8 Aralık 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 31

8 Aralık 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 31
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TİYA Küçük Tiyatro Hangi gece? S ahnedeki oyun sona ermiş, perde kapanmıştı. Oyunu, kendisine çok daha usun gelen bir zaman zarfında seyreden seyirci tiyatrodan çıkarken yanındakine soruyordu: "Hangi ge- ceydi başka olanı?" Yanındaki mu- zip muzip gülerek "İşte bu gece!.." diye cevap verdi. Hakikaten Küçük Tiyatro'da tem- sil edilmekte olan, Reşat Nuri Günte- kin'in "Bu Geçe Başka Gece" isimli piyesi "Yağmurcu" ve "Tahta Çanak lar" isimli eserleri seyredenler için farkı, başarısızlığında olan bir başka piyesti. Her ne kadar müellif, kah- ramanı Ordinaryüs Profesör Doktor Haydarın ağzından tam üç kere "Bu Gece Başka Gece!" dedirtiyorsa da, o gecenin piyesin son iki — perdesinde geçen gecelerden hangisi — olduğunu ve neden başka olduğunu anlamak çok güçtü. 1951 yılında Buyuk Tıyatro da ya- zarın "Eski Şarkı" mli — piyesini seyretmiş olanlar Tanrıdagı Ziyafe- ti"'nden sonra kaleme aldığı bu yeni piyesinde de Reşat Nurinin bir tera- neden kendini kurtaramadığını far- ketmekte gecikmediler. Romancımız aradan geçen bu beş yıl zarfında bir tiyatro eserinin bir romandan çok farklı şeyler istediğini kabul etmek yoluna halâ gitmemişti. "Roman"ın konusu arısının dırdırmdan kendisini bir ahçı, uşak gibi kullanmasın- dan bıkıp usanan Kimya Profesörü -Hem de Ordinaryüs Profesör. Dok- tor Haydar eline g bir fırsatı ganımet bilip evden uzaklaşır: Gü- nün birinde karısının aşk mektupları— nı bulmuştur. Bu münasebetle oğlu lsmaıhn kendi oğlu olmadığım da an- lar. İşte Ordinaryüs Profesör Doktor Haydarın hürriyeti seçmesindeki â- mil budur. Karisini hastahaneye kal- dırmak suretiyle hürriyete kavuşan bir koca daha vardır: Ordinaryüs Profesörün yirmi — senelik arkadaşı Doktor Hüsnü.. İki kafadar Nevrik'- in pansiyonuna yerleşip hayatın ta- dım çıkarmağa çalışırlar. Piyesin son ıkı perdesi 1şte bu pansiyonda geçen "başka gece'lerin kırık dökük bir bilançosundan ibarettir. Arada zaval- lı bir İsmailin sahneye girip çatması piyese arap filimlerine has bir çeşni atmakta ve neticede Ordinaryüs Profesör bu çocuğu karısından satı- nalarak 1nsanhgın ve hassasıyetın bir büyük örneğini vermekte Seyirci için piyeste muhım olan konu değildi. Ama bütün şu sahnede cereyan eden vak'alar herhalde seyir- ciye bir şey söylemek içindi. İşte mü- him olanı, bu söylenmek istenen şey ve bunun nasıl söylendiği idi. Ro- mancı Reşat Nuri Güntekin bu piye- siyle neyi söylemek istemişti? — Bir AKİS, 8 ARALIK 1956 T R O büyük profesörün, bir Ordinaryüs Profesörün iç yüzünü mü? Karısının dırdırcılığını, insafsızlığını, görgüsüz- lüğünü, — vicdansızlığını mı? — Yoksa yaşı geçkin iki ilim adamının Nev- rik'in pansiyonunda aradıkları yeni bir hayatı, bir turlu elde edemedıkle— ri bir "başka gece"yi mi? bütün bunlar sadece ve sadece o iki ilim adamım alâkadar ederdi. Onla- rın karılarından çektiklerim dinle- mek de hiçbir seyircinin boynunun borcu degıldı Olurdu. Yazar bu iki ilim adamının hususi hayatları yo- luyla bizi de kendine çeker, gülerek de olsa, ağlayarak da olsa bizi kendi meselelerimiz üzerinde düşünmeğe, onların üstüne eğilmeğe sevkederdi de piyesin birşeyler söylediğini anlar- dık. Yahut da bize hayatta rastladığı- mız bazı tipleri bütün taraflarıyla çi- zerdi... Ama Reşat Nuri bunu böyle ya pamamış. Reşat Nuri romancılığın- dan gelen bir alışkanlıkla seyirciyi sadece 3,5 saat bir takım hikâyeler dinlemek sorunda bırakmış. Hassa'ın Şehnaze ile nasıl evlendiği, evlendi- ğindenberi hayatının — nasıl cereyan eylediği, Nevrik'in pansiyonuna na- sıl yerleştiği, arkadaşı Hüsnünün ka- rışım nasıl hastahaneye kaldırdıkla- rı, Nevrik'in pansiyonunu nasıl bul- dugu şimdi nasıl bir hayat istediği ütün piyes boyunca için- de “bir nebzecik tiyatro — bulabildiği- miz bir tek sahne var: O da Haydarın kendisinden olmayan temsile yemek gönderebilmek için arkadaşı Hüsnü- nün yufka yürekliliğinden çocukça bir telaş içinde istifade ettiği sahne. Işte yalnız burada müellif söylemek İstediğini hikâyesiz, nutuksun yaşa- nan anın psıkolo;ısı ve reaksiyonu i- çinde seyirciye aksettirmeğe yaklaş- mış, fakat bunun dışında piyesinin kahramanlarından birine yirmi sene- lik hayatım yirmi senelik arkadaşına hikâye ettirecek kadar tiyatro tekni- ğinden nasipsiz bir piyes olması için elinden geleni yapmış. Nevrik'in pan- siyonunda bir daktilo Nigâr ortaya çıkıyor. Herhalde yazar, piyesinin bir karanlık yol üstünde yürüdügünü farketmiş, ona da, Haydarın ıç âle- mine de bir parça ışık tutmak için o- lacak aklına geliveren bir anda Ni- gâri icadedivermiş. Tabii Nigârın pi- yeste ne rolü olduğu akla gelecek ilk düşünce.. Yazar buna da bir isalı yo- lu bulmuş ve gene romancılığından ge len bir alışkanlıkla Haydar ve Nigâr arasında yıllar önce, daha başlama- dan neticelenmeğe mahküm bir aşkı hikâye etmekten geri kalmamış. Re- şat Nurinin Nigârı yıllar sonra Nev- rik'in pansiyonunda Haydarın karşı- sına çıkarmasındaki gaye olsa olsa Ordinaryüs Profesöre bir "son aşk" yaşatma arzusu olabilirdi. Ama bu aşkın Ordinaryüs Profesörün haya- tındaki rolü gibi Niğârin piyesteki rolü de suni ve yamama bir rol o- larak kalmağa mahküm. Zira pıyes— teki pek çok şahıs gibi -Gazeteci Kız, Fotoğrafçı, Muallâ, Komiser Sivil Memur v.s.- Nigar da sahneye sebep- siz girmiş, sebepsiz çıkmış. Yazar dansöz Pandora'nın belâlısı şoförü de bu kadroya dahil etmemekle - şükür- isabetli bir iş yapmış. Bir piyes yazarı koskoca bir Ordi- naryüs Profesörün küçücük hayat macerasım dahi yirmi bilmem — kaç şahısla anlatmağa muvaffak olama- mışsa, bu piyes yazarının olsa olsa geniş muhayyilesinden — doğanlarla üçyüz-beşyüz sayfalık kitaplar dol- durması temenni edilebilirdi. Gene temenni edilirdi ki Devlet Tıyatrosu Umum Müdürü bir zamanlar bir mü- nâsebetle yazdığı şu satırları hiç de- ğilse arasın hatırlasın ,,,,,, yoksa hakikatte bizde kâfi derecede yerlı piyes oynanıyor.. ...... aif olsa dahi oynanıyor. Yal- nız oynandıgı zaman halk beğenmi- yor vat rağbet görmüyor. Seyırcılerı de bütün ömürleri boyunca acemi berberlere traş ettırmege kimsenin hakkı yoktur sanırım" Asıl kurbanlar Bu traşın kurbanı sadece seyirciler değildi. Asıl kurbanlar muhakkak ki piyeste rotu olan Devlet Tiyatrosu sanatkârları idi. Herbiri müellifin ka- leminden fırlayıveren bir takım la- san taslaklarını temsile zorlanmıştı. Piyesteki kahramanların çevremizde- kilerle en küçük bir alâkası yoktu. Çevremizde rastladıklarımıza benzi- yeninin dahi hatları ya çok kalın bir kalemin ucuyla pek sert çizilmiş, ya- hut da kendilerini kalemin ucuyla dâhi dokunulmamıştı. Ordinaryüs Pro fesörü oynayan Salih Canar bu belir- sizlik yüzünden bir kafilenin başında, el yordamıyla yolunu bulmağa çalış- mış, Süreyya Taşer yazarın kalemin- en fışkıran bu sert ve koyu çizgiler yüzünden Şehnazeye yaklaşabilmek için elinden geleni yapmış, adeta kendini tüketmek sorunda kalmıştı. Ragıp Haykı sırf oyunu sayesinde Doktor Hüsnünün bir türlü boy ve- rememiş şahsiyetini az çok sevimli bir hale sokmağa muvaffak — olmuş, Nermin Akagündüz tek hatlı pansi- yoncu kadın Nevrik rolüne bir parça renk ve canlılık vermesini bilmişti. Handan Uran tıpkı "Korku" daki gibi bir kere daha belirsizliğin kurbanı olmuştu. Ancak, ne tip bir kadın ol- duğunu bir türlü anlıyamadığımız Nigâr, Handansız sadece anlaşılma- makla kalmaz, sahneye bir Sfenks donukluğu ıçınde de girip çıkabılır— di. Piyesin iyi çizilmiş yegâne tipi Molla idi. Koskoca bir Ordinaryüs Profesörün Barodan kovulmuş Molla gibi bir avukatla ne alışverişi olduğu da pek iyi anlaşılamamakla bera- ber pek çok tiyatro eserlerinde rast- ladıgımız iki yüzlü, menfaatçi bir ti- pi belki de bu sebeple yazar renk nüansları vererek çizmiş ve bu rol Muzaffer Gökmen tarafından daha da başarıyla oynanmıştı. Salih Canar'ın "Bu Gece Başka Gece"yi sahneye koymakla çok nan- kör bir işi üzerine aldığı ve hem pi- yesi sahneye koyan, hem de baş rolü. 31

Bu sayıdan diğer sayfalar: