmiş suikastler ol- maz: Olsa olsa Birinci Cihan Harbi- nin sonunda olduğu gibi, kadınlar bir yandan temsil seyreder, bir yandan yün işi yaparlar. Öyle ki, şış sesleri, bir ara, sanatkarların sesini bastırır. AKİS, 17 EYLÜL 1955

Bu sayıdan diğer sayfalar: