22 Şubat 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

22 Şubat 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

1 | AKŞAM “Bayan Dinamit'le görü iştüm Joan Blondel “Erkekler daima gençtir ,, adlı bir filim çeviriyor, fakat kendisi bunun aksine kaildir Artist diyor ki: “Aşk ölmüyor, yeni doğuyor. Eski plâtonik aşklar yağsız, sade suya çorba kadar tatsızdır. Senelerce sevgilisinin eli kendi eline değmeden hayatını ahlarla oflarla geçirmek... Bu aşk değil; aptallıktır ... <Erkek canlı, ateşli olmalı, hatta bir az da korku vermeli. Erkeğin cansızına, «Erkekler dalma gençtir...» Sakın inanayım demeyiniz, vâkit- leri gelince erkekler de mis gibi ih- tiyarlarlar... «Erkekler dalma genç- tir», Hollywood'da Columbia stüd- Yolarında çevrilen bir filimin adıdır... «Erkekler dalma gençtir: Zel cümle değil mi?. hikâyedir. Adamcağız: «Söyle Tatar ağası... Yalan olsa Olsa da söyle...» dediği gibi insan bu Cümlenin karşısında da — Söyle Tatar ağ da söyle... demekten kendini alamı- Yor. Columbia'nın müdürünün odasın- da otururken bana sordular: — Bayan «Dinamits le görüşmek İster misiniz? Bayan Dinamit te kimdi?.. Bu is- . Ne gü- Hani meşhur İ — Çorap değişmiyecek misiniz? O gayet tabii bir şey yapacakmış gibi: — Ne çıkar çorap değişeceksem?.. Haaaa... Anladım... Anladım... Be- nim yanınızda çorap değiştirmiyece- ğimi zannediyorsunuz değil mi?. Oturun canım, oturun... Sanki plâj- da bana rasgelseydiniz beni çorap- siz görmiyecek mi idiniz? Beni buraya getiren stüdyo müdü- | rile birbirimize bakıştık, Müdür: Yalanı olsa | — Kalalım bari... dedi. Ben de boynumu büküp razı ol- | dum: | değiştirmeğe Mi hiç duymamıştım. Onlar benim | Şaşkınlığımı görünce sordular: — Ay Hollywood'da bu kadar za- Man oturuyorsunuz da «Dinamits £ bilmiyor musunuz? Dinamit meşhur Barışın yıldız Joan Blondel'in ismi- dir.. «Erkekler dalma gençtir.» fili- Mini 6 çeviriyor... İsterseniz stüd- Yoya inelim de kendisile görüşünüz. Pakat kızdırmağa gelmez. Kazınca gözü hiç bir şey görmez, Kızdığı va- kit stüdyoda her şeyi altüst ettik- sonfa. projöktörleri devirerek,ak- İörlere çatarak çıkıp gitmek Joan Blondel için en tabil hareketlerden O tıpkı filimlerinde gördü- Bünüz gibi ateş almağa hazır bir linamit gibidir... “Şu Hollywood'un Dinamitini bir görelim.» dedik. Biraz sonrâ kap- Karanlık bir stüdyoya girdik. İnce, tatlı bir ses bağırdı: — Hey... Kapıyı açan da kim?. yapıyor... Stüdyo müdürü: — Eyvah... dedi, Dinamit... Joan Blondel'in altındaki 12 te- kerelekli istediği yere çekilen seyyar Mâkiyaj salonunun kapısının önün- geçerken içeriden dışarıya bir Sİ ipek kadın çorabı atıldı. Bu ço- Tablar az daha suratımıza gelecekti. İçeriden ayni ince, tatlı ses bağırdı: — İstemem... İstemem... Bu çe- rapları da sevmedim Joan Blondel hizmetçilerinin stüd- Yoya getirdiği 20 - 30 çift en Alâ cins Şoraplardan bir türlü birini beğe- giyemiyordu.. Stüdyo müdürü Deni ona takdim edince âdeta heye- “anla yerinden fırladı: >— Türkiyeden mi Türkiyeden... — Evet... Türkiyeden... «Keşke sizin yerinizde olsaydım... öm ne İyi, ne uzun, ne gü- Büyük Okyanusa ge- lm kadar kaç deniz gördünüz. Kaç memleket geçtiniz!.. Canım şu iler mesud. insanlar... Keşki “zin yerinizde olsaydım .. Bir buçuk ay çalışıp bir filim çe- ye 150,000 dolar alan rn genç kadının benim Saa- © Özenmesine güleceğim geldi niş; Mülâkattan evvel müsaade edi- de şu çoraplarımı değiştireyim... oy hemen fırladık. Dışarı çıkma. dme rlanıyorduk O hayretle ba- geliyorsunuz? — Hellol, Nereye gidiyorsunuz? mırıldandı: — Peki, kalalım... Meşhur yıldız iki bacağını önün- deki iki hizmetçisinin dizlerine uzat- tı. Onlar sarışın yıldızın çoraplarını başladılar. o Çoraplar- dan biri çıkıyor, öteki geçiriliyordu. Joan Blondel her çoraba da şöyle bir bakıp: — Olmadı, bunu da beğenmedim... diyordu. Bizim yanımızda belki 20 çorap giydi, çıkardı... Ve hiç birini beğen- medi. Nihayet: — Zarar yok... dedi, çorapsiz oy- nıyacağım... Bu çoraplardan hiç bi- rini beğenmedim. Halbuki benim en büyük merakım çoraptır... Elile birbirine karışmış hepsi de yepyeni 20 - 30 çift çorabı şöyle bir itti. Hizmetçilerinden bir genç kıza: — Bunları sen al... dedi, Garib bir iddia! Sonra kısacık eteklerini pek yu- karılara atan bir hareketle çıplak bacaklarını birbiri üstüne attı Bir sigara yaktıktan sonra konuşmağa başladı. Birdenbire aklına gayet ehemmiyetli bir şey gelmiş gibi: — Aman, dedi, cuma günü gene stüdyoya gelir misiniz?... — Bir şey mi var... Gelmem icap ediyorsa... Sizi bir arkadaşıma takdim edeceğim... Ne iyi oldu da hatırıma geldi. Orünla iddiaya tutuştuk. O ille iddia ediyordu: «Türkler kara renklidir » diyordu. Ben de «beyaz- dır» diyordum. İşte şimdi hakiki bir türkle tanıştım, İddiamı kazandım. Canım hiç türkler siyah renkte olur- lar mı?. Hayret etmiştim: — Demek arkadaşınız türkleri si- yah zannediyor ha .. Joan Blondel bana karşı bir pot kırmış gibi omuzuma dokundu: — Sinirlenmeyiniz canım, dedi, onun coğrafyası kuvvetli değildir. Sonra gülerek ilâve'etti: — Herkes benim gibi âlim ola- maz... Yüzüne bakılınca 30 - 32 yaşında bir kadın tesirini veriyor. Fakat 30 - 32 yaşında haşari, afacan, biber gi- bi bir kız... Stüdyonun her tarafına konul muş 5 - 6 büyük ayna gözüme ilişti. Bütün aynaların altındada Joan 'Blondele mahsustur; yzıyordu. Za ten stüdyoda sarışın yıldızın bütün eşyasınm üzerinde «Joan Blondele mahsustur» cümlesi var. İskemlele- rin üzerinde, aynaların üzerinde, bü- yük bir sürahinin üzerinde... Hele başka o artistlerden biri bu yıldıza mahsus aynaya şöyle bir baksın... Kıyametler koparmış... Elimle 5 - 6 aynayı gösterdim: sümsüğüne e Jon Blondel Hikmet Feridun Es'le yanyana — Ne çok aynanız var... dedim, Kahkahalarla güldü: — Amma yaptınız ha... dedi bir kadın için atı ayna çok mu? Kadın demek süs demektir, tuvalet demek- tir... Bunlar da ayna ile olur... İyi ki hatırıma getirdiniz, dudakları" min boyasını tazelettireyim... Kelebek kanadı dudak! Makiyajcı çağırıldı. Bu makiyaj memuru da ressammış. Güzel sa natlar mektebinden mezunmuş Adamcağız çekine sordu: — Dudaklarınızı mamı istiyorsunuz? Kelebek kanadı... Güldüm: — Hiç işitmmeiştim, dedim. «Ke- lebek kanadı» nedir?.. — Bunlar Holiywood tabirleridir. Amma bu tabirler bütün Amerika. da yerleşmiştir. -Boyanan dudakla- rın şekillerine göre adlar verilir. Ba- aı dudaklar öyle boyanırlar ki kele- bek kanatlarına benzerler... Maki- Yük ne şekilde dudak istediğini. zi söylemelisiniz ki ona göre yap- sın... «Kelebek kanadı» mı istiyorsu- nuz, «yarım kâlb» mi, eğül yapra- #» mı... Dudak şekillerinin daha bir çok isimleri vardır... Benim bu cehaletime şaşmış gibi baktı: — Bunları bilmiyor mu idiniz?.., — Sizden öğrendim.. — A... Ben boyanmağı çok seve- rim... Zaten boyasız kadınların yüz- lerine bile bakamam... Zaten dudak deyince aklınıza hangi renk gelir?. Kırmızı değil mi?. Bir insanın du- daklarını bembeyaz kesilmiş, yahut ne şekilde yâp- Joan Blondele çekine | mosmor olmuş görürsek onu Çe | bulmayız. Demek dudağın kırmızı olması şarttır. O halde bu kırmızı- | lığı suni renklerle niçin büsbütün çoğaltmıyalım... Sevdiğimiz siyah kirpikleri niçin birez daha siyahlaş- tırmıyalım?,. Mademki dudağın kır- muzi olmasını güzel buluyoruz, de- ha kırmızı dudak, daha güzeldir. Bu esnada dışanda, genç erkek rolünü oynıyan aktör filimde söyli- yeceği şarkıyı bağıra bağıra oku- yordu: <Erkekler her zaman gençtirler...> «Erkekler her zaman gençtirler...> Tersine şarkı! Joan Biondel güldü: - Bu şarkıda bir yanlışlık ole | cak, dedi, «kadınlar her zaman genç- | tirler» olmalı... Sağ olsün maki yaj... Var olsun güzellik salonları... Bir saatte 10 yaş, 15 yaş gençleşenle- ri görüyorsunuz... O bitirdiği sigarasını tablaya bas- tarırken ben sordum: — En çok hangi rolleri seversiniz? — Hiç şüphesiz aşk rollerini... Si- nemada bana: «Sevilen kadın» rolü verilmiyecek derecede yaşlılanırsam derhal işimi bırakırım... Yalnız s6 vilen kadın rolleri oynamalıyım... Zaten sinemanın derdini de bunun için çekiyorum... Aşk rollerine bayı- Yarım. — Hayatta? — Hayatta mı? Amma sual ha... | Siz benim bir aşk izdivacı yaptığı mı bilmiyor musunuz? Meşhur sine- ma artisti Dik Powel ile evlendim... Hem de yeni... Ben aşkı çok seve- — Hâlbüki bir çok bedbin filozof- katiyyen tahammül edemem» — «âşk yer yüzünde ölüyor» diyor ad Biondei: — Saçmalıyorlar... dedi. Aşk yer yüzünde yeni doğuyor... Eski aş'Jar da aşk mı imiş! Lâf... Eskiden aşk sözde (kalıyormuş... «Ah» Jar, soh- lar... «Aman kalbim» le falan filân... Sevgiliyi uzaktan gördünüz mü? Kâfi... Bu da aşk mı? Eski aşk mu- azzam bir palavradır. Onların, y& ni eskilerin plâtonik aşk dedikleri ve yalnız kalbde ve dilde olan aşktan bir şey anlamam. Plâtonik aşk yağ- sz, etsiz, sebzesiz, sadesuya (yapıl- mış bir çarba kadar tatsız, mâna- sız bir şeydir. Aşk bütün hararetile kendisini hissettirmelidir. Bunu da ancak bu asrın insanlarında gürü- yoruz. Bugünkü aşk tam aşktır. Plâ- tonik aşk gibi: — Ah sevgilim... Seni seviyorum Mehtapta bir dolaşsak... tan iba- Tet değildir. Bu asrın aşkı tam mâ- nasile aşktır. Dante, Bestrisi şöyle bir gör. müş... Bilmem kaç sene sevgilisinin eli kendi eline değmeden hayatını «ah» larla, «ofe larla geçirmiş. rica ederim, şimdi siz buna aşk der mi- siniz? Bu aşk değil alıklık... Aşk bu- günün aşkı... Erkek nasıl olmalı? — Erkekler hakkında fikriniz ne- dir?.. İdeal erkek tipini nasıl düşü- nüyorsunuz? — A... Bakınız ben Karşımda er- kek görmek isterim. Canlı, ateşli, hat- tâ biraz insana korku veren erkek... Erkeğin sümsüğüne, cansızıa kati- yen tahammül edemem. Bu asrın erkekleri de ekseriya canlı... Eski- den o sümsük, sevgilisini bir kere- Güzel yıldız yüztünde öyle çizgi- ler yaparak konuşuyordu ki bizim Galata külhanbeyleri bunları görseler şaşırırlar. Joan Blondel birdenbire pazuları- nı sıktı: — Benim kocamı görseniz... Böy- le böyle pazuları var... Dehşetli spor- cudur... Yalnız bir kabahatini ie beğenmem., yaşını biraz saklar, —Musud musunuz? Omuzlarını kaldırarak içini ir derin çekti: l — Bilmem ki.. dedi... Her hal de sinema artistliği zevkli bir iş de- İ gil.. Bir seyahate çıkarsınız, her kesin gözü sizin üzerinizdedir. Bir lokantaya oturup bir şey yiyecek olursunuz, üzerinize dikilen gözler- den lokmanız boğazınıza dizilir. İn- san hali bu... Sokakta şöyle biraz çorabınız düşecek olsa yukarı kaldı- ramazsınız. Çünkü bütün gözler si- zin üzerinizdedir... Ni Halbuki öteki kadınlara bakıyo- rum, Ne mesud insanlar... Ne ka- dar şerbes geziyorlar... 1 Rejisör seslendi: ) —Mis Blondel rolünüz geldi... Genç kadın ayağa kalkarken is. karpininin topuğu &yerdeği elektrik kablolarından birine takıldı. Sen misin takılan? Sanki elektrik kablo- su canlı bir insanmış gibi Joan Blondel: , — Seni utanmaz seni loyu tekmelemeğe başladı... Hikmet Feridun Es diye kab-

Bu sayıdan diğer sayfalar: