1 Nisan 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

1 Nisan 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

: e , i i Ul e i 4 Nisan 1938 — AKŞAM Sahife 7 Muazzam bir ir puvasonda vril ! İsveçli bir profesör aşk telkin etmenin yolunu bulmuş! Profesör, iki genci aşk şualarına tabi tutmuş, bunlar çabuk âşık CİPEYENGiMei | Alman mecmuaları her sene NİSAN nüshalarında puvasondevril yapmağı det edinmişlerdir. Buna tabii bir $e- kil vermek için fedakârlıklardan ç0- Kinmezler, birçok resimler tedarik &derler, Bu sene de Hamburger İllus- İrirte Zeitung gazetesi 1 Nisandan Evvel çıkan nüshasında aşka dair mühim bir keşflen bahsetmekte, bir Çok resimler koymaktadır. Muazzam bir puvasondavril olduğu anlaşılmak- Ja beraber neler düşüntüldüğünü, na» $1l resimler tedarik edildiğini göster- İğ için bu yazıyı tercüme ediyoruz? İsveçin Upsala üniversitesi profe- in Riliström wzun zaman- lardanberi yaptığı tedkikallan sonra aşkın şimdiye kadar meçhul kalan ve fakat her bir insan tarafından neştolunan bir nevi şundan doğdu- gunu meydana çıkarmıştır. Bir insa duyduğu aşk hissi, karşısındaki- pin neşrettiği şua kuvvetine göre z8- Yıl veya kuvvetli olmaktadır. Bu şua Sıfırdan 100 dereceye kadar çıkan bir Digi, ile öl ilmektedir. Profesör r insanın meşretliği aşk wn dalga uzunluğunu ve kuy- değiştirebilmekledir, Bu saye ın biribirine karşı hisset altmağa veya arttırmağa muvaffak olmaktadır. Profesör «R, şuaları naşiri»> İsmi verilen bir âlet imal etmiştir. Bu âlet Suni bir surette aşk şunları neşrel- mektedir, Profesör Riliströme na Zaran vücudların birbirine yaklaşma- sı intişar kuvvetini arttırmaktadır. Bir maskeli baloda çiftlerden biri 98 Rillsiröm derecesine kadar çıkmıştır, i intişar kabiliyetidir. linde Sansusi parkında ok atan bir adamı gösteren bir mermer hey- ke! vardır. Profesör Rüllström'ün usu- lü veçhile imal edilen bir R. şusı meş- Tedici âlet bu heykelin kaidesine ko- Kulmuş ve dalga uzunluğu Potsdam- da oturan ve mahcup bir kız diye ta- Sibil Deliyus'a tevcih olunmuş- Sibil heykeli gördükçe heyecana kapılmağa ve nihayet ona âşikane Sözler sarfetmeğe başlamıştır. Profesör Riliström'e nazaran İn- Sanlardan intişar eden aşk dalgaları- rın uzunluğu arada sırada değişmek- tedir, İntişar kuyveti az değişen er- kekler iyi kocalık yapmaktadırlar, Mütehavvil dalga uzunluğuna malik olan erkekler ise kadınlara karşı de- Bisen meyiller göstermektedirler. St- Cak memleketlerde yaşıyan erkekler de çok kuvvetli ve çabuk değişen şua- Yara tesadüf olunmaktadır. Rillström Şark memleketlerinde harem hayata Sa H Profesör ameliyat esnasında yaşanmasının sebebini bu suretle izah etmektedir. Profesör Riliström'ün kullandığı aşk şunu âleti ve profesörü bir sameli- yat» esnasında gösteren resimden bu mmm Yazan: Sermed Muhtar Alus Tefrik No, 20 NANEMOLLA Son perde kapanırken, hıçkıra hıç- kıra ağlıyordu. O gece konağa dönüp kupkuru oda- sındaki yatağına girdikten sonra, sa- baha kadar iki kirpiği kavuşmamıştı. Gözünün önünde hep Şefika. . Dideler ruşen!. Küçük Karakaşyanın Sayısız âşıkları arasında bir de İrfan- Ertesi akşam deği daha öbür ak- şam, Gıyas efendiye gene: — Bey amca, demişti, bu gece pa- zar gecesi. Gidelim mi Gedikpaşaya?.. Ve tiyatroya gitmişlerdi. Bu oyun, Yedikuledeki Ermeni hastanesi men- faatine Ermeni dilile oynanan (Bo- marşe) nin telifi ve (Rosini) nin bes- telediği (Sevil berberi) operasıydı. (Rozin) rolündeki Küçük Karakaş- bağırlar tutuşturmuştu ki İrfan da bu yanıp kavrulanların arasında... “Tiyatro binasının dörtte üçü Erme- İ ilerle dopdolu. garib âlet hakkında bir fikir edinmek mümkündür. Bu #letle «tedavi» edil- mekle ; olan bir erkeğin neşrettiği şualar beyaz lâvha üzerine kaydolun- maktadır. Riliström'ün aşk Şuaları | D kadar tasmmüm etmiştir ki şimdi İsveç gazetelerinde sık sık şöyle garib izdivaç ilânlarına tesadüf olunmak- tadır: «Yirmi beş yaşında sarışın, Rilisiröm, şualarına nazaran 0,135 dalga uzunluğa malik bir kız 30 yaş- larında ve Riliström'ün 70 derecesine çıkabilen bir erkekle tanışmak ve ev- ienmek istiyor...» Profesör Riliström senelerdenberi fniversitede tahsilde olan ve biribir- lerine karşı hiç aşk hissetmiyen iki genci tedavi etmiş ve onları az bir zaman zarfında âşik ve maşuk hali- ne getirmiştir. Üniversiteliler aynı derecede ve aynı uzunlukta olan aşk Şualarına tabi tutulduktan sonrâ sik sik buluşup gezintiler yapmağa baş- lamışlardır. Prfesör Rilliström cansız bebeklere bile aşk hissi telkin etmektedir. Bu sene Stkholmde açılan bahar modası sergisinde ilk defa olarak elbise be- beklerine R. şusları verilmiştir. Ser- Bi bu sayede büyük bir kâr temin et- meğe muvaffak olmuş, bütün gün erkekler sergiyi ziyaret ederek çok alış veriş yapmışlardır. Profesör Rillström birbirine küfüv olmıyan kadınlarla erkekleri de R. şuaları sayesinde seviştirmeğe mu- vaffak olmaktadır. Profesörün Stokholmde muhtelif Jâboratuarları vardır. Bu lâborafuar- larda dalga uzunluğu ve intişar kuy- veti değiştirilmektedir. Bu gibi lâbo- ratuarlar şimdi İsveçin bütün banyo mahallerinde ve plâjlarında da tesis olunmağa başlanmıştır. Riliström şuaları maden! elbiseler- den nüfuz etmemektedir. Resimler- den birinde gördüğünüz genç adam gırhli bir elbise giymiş olduğu için karşısında çırıl çıplak dans eden ka- dına karşı biç bir aşk hissedemiyor.» a asra m Çocuk Esirgeme Kurumu bin- lerce çocuğu kurlarmağa çalışı. yor ona yardım ediniz. Birinci perde kapanacağı esnalar- da, koca koca çiçek buketleri sahneye dizilip, (Rozin) inci dişlerini göstere- rek, türlü fıkırdaklıklarla (Sunuraga- lem!) Jeri, (Şatkohyemi!) leri, (Mer- si!) leri tekrarlarken, İrfan locadan koridora atlayıp yarım dakikada taş- lığı bulmuş, gişenin yanındaki bara- kada satılan en pahelı bükellerden dördünü beşini bir arıya dolatarak beş lirayı fırlatmış, perde çılgınca al- kışlar arasında inip kalkarken yetiş- tirtmişti sahneye. Bütün tiyatro halkının küçük dil- leri elhap... Biribirine soran sorana! — Kimden bu, hangi para fabrika- töründen aceb? — Barutçu başılardan Onnik'den- âir, Ser sarraf Köçoğlu'dandır, yok- sam Tarabyeli Allahverdi'dendir der- sin? — Banker Hıristaki ilem Zafiri ve yahud banker Direktor (1) canibin- den de olabilir. Onlar da Karakaşlıma sevdalıdır, nel.. — Bezirgân Kamantoyu unutma!,, — Maytabı bırak hent!, Kamanto | dediğin bir buket ballıbaba ilem işini savar. Pembetenin İrfang ilk diş bileyişi o geceden başlar, Kırk tarakta bezi var ama modaya uymak için o da maşukalar kraliçesi- ne tutkun... Bu kallavi çiçek buketinin kimden sökün ettiğini biletçiler derhal içeriye bildirdiklerinden, primadanna hanım en hürmetkâr reveranslarını İrfandan tarafa yaparak, o billâr sesile; muşa dönmüştü, Sahneye bitişik loca- sında yere geçecek. Zira tek bir buket göndermişmiş. Fiyakası bozulduğun- dan dolayı kan kusmada. Sığamıyor kabına, Pembelen Eşre- fi, cılız İrfan bastırsın ha. Ölkesinden mosmor, locanın kapısı- na tekmeyi vurup saldırmıştı aşağı, Gişenin yanındaki baraka bomboş; bir kaç demet fulyadan başka çiçek yok, Karaköydeki (Kuşlu) (2) den beri yanına takılan Haseki tulumba reisi Yedibelâ İshak, arkasından yetişip eteğini yakalamıştı: — Muradın ne, bana söyle! Muradı çiçek bulmak; a2 buz değil, bir at yükü, bir araba yükü çiçek. Hepsini bir baştan bir başa sahnenin içine yaymak.. yarış böyle olur işte. Yedibelâ İshak, tam fitil; asılmada: — Eşrefciğim ne uzun ediyorsun, ver bir kırmızı (3), bir beygire atlayıp Langaya süreyim, Bahçivan Topal Manoldan, Çolak Tanaştan bir öküz arabası çiçek getireyim buraya!.. Yedibelânın ipile kuyuya inilir mi?.. Langaya gitsin de meyhanelerden bi- rinin kapısını omuzlayıp sabahlara kadar kafa çeksin. Çiçek getirecek di- ye bekle dur. Pembeten, kös kös, locasına yürü- müştü: — Vaz geç reis, ben yapacağımı bi- Wirim. Göreceksin, o uyuz katıra da, o sulu kaltağa da göstereceğim!.. Tuğrakeşle Ruznamçeciye gün doğ- muştu. Her sabah alaca karanlıkta, arka kapıdan bahçedeler. Kahve oca- ğanın camına hafifçecik vurup pence- re önünde yatan lala ağayı uyandır- madalar ve usulcacık yukarı yolla madalar, İrfan bey de, kimseye du- yurmadan, gecelik entarisile haydi yanlarına, İki ahbab çavuşta ağızlar bir: — Velinimet bergüzarı, emrin? Uyku sersemi olan zavallı, esneyip gerinerek» gözlerini uğuştururken: — Rahmetlimin dürdanesi, bugün yarın fırsat elden gidecek. Niçin ka- çırdın diye nadim olma. Söylemesi bizden, öteberi daha satalım!. vardığına: — Konağı mülasık hamamın, Müsaade buyur, arzedeyim de gene di- samı, sıkı yağmurlarda akıyordu gali- ba.. o tarafın Marsilya kiremidlerini füruht etmek te kolay. Dam aktarma bahanesile iki ırgat oelbeder, aşağı aldırıveririz!.. At, araba, kameriye, limonluk ney- se ne, fakat 40 yıllık, 40 odalı baba ocağının böyle dımdızlak kalmasına İrfanın gönlü razr olamıyor: — Hele biraz daha duralım!.. diyip susuyor, cebindeki mevcudü zihninde hesaplıyor. Ky Hiraya yakın parası var, Şimdi- yeter. İrfan, artik Gedikpaşa ty Dun devamlısı olmuştu. Oyun yalniz cuma ve pazar geceleri olduğu için, haftada iki kere orada, Pembetenin Eer gidiş, beş altı liraya mal olu- yordu, Üç ilrası loca; üst tarafı loca- Gıyas efendi, şimdiye kadar yediği naneler yetişmiyormuş gibi torbadan yenilerini çıkarıyordu. Loca kapısına gelip temennahı ça- karak: — Kahve, çay, limonata, portakal, mandalina, fındık, fıstık. Ne emre- doorsun beyfendim hazretleri?.. diyen büfeciye göz kırpıp bir işaret geçmiş, iki dakika sonra bir tepsi dolusu yaş ve kuru yemiş gelmiş, küçük bir kon- yak şişesile bir tabak badem şekeri de küşeye konuvermişti. Uzatmıyalım, “Tuğrakeş, allem edip kallem edip İrfana içkiyi de tattırmış ve sevdirmişti. Felâketin büyüğü şimdi başlıyor. O günlerde, vasi Kasım efendi, ge- ne yanında sarıklılar, sakallar, ma- halleden imam, muhtar, bekçi, düşü- yor konağa, — Destur, esselâmü aleyküm! ü ba- ap, (Ehlen ve sehler ya müminin ve müminat! ) ları etrafa savurarak giri. yor içeri... Peşinde bir ordu: Başlarında fes, ağabani sarık, ara- kiye, takke; yağmurluklu, kürklü, kazekili, saltalı ve şalvarlı bir sürü kapı bacalıların geldiğini haber verin- ce,iler tutar yeri kalmıyan İrfan der- hal bahçenin arka kapısından kendini atıyor sokağa. Gıyas ve Hilmi efendileri bulacak, keyfiyetlen haberdar edecek, Tuğra- keşin Babıâlide olduğunu biliyor, fa- kat Babıâli denilen yer ucu bucağı bulunmaz bir berhane.. ne tarafında, neresinde?, Ruznamçecinin bulundu- cümle kapısı önünde inmiş, arabacıya çeyreği verip yürümüştü içeri, N (Arkası var) (1) O senelerde tramvay şirketi dirdk. törü meşhur Krepanos. (2) O vakitler Galatanın en kibar bifa- hanesi, (3) Yani lira, e mr mam m e mama a ME

Bu sayıdan diğer sayfalar: