27 Ekim 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 30

27 Ekim 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 30
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

anmamız bakımından taşıdığı değeri ciddiye almamış olduğunu, bu- n de bu sahada elle tutulur bir i- rleme emaresi görmediklerini düşü- rek dertleneceklerdi. Başka ne ya- bilirlerdi" Asıl mesele plak ihti- acını “suyun başındakilere" anlata- Nıtekım bugünlerde, başlıca şehir- rimizdeki — plâk satan dükkânların trinlerindeki ve raflarındaki yok- uğun, geçmişte bir benzerı yoktu, eş yıl kadar önce -ilk u alan laklar -Türkiye'ye gelmeye başladıgı man- fiatları 16 ilâ 25 lira arasın- aydı. Fakat, pek kısa zamanda, bu işit plâklara olan, rağbetin, artma- yla bozulan -ve zaten bozulmak i- in işaret bekleyen- ticaret ahlâkı bir raftan, dövizin gittikçe kıtlaşması - in sebebiyet verdiği ithalât tahdit- ri diğer taraftan plak fiatlarını ast- momik rakkamlarâ yükseltti. İki v kadar önce bazı dükkânlarda, Tür- iye'deki Amerikalılardan satın alı- an, kullanılmış, hatta çalınmaz hale elmış plâkların -yeni fiatlarının aşa- yukarı 8-10 misline- 70-80 liraya atıldığı görülüyordu. Milli Korunma lanunu çıkar çıkmaz, bütün dükkân- ırdaki uzun çalan plâklar, sırra ka- em bastı. Bugün artık plâkçılarda, eki Müren'in bir Demirperde gerisi emleketinde basılmış 76 devir plâk- ırından ve birkaç yerli -78 devir v turka- plâktan başka bir şey bul- ak imkânsızdır. Plâk çalma cihaz- ın ve teferruatı da yok gıbıdır Ge- e, aynı Demirperde gerisi memleke- inde yapılmış, düşük kalite bir pi- aptan başkasına — dükkânlarımızda astlanamaz olmuştur. Musiki kültürümüz bakımından iç - ir acısı bir hal arzeden bu durumu üzeltmek için yetkililerin, bilhassa taliye Bakanlığı — yetkililerinin, bu lesele üzerine eğilmelerini sağlamak, eniş ölçüde basına düşen vazifedir; lerçı adı geçen sanat dergisinin aç- ığı kampanyanın, günlük basında kisleri olmuştur. Fakat, bu dâvayı enimseyişin çok daha yaygın olma- 1 beklenirdi. Bazı tahditler altında file olsa, yabancı kitap ve dergilerin bu ara basıt cinayet romanlarının ve açma aşk hikâyelerinin- ithaline lüsaade eden Maliye Bakanlığı, es- liden beri plâk ithali bahsindeki, ıl itikat derecesine varan ve üşmanlığı halinde tecelli eden, dav- anışım devam ettirmektedir. Öte andan Milli Kütüphanede aynı cep- leye katılmakta, her memleket fert- rinin kültür ve sanat eşyası -kitap, lergi, nota, plâk, mikrofilm, manye- ik şerit, vs.- temin edebilmesi için hdas edilen UNESCO kuponlarını, laksada ve gayeye aykırı hareket derek, plâk getirtmek isteyenlere ermemektedir. Halâ izah bekleyen u tuhaf davranıştan bir an önce vaz- geçilmesi ve -döviz durumu tüccarla- a plâk ithal etme müsaadesinin ve- ilmesine şimdilik imkân bırakmıyor- ia- hiç olmazsa münferit musikise- erlere plâk getirtme imkânının sağ- anması lâzımdır. Musiki dinlemenin le, kitap okumak kadar, medeni bir htiyaç olduğu unutulmamalıdır. 30 TİYATR O Oda Tiyatrosu "Bir yastıkta" Ekimde kapısını ve perdesini aça- rak hizmete giren da Tiyatrosu, Ankaralılar için sevimli bir yenilik oldu. Daha ziyade büyük bir sahne ve yeteri kadar para bulamıyan ti- yatra heveskarıarımn mecburen baş- vurdukları bu "cep tiyatrosu" çare- sine, kocam sahneleri ve kabarık bir bütçesi olan Devlet Tiyatrosunun bu teşebbüsündeki maksadı anlamak cidden güçtü. Fakat her "snobizm" gibi Oda Tiyatrosu'nun da rağbet bu- lacağı, sevileceği muhakkaktı. Nite- kim sevildi de. Oda Tiyatrosu'nda yer bulmak için günlerce sıra beklemek cap ediyordu. — DRr ,"â&'t tluîı; ?sıii M f.nlun FALARTESİ ANŞAMLARI | l Oda Tiyatrosu Üstadın son eseri Oda Tiyatrosu, tamamiyle Genel Müdür Muhsin Ertuğrul'un eseriydi. Her şeyi o düşünmüş, o tahakkuk et- tirmişti. Tiyatronun perdesini açaca- ğı 5 Ekim akşamına kadar, bütün çalışmalara, uğraşıp didinmelere rağ- men hazırlıklar tamamlanamamıştı. O gece Muhsin Ertuğrul 39 derece ateşi olmasına rağmen, sırtında kalın bir yün hırka elinde fırça uğraşı- yordu. Bu ve bu enerji Genel Müdüre hayranlık besleyenlerin, bu hislerini bir kat daha kuvvetlendirdi. Oda Tiyatrosunun girişinde, çeşitli mecmualardan Katılmış resimlerin ya- pıştırıldıgı sözde bir "aktüalite paraya ki daha ziyade leyli mektep lerın meşhur dolap kapaklarına ben- ziyordu. Fuayye - bir vapur olamaz, şünkü çok küçük -, bir kotra kama- rasını andırıyordu Lombuzlardan allı pullu, acayip balıklar görünüyordu. Kösede bir de bar vardı. İçki şişele- rinin bazısı boş, bazısı doluydu. Ki- limler, bakırlar ve dört beş renkli perde dekoru tamamlıyordu. Temsil da Tiyatrosu perdesini Hollandalı yazar Jan Hartog'un "bir Yastıkta - The Pour Poster isimli Uç perdelik komedisi ile açtı. Jan de Hartog bir kadın ve erkeğin hayatı- nı evlendikleri geceden, çocuklarının evlenmesinden sonra artık kendilerine lüzumundan fazla büyük gelen evi ve döşeklerini genç bir Çifte terkedişle- ri ne kadar adım adım takib ediyor. Birinci perdede önce birbirlerinin nefesinden bile heyecan duyan, aynı yatağa girmeden önce çarpıntılar ge- çiren, ilk beraber yatışı yadırgayan, yekdiğerinin — alışkanlıklarına uymak için güçlük çeken, fakat herşeyin üs- tünde deli gibi sevişen — karı-kocayı, sonra doğumu yaklaşan genç kadın ve doğum sancılarını kendi çeken, karısını rahat ettirmek için ne yapa- cağını şaşıran genç erkeği görüyo- ruz. İkinci perde evliliğin bir alış- kanlık haline gelmesi ile erkeğin ha- yal kırıklığına - uğraması, karısının artık kendine aşık olmadığına hük- metmesi, ev dışında bir genç kız alâ- kasına ihtiyaç duymasıdır. Kadın bu itiraf karşısında kocasının varlığını lüzumundan fazla tabii karşıladığı- nın farkına varır. Aşk onun için çıp- lak bir elektrik teline temas değil de, rahat bir şömine karşısında keyif çat mak haline gelmiştir. Hatası m zama- nında farkeder. İkinci perdenin son sahnesinde kızına düşkün baba ile oğ- lunu sıkı sıkıya koruyan annenin ge- ciken "Küçük Bey'i bekleyişleri gö- rülür. Üçüncü perdede çocuklarım ev- lendirmiş annebaba düğün — dönüşü karışık hisler içindedirler. Kadın yaş- lanmağa yüz tuttuğunun farkındadır ve büyükanne olmadan, kadınlığa ve- da etmeden bir macera yaşama he- vesine kapılmıştır. Kocasının talebe- si şiir meraklısı bir gence tutkundur. Son sahne artık kendilerine büyük gelen evi genç bir evli çifte terket- meye hazırlanan ihtiyar karı kocayı gösterir. Jan de Hartog, kadını ve erkeği ay- nı titizlikle işlemiş, onları her karı- kocanın kendilerinden bir parça gö- rebilecekleri şekilde — aksettirmiştir. Yazarın gayet realist bir görüşle ele aldıgı mevzu, iki kış arasında geç- mesine rağmen seyirciyi sıkmamak- tadır. Fazla teferruata kaçılmamış, ele alınan her devrenin en kritik nok tasını yakalamıştı. Eser, Cüneyt Gökçer tarafından sahneye konulmuştu. arı-kocanın ikinci perdedeki kavga sahnesi, tem- po aksamadan, yeter derecede hare- ketli ve tabi oldu. Rejide mübalâğaya kaçmayan, isabetli komik unsurlar vardı. AKİS, 27 EKİM 1956

Bu sayıdan diğer sayfalar: