15 Mart 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

15 Mart 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BiR MACERA NUVELİ Hortlıyan delikan zi an ersifon'un kapalı çarşısı yanın- da bir spor otomobili durdu. Kirk beş elli yaşlarında bir Amerikalı iki genç erkek indiler, Dük- ve kahvelerdeki halk, baş- larını kapılardan ve pencerelerden çı- Mararak, biribirlerini dürtüyorlardı: — İşte. Gene beraberler... Bak... — Ne o? Karı gidiyor mu artık yoksa? — Ne münasebet? — İyi ama, otomobilin arkasında Şantalar var. — Onlar Seyfeddin'in eşyası... Ma- Mim ya, yaptığı marifetlerden dolayı i, gidiyor... Amerikah kadınla #ejhin oğlu da kendisini Havza oto- büsüne kadar teşyi ediyor galiba. Mahvoldu Seyfeddin! >— Adam sen de onda o cerbeze vâT- Ke gene kalbur üstü kalır.. Kadın- #eviyorlar bu oğlanı. Evvelee muhtar efendinin dul karı- N, malüm, bütün paralarını yedirdi ine... Seyfi mezuniyet aldı, bir- İstanbula gittiler,” Karıştırma- hait kalmadı. Karıda paralar #iyu çekince, Seyfeddin onu yüzüstü , haydi başkalarına... Dulcağız rin eğlencesi oldu. — Hah hah hah. Kahvehanede bir gülüşme oldu. dükkânda, Amerikalı kadın tabaka alıyordu. Bu yerli malı fa- kiymettar cıgara kutusunu elâle- seyretmesine ehemmiyet vermi- Seyfeddin'e uzattı, O da teşek- makamında kadının elini öptü Waldı, — Vay köpoğlu vay! — Vay kaltak vay! — Yol hediyesi olacak! — Peki, acaba bu Vinson'la Seyfed- ÖM'in arasında bir gey mi var? >— Peki, göz göre göre ne diye Vin- Mun elini öpüyor?” a — Alafrangada ayıp değildir. Bir gülüşme daha: ka our, otomobile bindiler; hare- â &itiler, Arkadan dedikodu uzadı, daha o gün gelmiş bir Memur soruyordu: >> İyi ama, bu Amerikalı kadının ton'da işi ne? — Uzun seneler evvel Amerikalılar Durada tesisat yapmışlardır. Hattâ Mektep filân da açmışlar. İçlerinden İniş, akrabası mıymış, ahbabi mı v her ne ise, bu Vinson'la hemşire- iti uğradılar Merzifon'a... Fakat m va Ayrılamazlar... Meğer Vin- bizim şeyhin oğlunu yakalamış... ire de bu Seyfeddin'i mi... Ka- lin Zenginmiş... Kocaları, Amerika- ep mektup üstüne «nerede- Yehul Gelsenize.» diyerek. r mı kadınlar Merzifon'dan Yakalamışlar piliç gibi Türk oğ- Ya Fakat Bitti'nin © kocası: : E#İ, ya boşarun!» diye “mektup m. diyorlar... O da gitti... di Öyleyse vallahi Seyfeddin ken- i i. ka, sahsus açığa çıkartmıştır... Ar- | dan gidiyordur. Kimbilir artık... gi; een Merzifon'da fena bir ha- r dol Mü olaştı Yolu üzerinde bir ü- Here iy uçuruma dü Vr Parçalanmış. Hem de nasıl par- Şİ Arazi kayalıklı olduğu için taşan Sukutu üzerine, koca koca İki ya, <selerin arkasından kaymış, üketzedeyi de tanınmaz hale ge- * Vinson'nun karnı ezilmişti. a rzuk'un iri bir taş, kafası ek üştü, yamyassı kesilen €t ve kemik yığını halindeydi it iseden kurtulan, sade Sey- e Zira, kaza dönüşte olmuştu. il onu N birakap otobüsün geçeceği ana ta geri dönerken bu fa- e tydana gelmiş talnda baftalaren bu kazadan Kay SİMİ. Rivayete nâzaran, Ameri- leri bile meseleyi yazmış. fer Bg tadan bir ay kadar geçmişti ki, den tekke olan şeyh 'Meh, iş bir kaza olmuş... Otomobil, | Yazan: (Vâ - Nü med'in evinde bir hâdise oldu. Gece yarısı, hizmetçi Ayşe çığlık çığlığa haykırdı Yalnız ev halkı değil, konu komşu da koşuştular: Meğer hizmetçi, pence- reden. beyazlar giymiş birinin geçtiği- ni görmüş, Hayaldir! Rüyadır! - dediler. - Hayır... Vallahi gözlerimle gör- düm... Hattâ, ben bağırınca: «Sus, kızl Yoksa gebertirim! Beni gördüğü- | nü kimseye söylemel» dedi. Sonra gene bahçeye atladı, gitti... Bu meçhul ve esrarengiz misafirin hırsız olduğu &nlaşıldı, Zira, bahçede asılı duran çamaşırlar ve merhum kü- çük beye ait bir takım eşya aşırılmış- ta. Bunlar hep bir bavula doldurulup götürülmüştü. Aradan kısa bir zaman daha geçin- ce, civarda geceleyin esrarlı gölgeler görüldü Meğer manifaturacı Abdürrahman efendinin kızı Reşide Hacer'le komşu- nun oğlu Münir sevişiyorlarmış, Bah- çede geceleyin çardağın altında bir. | leştikleri sırada, duvardan bir erkeğin atladığını görmüşler. Yakalandıkları- nı sanarak evvelâ ödleri kopmuş, | Fakat bir de ne görsünler? rında Merzuk! Reşide bayıldı. Sevgilisi onu ayüt- makla uğraşırken, duvardan atlıyan ; Karşıla- | adam kayboldu. İ İçini acı acı çekti: — Ah, keşke doğru olsa da evlâdı- | mı dünya gözile bir kere daha göre- bilsem. Sonra, yine okumasına, duasına daldı, Fakat içi rahat edemüyordu. Yeldirmesini giydi, başörtüsünü ört- tü ve Pembe Molla'nın evine gitti, Kafkasyalı kadın, kulübesinin önün- de tuğlalardan derme çatma bir ocak yapmış, bir tencere kaynatıyordu. Annenin perişan halini görünee, zi- | yaret sebebini anladı. Ayağa kalktı. Bütün kasaba halkı- nın anane halinde itibar ve hürmet etiği Hasena hanımın eleğine vardı. Korkak korkak onun yüzüne bakıp; — Bir kabahatımmı var? Beni azarlamağa mı geldiniz, hanımcığım? - diye sordu. Hayır, muska veriyormuşsun.. şeye inandın mı ki? — Senden bir şey gizlemem, hanim- cığım. İnanmadun... Ancak bir çok- ları inanıyorlar, korkuyorlar. Onlâ- rın korkularını dindirmek de sevap değil midir? Şeyhin karısı düşündü: — Hakkın var... Ve fazla kalmayıp geri döndü. Yol- da rastlıyanlar ona ürkerek bakıyor- Jardı. Haşna hanım, evine vardığı zaman, büsbütün derdlenmişti. Kalbinde be- liren bir ümid sönmüştü. Keşke şu sihirbaz kadın ona: — Oğlun dirildi, Kanlı izini peşin- Pembe Molla... Lâkin Böyle bir Gömdüğüm yerden mücevherleri çıkararak yeniden tedkik ettim. Artık, bütün ağızlarda şu dolaş- mağa başladı: — Şeyhin oğlu hortladı! Ve, türlü türlü rivayetler: Aycılar, zaten o civarda sık sık tavşana TaS- lamazlar mı? Mutlaka kaza olduktan sonra, cescdler keşfedilinceye kadar, bir tavşan, Merzuk'un üterinden geç- miştir. Bu vaziyette kalan ölüde, malüm, hortlar! Artık konu komşunun uykusu kaçtı. Dirilen ölülerin evsafı hakkında türlü | türlü hikâyeler anlatılıyordu: İki azı dişi sivri olurmuş, bunları uyuyanla- rın boynuna saplıyarak kanını emer- miş. Halk, odalarının kapılarını, pen- cerelerini sım sıkı kapatıyordu. kat ekseriyeti, bu da tatmin etmi- yordu. Zira, hortlakların bacalardan. indiği, en ufak deliklerden içeri - sü- züldüğü ağızlarda geziyordu. Buna karşı ancak büyü fayda verirmiş. Kurşun dökmekle, ebelik etmekle meşhur olan Kafkas muhacirlerinden Pembe Molla'nın bu hadiseler üzeri- ne itibarı arttı, Pek çok kadınlar ken- disine müracaat ederek muskalar aldılar. . — 0 Merhum şeyhin karısı ve Mer- zuk'un annesi Hasna hanım, vaka günündenberi, -matem odasına kapanmıştı. Minderine diz çökmüş, kuranını açmış, hatım üstü- ne hatım indiriyordu. Hortlak meselesini en son duyan o oldu. Zira ona kimse bunu söylemeğe cesaret edememişti. Fa- | içinde, | den sürükleyen bir hortlak oldu de- Yine kuranı başına oturdu. Akşam yemeğine kadar iki cüz okudu. Son- ra, ahretliği içeri girdi. Lâmbayı yak- tı, Tepslle yemek getirdi. Kadıncağı- zan zaten boğazından bir şey geçmi- yordu. O gece iki lokmadan bile tı- kandı. Ahretliğe: , Haydi sen yat, kızım! - dedi. Yine kuran okumakta devam etti, Sabaha kadar hatmi tamamlıyacağı- nı umuyordu. Bir aralık, secde yerine geldiği için İ yerinden kalktı Yüzünü kıbleye döndü: — Allahüekber... - diye tekbir ge- tirirken, gözlerini pencereye doğru kaldırmıştı ki, donakaldı, Tekbiri tekrarladı. Fakat orada... İşte orada... Oğlu... Pencerenin dişmda... Hazin yüzünü cama dayamış... Gözlerinden iri dam- lalar halinde yaşlar akıyor... Mezruk kendisine bakıyor... — Alihüekber!... Kadın evlâdına doğru ilerledi. Pen- cereyi açtı. Fakat hayal dağılmadı. Yine karşısında. ., — Oğlum ... Hortlak, alçak sesle: — Benim, anne... Geldim. Seni özlediğim için... Fakat benden kim- seye bahsetme... Yoksa maholurum... Hortlak olduğum için, başımı taşla ezerler... — Oğlum... Evlâdım... Fakat sen... Sen hortlak değilsin... - diye, kadın, İ şehir de bilyor ya... titreyen parmaklarını evlâdınâ değ- dirdi, Sesini nasıl tabii olarak işitiyorsa, parmakları da onun vücudunu, Yü- cudunun hararetini öylece duyuyor- du. — Çabuk, içeri giri... Şuraya... Otur... Nasıl oldu?... Sen ölmedin mi?... Fakat, cesedini bulduler.. Gömdüler... Kanlı elbiselerin bende- dir... Ahokadın... — İkimiz de öldük, anne, Fakat ben... Görüyorsun... Zaten bütün Geceleyin pen- cereleri dinliyorum... Hep benden bahsediyorlar... Sen de işitmişsin... Rahat rahat mezarımda yatamıyo- Kadın kaşlarını çattı: — Merzuki... İki kere tekbir geti- dim... Karşımdan silinmedin... Sen. Söyle bakayım... Ben seni, yalan söy- lediğin zamanlar hep gözlerinden ân- larım... Söyle... Ne oldu?... Sırrını anlat... Delikanlı, bu sefer, daha büyük bir heyecana kapıldı. Annesinin göğ- Süne atıldı, hüngür hüngür ağladık- tan sonra, asabiyet içinde itiraf etti: — Ben... Ben... Maholmuş bir in- sanım anne... Ben onları öldürdüm... Çünkü Kıskanıyordum... Çünkü bu- rTadan gidip başka yerde buluşacak- Jardı... Şeyhin karısı, zaptediyordu. — Aman Yarabbı! - diye inledi. Peki şimdi? — Şimdi peşimanım... Bütün plân- larım altüst oldu... Mağarada oturu- yorum... Bereket versin biraz eşya alarak götürdüm... Koloniyal şapka- mı da giyince, yolda beni uzaktan görenler Amerikalılardan biri sana- rak aldırmıyorlar, dikkat etmiyorlar. Fakat anne... Şimdi ne yapacağım... Ah, sorma... Sorma.:. Sahteymiş... — Neymiş sahte olan? — İncileri 4- İnciler mi? — Evet, anne... Büyük bir hayale kapılmıştım... Biliyorsun, Vinson zen- gindi... Mücevherleri de olduğunu söylüyordu... Boynundaki bir dizi in- ciyi sordum: «Bunlar ne eder?» Kah- kaha ile gülüp: <Miyon'» dedi... “Halbuki o inciler... bir yere gömüp saklamıştım... Sonra, Seyfiddin'nin üzerine şüphelerin toplanmadığını gazetelerden öğrenince onun kılığı- na girdim, evrakını da alarak İstan- bula gittim. İncileri gösterdiğim ku- ben, bütün ömrümce bunlarla ne ha- yat süreceğimi kurmuştum... Hasna hanım, oğlunu elinden tu; yanına oturttu; yüzünden gö zünden uzun uzun öptü. Sonra, ya- tağına yaklaştı. Şilteyi söküp içinden bir al kese çıkardı. İçinde beş altın vardı: — Oğlum! — dedi. - Bümlari cena zem İçin saklamiştım. A), git, bir daha görünme. Seni haber veremem, evlâ- dımsın. Fakat alıkoyamam da. Sen öldün... Sakın hortlama. Bu- ralara bir daha gelme... Benim oğ- lum ölmüştür... Vazifem, onun ru- huna okumaktır... — Anne... — Git buradan... — Anne, senin hasretin .. Burala- rın hasreti... Evimiz... çemiz... — Başka bir yerde, başka bir insan olarak, başka bir hayat kur... Piş- manlığın ve hasretin ateşi seni ne Kadar yakarsa, ölümden sonraki aza- bın da o kadar hafifler, Seyfeddin. — Seyfeddin mi? — Evet... Sen artık Mezruk değil sin... Git buradan Seyfeddin... Delikanlı ihtiyar kadının elini öp- mek istedi... Fakat şeyhin karısı, ko- casından mevrus bir huşunetle: — Bana namehremsin... Çık odam- dan! - diyerek pencereyi gösterdi Mezruk, nam diğer Seyfeddin çıktı. İhtiyar kadın, karanlıklarda onün kayboluşunu seyretti. Ve sonra, ağlıyarak, kuranını eline aldı ve Mezruk'un ruhuna bir yasin okudu. kendini zorlukla (Vâ - Nü) lı ve annesi Dayağa dayaki Amerikada karısını döven bir koca mahkeme kararile Amerikada Miller namında biri karısını fena halde dövmüş, yüzünü gözünü yara bere içinde bırakmıştır. Hâdise adliyeye aksetmiş davayı gö- ren hâkim, mütecaviz kocayı altı sy höcere içinde hapse ve dokuz ustur- peli bir kırbaçla yirmi darbe yemeğe mâhküm etmiştir. Dayak cezası, ilk günde tatbik edilmiştir. Yukardaki birinci ve ikinci resim dayak cezasının mahküma tatbikini en alttaki resim de dayak yiyen 2€v- cenin kamçı cezasının kocasına kar- şı sureti tatbikini radyo ile nasıl din- lediğini gösteriyor. Hoparlörlü kulübeler ZE Büyük Alman şehirlerinde meydan- lara kulübeler konmaktadır. Bunlar hem saat kulesi vazifesini görmekte, hem de hoparlörleri vasıtasile Nazi ricalinin büyük mefasimlerdeki nu- tuklarını halka Yür karıda bu külübelerden biri görülü- yor. m — e 4 Falih Halkevinden: Evimizde biçki dersleri açılmıştır. Derslere 21/3/9938 pa- zartesi gününden itibaren başlanacaktır, Yazılmak istiyenlerin her gün saat 10 dan 2i e kadar üç adet fotoğraf ve nüfus hüviyet cüzdanları ile birlikle Evimizin Fatihde İtfniye caddesindeki kurağına gelmeleri rica olunur,

Bu sayıdan diğer sayfalar: