14 Mart 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

14 Mart 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

14 Mart 1988 —maamı— — Sahife 9 EV iŞLERİ Genç musikişinas Lütfi Lâtif tam #Murup yeni yapacağı besteye çalışa- sağı sirada içeriye güzel karısı Saba- Bat girdi. Sabahat tatlı bir gülümse me'ile çıplak kolunu Lütfi Lâtifin boy- Buna doladı: — Kocacığım... dedi, senden birşey Tica edeceğim. Bitişik apartımanda 0- furan arkadaşım Selma beni çağırıyor. Çek gitmek istiyorum. Halbuki ak- #amdan kalmış bir sürü bulaşık var. Bonra da yemeği ateşe koydum. Ne 0- Tur bugün de ev işlerini sen görüver Biliyorsun ki hizmetçimiz yok. Hergün ©v İşlerini görmekten bak karıcığının elleri ne hale girdi. Bugün de bu işleri #en yap olmaz mı? İnşallah zengin o- Tursun da çifter çifter hizmetçiler tu- tarız, sana böyle angariyeler yüklet- mem. Lütfi — Fakat karıcığım, ben besteme ça- İışacaktım... diye itiraz edecek oldu Babahat: — Notalarını alırsın, Mutfakta bir Yandan dibi tutmasın diye yemeği ka- Tıştırırsın. Bir yandan da bestene çâ- ışırsın nonoşum. — Amma karıcığım... Benim piya- nonun başında çalışmam lâzım... — Sen istesen bir şeyler uydurur- #ün... Haydi haydi benim ton ton ko- Cacığım... Ben gidiyorum, Sakın yeme- Ein dibini tutturtma... İkide bir iyi ka- Tiştır... Bulaşıkları da güzel yıka emi kocacığım... Sabahat böyle söyliyerek * kocasını Öptü. Çıktı gitti Genç musikisinas İçinden bir dAhavles çekti. Vakıâ Lüt- fi LAtif yaptığı bestelerle âz zaman- da epice bir şöhret kazanmıştı. Fakat gey yalnız ve sadece «şöh- Tet ten ibaretti. Paraları olmadığı için hizmetçi tutamıyorlardı. Güzel elle- rine pek meraklı olan Sabahat ikide bir: «Bulaşık yıkamaktan ellerim ne hale geldi? Adeta arkadaşlarımın gü- xel, bakımlı elleri yanında kendi elle- Timi göstermekten utanıyorum.» di- Ye şikâyet ediyordu. Lütfi LAtif nota defteri koltuğunun altında söylene söylene mutfağa gir- di. Sabahatın ateşe koyduğu yemeğin başına oturdu. Tahta kaşıkla dibi tut Masın diye yemeği karıştırdı. Bundan sonr tencerenin kapağını kapadı, Ken- di kendine: — Bari işleri çabucak bitireyim de terini bir rafıri üzerine bıraktı, Akşam- dan kalan bulaşıkları yıkamağa baş- lâdı, Fakat ne de çok bulaşık varmış... Lütfi LAtif bir yandan bunları yıkar- ken bir yandan da yarısına kadar yap- tiğı yeni bestesini yüksek sesle oku- mağa başladı: “Zaman denilen sünger» «Kalbimdeki bütün hatıraları sildi.» Bunu söylerken yıkadığı tabakları bezile silip kuruluyordu. Tam bü esnada kapı acı acı çalındı. Acaba kim gelmişti? Lütfi Lâtif derhal önü he bağladığı karısının mutbak önlü- Bünü çıkardı. Ellerini kuruladı. Gitti, Kapıyı açtı, Gelen Lütfi Lâtifin tam- bir gazeteci idi. Gezeteci — Üstad sizinle bir mülâkat yap- Mağa geldim... diyerek içeri girdi. Lütfi LAtif gazete muharririni mi- salonuna aldı. Gazeteci: — Üstadım... Mevzuum kadın - er- Kek meselesi... dedi. Erkeklerin, ko- caların ev işleri taraftar Müsimız? Değil misiniz?.. Lütfi LAtIK şöyle bir düşündü. Son- YA cevab vergi; >— Katiyen... Bir erkeğin ev işleri katiyen taraftar değilim sam onu daha fazla söyletme — Meselâ mutfağa girip iş gören Bir koca hakkında fikriniz medir?. Kütfi Lâti? yüzünü buruşturdu: > Aman ne gülünç bir manzara, ne gülünç bir manzara... Bir ko- ye muttakta çalışsın, yemek pişirsin!.. komik şey... Azizim, bir erkeğin hiç aşmadığı yer, içinde yemek pişen önüdür. Gazete muharriri; 17 Güzel söylediniz üstad... dedi, Bu Yali Kalın harflerle dizdirmeli.. yapmalı... Fakat birçok kakrin &vlerinde yemek pişirdlik- Aşitiyoruz. ON vr: ben heye x erkekleri bilmem... Fakat Kal am bir yumurta pişir- Lüli bunu söylerken burnuna ya nik yanık bir yemek kokusu - geld Eyvahlar olsun galiba ateş üzerinde bıraktığı yemeğin dibi tutmuştu. Ko ku gittikçe ziyadeleşiyordu. ayet, Lütfi. — Bir dakika müsaadenizi rica ede- ceğim... diyerek salondan fırladı. Mut- fağa koştu. İyi ki gelmişti. Biraz daha gecikmiş olsaydı yemeğin adam dibi tutacaktı. Lütfi Lâtif iyice karıştırdıktan sonra misafir sa- lonuna döndü. Gazeteci: — Demek hayatınzda bir tek yumur- ta pişirmediniz öyle mi?.. diye sordu. Lütfi mağrur bir eda ile güldü — Ne diyorsun azizim... Ben mut- fağın yolunu bilmem... Mutfağın ka- pasını şaşırdığım çok kere vakidir. Bir yemek nasıl pişer? Bir tencerenin için- de kaynıyan yemek nasıl karıştırılır? Hiç fikrim bile yoktur, Hayatımda bir tencere kapağı tutmuş değilim. Eyvahlar olsun... Hava gazı ocağını pek fazla mı açmıştı ne idi?.. Yanık ya- | nik yemek kokusu gene burnuna gel- meğe başlamıştı. Gazeteciye tekrar: — Bir saniye müsaadenizi rica sde- rim... diyerek bir daha mutfağa koş- tu. Tevekkeli değil... Fazla kaynadığı | için yemeğin suyu azalmıştı, Tencere- ye biraz su koyduktan sonra niisafir salonuna döndü. — Ya işte böyle azizim diyordu. Bir erkeğin mutfak kapısından içeriye gir- mesine bile taraftar değilim Gazeteci bir yandan not alırken bir yandan da sordu: — Halbuki bulaşık yıkayan birçok erkekler bile varmış... Bunun hakkın- da fikriniz nedir? Lütfi Lâtif; — İnanmani 'âzizim, buna inana- mam ...Bir erkek bulaşık yıkasın... Kabil değil... Bilmem bunu benim ak- hm almıyor... Bazı erkeklerin bulaşık yıkadıkları hakkındaki şayla bir fan- teziden ibaret olsa gerektir Gazeteci israr etti: — Yok efendim yok... Bu katiyyen fantezi filân değil... Ben kendi hes; bima bulaşık yıkayân birçok erkek! r tanırım... Sİ Genç musiki üstadı yüzünü buruj- Yurdu: — Gülünç, gülünç... 'Tam bu sırada mutfakta bir tabak çanak gürültüsü oldu, Bir yerden dü- şürülüp kırılan bir tabağın, yahud bir bardağın şangırtısı işitildi. Eyvahlar olsun komşunun hırsız, ziyankâr ke- disi mutlaka mutfağa girmiş olacaktı. Lütfi LAtIf içinden; «Mutlaka, dedi, pis hayvan henüz yıkamadığım kirli rı yahıyordur. Hay hınzır hay- y... Bir tabağı da düşürüp kır- Acaba hangi tabağı kırdı... Eğer Jan birini kır- © Tam bu esnada Ikinci bir tabak şan- gırtısı oldu, Artık Lütfi Lâtif yerinde duracak gibi değildi. Gazeteciye gene fırladı. Mutfağa koştu. Hay hınzır hay- yan bayi, İki büyük kayık tabağı da kırmıştı. Eyvahlar olsun şimdi karısı gelince kıyametleri koparacaktı, Hele riyankâr hayvana bakın, Sanki bunca şeyleri yapan o değilmiş gibi hâlâ kir- li bulaşıkları yalıyordu... Lütfi LAtİf büyük bir hiddetle: - Pist kâfir... dedi Kedi kaçtı. Fakat o içeriye, misafir salonuna gidince gene gelip bulaşıkla- rı yalıyacak, belki de birkaç tabağı da kıracaktı. Lütfi bu kedinin mutfa- ğa nasıl girdiğini bir türlü keşfedeme- mişti. Muhakkak Ki pis hayvan o çi- kar çıkmaz arkasından mutfağa dam- yacaktı, Lütfi Lâtirf — Sanki çabucak bulaşıkları çalka- layıp dolaba kaldırsam daha iyi de- gil mi?.. Çünkü bulaşıkları bu halde bırakırsam kör olasıca hayvan gene İ yapacağını yapar... Beş dakikada ben bulaşıkları çalkalarım. Diyerek bütün kirli tabakları sa- bunlu bezle bir kere sildikten sonra sıcak suya batırıp çıkardı. Hepsini çapucak kurulıyarak dolaba koydu. Oh şimdi rahattı, Vakıa iki kayık ta» bağı kırılmıştı amma bundan sonra pis hayvan bir ziyankârlık yapamazdı. Tekrar gazetecinin yanma döndü: .— İnanamam azizim, inanımam, diyordu. Bir erkek bulaşık yıkasın... Bu imkânsız bir şey... Bu esnada oturdukları salona ga- yet yakın olan bitişik apartımanın balkon kapısı açıldı. Karısı Sabahat bu balkonda göründü. Sabahetin | çıktığı komşunun balkonu gazeteci ile Lütfinin oturdukları salonun büyük | penceresi yanında idi. Fakat gazeteci duvar dibinde oturduğu için Sabahat onu görmemişti. Genç kadın bitişik balkondan yalnız kocasını görüyordu. Balkondan seslendi; — Lat... LütfI LAtif gazeteciye: — Bizim bayan... diye izahat ver- dikten sonra pencereye yaklaştı — Ne var yavrucuğum?. | — Yemeği piçirdin mi kocacığım... | Bulaşıkları da yıkadınsa artık ben eve geleyim!!! En korkunç düşman ve ! MAN ven e ir. yp 2 7 En mükemmel silâh Soğuk algınlığı tehlikesine karşı kendinizi GRİPİN kaşelerile koruyunuz SOĞUK ALGINLIĞI: Baş, diş, bel ku- lak ağrılarına sebeb olur. GRİPİN bü- tün ağrıları dindirir. SOĞUK ALGIN- LIĞI: Nezle Grip ve bir çok tehlikeli hastalıklar doğurur GRİPİN üşütmeden mütevellit hasta- ıklara mâni olur. SOĞUK ALGINLIĞI Kırıklık, neşesiz- lik tevlit eder. GRİPİN: Kırıklığı geçirir, neşenizi iade eder, Icabında günde üç kaşe alınabilir. #sim ve markaya dikkat ve her yerde ısrarla GRİPİN isteyiniz. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender FP. Sertelli smmm Tefrika No. 168 maun. İki yelkenci, Kaptan paşanın az ötesinde şöyle konu- şuyorlardı : “Hüsrev reis, Sinanı kasden harcadı! ,, Bu sırada yağmur olanca şiddetile yağıyordu. Denizde kopan kasırga” lar denizcilere dehşet veriyordu. Ka- çacak, sığınacak ne kuytu bir ada, ne de bir körfez vardı, (Issız ada) dan bir hayli uzaklaşmışlardı Nihayet bu kasırgalar içinde Do- ganın, yahut Doğan zannedilen ge- minin de gözden kaybolması, bütün denizelleri hayretten hayrete düşür- dü. Kilıç Ali paşa: — Bu ne müthiş yağmur! diye söyleniyordu. Ben otuz yıldanberi böyle müthiş bir havaya raslama- Ve donanmaya: «Dağılmayın, toplu bir halde yolu- muza devam edin!» Emrini verdikten sonra, geminin arka kasarasına çekilerek, tente &al- tından etrafı seyre dalmıştı, Deniz taşacak gibi köpürüyor, ka- bârıyordu. Koskoca kadırganın baş ve kıç ambar üstlerini su basmıştı, Leventler güvertede dizlerine kadar $u içinde dolaşıyorlardı. Mahmud reis sancak direğinin di- niz o kadar kabarmıştı ki, süratle iler- lemek mümkün olmuyordu. “ İki yelkencinin gevezeliği Yelkenlerin bir kısmını indirmiş- lerdi. Arka kasara' büklümünde iki yel- kenci bir köşeye sinmiş, yavaş ya- vaş konuşuyordu: — Neden susuyorsun be? Deniz bu... Yağmur, fırtına, kasırga, bo- ra... Denize çıkınca hepsini göze al- malı, — Ben denizciliğin ne demek ol duğunu senden iyi bilirim, budala! Ben ne yağmurlu, fırtınalı havalar gördüm. Ben Sinanın işini hatırla- dıkça hiddetleniyorum. — Talih bu! .Denizde esir almak ta var, esir olmak ta, Sinan (Filip) i esir alayım derken, kendi esir düş- tü, Ulağan şeyler bunlar. — Hayır... İşin iç yüzü senin bil diğin gibi değil! — Ya nasıl?... — Şimdi sırası değil. Sonra konu- şaruz. Sırtım fena halde ıslandı. — Buradan daha muhafazalı bir yer bulamayız. — Bu yağmur da ne zaman dine Sindikleri yerde biraz daha büzül düler. Konuşma devam ediyordu: — Bana merak oldu bel Anlat şü işin iç yüzünü bakayım... — Hüsrev rels, genç kartalı ne kar dar kolay harcadı. Sinan öyle ça- bucak yenilecek ve esir düşecek bir denizci miydi? — Kolay harcadı diyorsun! Sina- | nın esir düşmesine Hüsrev reis mi s6 beb oldu? — Ne sandın ya? Onu altı tayfa Me küçücük bir çektiriye bindirip Kefalonya llmanına gönderen Hüs- rev rels değil mi? — Evet amma, Hüsrev reis bunu kasden yapmadı ya. o Arkasından — Ben dönen fırıldakların farkın- da değlisini Hüsrev reis, Sinanı çe- kemiyordu. Donanma İstanbuldan hareket edeceği sırada, Kılıç Ali pa- :" «Sinanı bulmadan bir yere gide- mezsiniz!» demişti. O zaman Hüsrev rels; «Paşam, biz Sinansız da iş görü- rüzli Sinan meydana çıkmazsa, do- nanma yolundan kalacak değil ya?» diye cevab vermişti. — Bu cevaba kaptan paşa ne dedi? — Ne diyecek? «Senin bu sözleri- nin bir akçelik değeri yoktur!> de di ve donanmayı 'Tersaneden dışarı rels bu hadiseden çok müteessir ol- muş: «Biz Filipi yakalıyamaz mıyız?'a diye söylenmişti... , Ve Sinanı böyle- ce güzel, sessiz ve gürültüsüz bir tu- zağa düşürdü. — Eğer Navarin fatihi olan Hüs- — Haydi be sen de, Çok fesad yü- reğin varmış senin doğrusu. Mah- mud reis seksenine gelmiş bir reistir, Herkes onun elini öper. Hüsrev reis çocuk değil ya. Onun nesini kıska- nacak? — Kaplan paşa Mahmud reisi pa- şa gemisinde alıkoydu da... Hüsrevi başka bir gemiye verdi. Anladın mı şimdi kıskançlığın iç yüzünü? İşte buna çekememezlik derler... «Kaptan paşanın kulağı deliktir!.» Bava iyice kararmıştı Ne arkada kalan (Issız ada) kıyı- ları görünüyor, nede ileriden Ve- neyroyu kovalıyan Doğanın kadırgu- s seçiliyordu. İki saattenberi çeşmeden boşalırca- paşa len emir üzerine - toplu bir halde gi- diyordu. Doğanın etliğı güle acaba sinyor Veneyronun büyük yelkenlisi- ne isabet etmiş miydi? Bütün denizciler bunu merak edi- —— Bele durun bakalım, çocuklar! İ Dilinizin altında bir çok şeyler vari | Demindenberi sizi dinliyordum, Ge- Yin bakalım, biraz da biz konuşalım! şaşırdılar Yelkenciler bir ağızdan konuşur gibi, bir tek kelime ile cevab vermiş- lerdi amma, Hüsrev reisten çok kork- tukları da hallerinden anlaşılmıyor değildi Kaptan paşa: — Kimden korkuyorsunuz? dedi. Ne biliyorsanız, bana açıkça söyle- yini Hüsrev reis, Sinanı Kefalenya Hmanına kasden mi gönderdi? (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: