21 Ocak 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 29

21 Ocak 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 29
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TİYATRO Ankara Deliler haftası Fuayyede sigarasını tellendiren bir seyirci yanındakı arka' aşları u- zun uzun güldürdü: "bu hafta" dıyor- du, tiyatroda delıler haftasıdır' Gerçekten de öyle idi. İik gecele- rin aboneleri üç akşamdır, üst üste Küçük Tiyatroda, Operada ve Büyük Tiyatroda başhyan yeni eserleri sey- redıyorlar, her eserde de bir deli gö- rüyorlar Evvelki akşam — Küçü Tıyatroda Dördüncü Henri'nin delili- gını, Operada deli bir kadının . me- dium numaralarını, sonra da Osman h sarayında deli Mustafa'yı seyredi- yorlardı. Bu garip bır tesadüften iba- retti tabii. Deli Mustafa nın görüldüğü eser na uygun dekor ve kostümler içinde bir Genç Osman hikâyesi çıkarıla- cak?... Eser tiyatro olabilmek için pek ok şeyden mahrumdu. Evvelâ hare- kete malik değildi. Olsa olsa aradaki boşlukların — doldurulması sureti ile güzel bir film senaryosu olabilirdi. Tiyatro sanatkârlarımız ıse, al ranga eğitim gördükleri için, kendi kabiliyetleri ile intibak eden iki üç kişi istisna edılırse, hemen hepsi de tarihimize yabancı ve hattâ klâsik Tisanımızın dahı acemisi idiler. Bu arada Şahap Akalın'ı derhal ayırmaya mecburuz. Zira bir tek o, vukufla rolünü oynuyordu. Tekin Ak- mansoy ile Cevat Kurtuluş ise, rol- lerinin temin ettiği avantajı çok isa- betle ve sanatkârca kullanmak sure- ti ile kendilerini kurtardılar. Eser- Dördüncü Hanri'den bir sahne Seyircileri de mi deli edeceğiz ? "Genç Osman". ismini taşıyordu ve Musahipzade Celâl Bey ile M. Şük Erden'in müşterek mesailerinin malı- sulü idi. Eserin rejisörlüğünü yapması ıçın İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatkar larından Behzat Butak davet olun- man ve kıymetli sanatkâr bir buçuk ay eseri bir hale yola koyabilmek i- çin didinmiş durmuştu. Musahipzade Celâl bey kıymetli bir tiyatro yazarımızdır Otuz kadar tiyatro eseri yazmıştır.. Eserlerinin hususiyeti, Eski Türk adetlerını, Os- manlı idaresini ve tarihimizin ibrete şayan taraflarım aksettirmesi idi. Fakat kim tahmin ederdi ki, Dev- let Tiyatrosu Edebi Heyeti usun tet- kiklerden sonra müellifin en zayıf e- serini büyük bir isabetle seçebilecek e Büyük Tiyatro seyircileri karşısı- AKİS, 21 OCAK 1956 deki kadın roller acınacak kadar za- vallı Hel ir genç sanatkârımızın Ka- dımefendi rolünü başarabilmek — için kendisini zorlaması, erkek li esınde kız rolüne çıkan bır delikanlıma du- rumunu hatırlatıyordu. Klasik tiyatromuz bu suretle mi temsil edilecekti? — Musahipzade'ye de, Behzat Butak'a da ve canla baş- lda çalışan sanatkârlara da yazık ol- u. Tramplen üzerinde Elindeki mecmuayı gösterdi ve söz- lerine devam etti: "Azizim, sey- retmeden evvel de, seyrettıkten sonra da okudum, gene de madım. Bu ki de benim kalın kafalılıgımdan— dır Ama Allah rızası için sen söyle, şu Dördüncü Henri nedir? Neden ya- zılmış ye bilhassa Devlet Tiyatrosun- da neden oynanmı Tiyatro meraklısının yerden göğe hakkı vardı. Elindeki Devlet Tiyat- rosu mecmuasının kırkıncı sayfasın- da, çerçeve ıçıne alınmış - bir yazı "Dördün Henri'yi anlamak için" başlıgmı taşıyordu Demek oluyor ki, tiyatro idaresi de eseri anlamakta güçlük çekmiş - ve sonunda anlıya- bilmişse hakikaten tebrike şayandır - ve seyırcının eline bır anahtar ver- ek lüzumunu hissetmiş. Acaba dördüncü Hanrı anlaşılmaz bir muamma mıdır? Hayır, te değil, eser basit bir saç malam nın, tiyatro tekniği ile ifade edılmesınden ibaret. Peki o halde? Efendim, ışın anlaşılmayan tara- fı; Devlet Tiyatrosunun on sene sa- hıden ve on sene de yatandan deli rolü yapan bir adamın artistik bir ifade ile nakledilen macerasında gördüğü faydadır. Böyle bir eser bir tek ak- tör hariç, ne tiyatroya, ne seyirciye, bir fayda temin eder. Üstelik bir çok sanatkârı bir tek aktörün şohret ça- balamasına vasıta kılmak gibi mo- ral bir arızası da vardır. Peki ama, Shakespeare'in, Moli- ere'in eserleri de birer hramanın omuzlarında taşınmıyor mu? çekten öyle nlar klâsik tı- yatronun müstesna eserleridir. Ayrı- ca her birinin bir maksadı, bir iddiası vardır. Seyırcı, tıyatrodan çıkarken seyrettıgı eserin zuuna göre bir neticeye ulaşmış, bır kanaata varmış- tır. Pirandello'ya gelince, son per ka, apanıp tıyatrodan çıktıktan sonra seyirciye düşen iş, zonklayan şakak- larım oğmaktan ibaret kalacaktır. Ama niçin? Pirandello, kendi hayatından yirmi yılın yarısını isteyerek, yarısını da elinde olmadan ayrı yaşayan bir a- damın ruh halini ele almış, kendm göre bir sona götürmüş, on yıl bo- yunca akıllandığım gizleyerek karşı- laştığı ınsanları aldatan bu adamı sır- rını açığa vurduğu için katil yapmış. Olmaz mı" Olabilir ama bu tarzda değil! Zira bugün hafızanın insandan nasıl uzaklaştığım ve insanın tekrar hafızasına sahıp olmak için de ne gi- bi haller geçireceğini tıb ve onun yar- dımcısı olan psıkolo_ıı ılmı bütün te- ferruatı ile tesbit etmiş ve — bunu psyechiatrie adı ile mustakıl bir ilim kolu halinde tekemmül ettirmiş bu- lunuyor. Onaltıncı asırda muhtelif deli tip- lerini yaratan Shakespeare hıçbır ha- taya düşmemiş olduğu halde, yirmin- ci asırda deli karısı ile yirmi sene müşterek bir hayat yaşayan Piran- dello'nun deli Hanri'sinin bu derece hatalı deliliği af edilemez. Pirandello dramlarında insanların zayıf taraflarına hitabetmesini ve bu suretle bir sanatkarı sivriltmesini bi- en bur müel . Onun eserleri se- yirciye bir şeyle vermek için değil, fakat bir sanatkâra şöhret temin et- mek için seçilir. 29

Bu sayıdan diğer sayfalar: