19 Mart 1938 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9

19 Mart 1938 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahile 9 a Binbir gece masallarından Seyyit Sendabadın Harikulâde deniz seferleri Nakleden: İrfan Hazar HK 10 — Yalaız, bu emanet meselesi aramızda sır kalacak! Size iste- diğiniz kadar akçe vereceğim. Kabul eder misiniz| teklifimi? Emanet ne idi? Sarayla ve bilhassa oranın harem işlerile gizli gizli uğraşanların akıbet lerini pek âlâ biliyordum. Eğer bu iş Hilâfet meselesine dair birşey idiyse tövbeler tövbesi olsun, burnumu sokmamağa az Bu şüpheler beni günden güne yoruyordu, (Ne olursa ol sun, dedim. Kaptandan - gizli olarak ben bu adamla görüşe- ceğim; içimin endişelerini ya söküp atacağım, yada Hintli> nin bakıcılığına dair gene bir- çok şüphe ve endişelerle içimi dolduracağım.) Dediğimi yaptım. Bir öğle sıcağında yavaşça metmiştim. Derhal cevap verdim| ambarın yolunu - tuttum. Kum — Nasıl kabul edeyim ya hanim! Emanetibizin cinsi hak- kında hiçbir. fikrim yok. Gözlerini kırpa kırpa dilber kadın gene kulağıma yaklaştı: — Emanetim canlıdır, dedi; geminize alıp götüreceğiniz ve Remezah iskelesine çıkaracağı: niz kiymetli adam, Hindin bü- yük (fakir) lerinden biridir. Âle mi meçbulâttan haber veren ve istikbali keşfeden bu (fakir ) i Sultan hanım elendimiz ta Hint deön gizlice getrtti. İslik- bale dair ::ıınî k::'ıtnuiıi yap- tırdıktan sonra, şimdi onu mem- leketine gönderiyor. Eğer bu sırrı Halife can'bi hâber alırsa ve erzak yığınlarından geçerek, karanlık bir köşeye sinmiş olan Hintlinin yanına gittim ve di- zinin dibine hemen oturdum. O evvelâ başını önüne eğdi. Sonra, kendisine dik dik bak: tığımı görünce başını sol tarafa çevirdi ve artık geriye döndür- medi. Anlaşılıyordu ki beni is- temiyor; yalnız beni değil, hiç kimseyi, hâtta evelce söyledi- gim gibi yemeği ve içmeği bile... Herçibadâbad; ilk defa söz söyliyen ben oldum: — Ey büyük bilgin, ey Al- Tahın en bahtiyar kulu Hindli kardeş, dedim. Seninle konuş- ey Nasih Reisl Bu limana bir dahâ| mak istiyen bir Bağdadlıyı aziz uğramanın imkân ve ihtimali yoktur. Sana ben Zehâbe binti (Ali tavassutile baş vuruyorum. Bu isim, benim hayatımda büyük fırtınalar koparan, genç- - liğimi altüst eden, hayatta ye- gâne sevdiğim kadının ismiydi. Bir zamanlar her dediğimi yapan Zehâbeyi şimdi nasıl reddede- bilirdim? Meçhul saraylının ar- kasına düşerek Basranın yukarı mahallelerine doğru yürümeğe başladım. Artık, geminin erzak Vösu meselesi ikinci derecede iştı. Bundan sonrasını size imiyeyim; gönlümü gene miyayım.. “ İşte (fakir) ylece gemiye girmiş ve ertesi gün de gemi kalkmıştı. Kaptanın anlattığı hikâyeye dalmış gitmiştim. Tâ Hind illerinden Şama kadar yüzlerce lira sarfederek bir (fakir) ge- tirtmek, olur şey değildi! K.m- bilir bu adam, sâhiden veya yalandan hıuri cananın boğul> masına — vesile olmuş, hangi mini mini yavruyu öksüz bırak- mıştı! Öyle ya, bir kadının ba- kıcıya mürscaat etmesi demak, ya rakibelerinden — kurtulmak istemesi, ya da.. Kocasının sır- larım anlaması ve dolaplar çe- wirmesi demektir. Yatağa yat. tığım zamanlar hep bu (fakir) gözümün önüne geliyordu. Ken- di kendime: — İnsanlar, ne avanak malr Jüklardır; diyordum. Bu adamın bir faydası olsa, evvelâ bu fay- danın kendine dokunması lâ- zım. Hani ya? Meçhulleri bilen, ve istikbali gören (fakir), böyle iğrenç bir kisve içinde mi ya- Şar? Beş on kuruş kazanmak için deryalar aşarak Şama ka- ;Ör t gelir? ç sohbetinden mahrum eyleme! Bu hitabımı dört beş defa tekrarladım. Taşa htap etmiş olsaydım, taş dahi biraz kımıldardı. Fa- kat (fakir), karınca ayağı kadar bile yerinden kımıldamadı. Başı, hep sola çevrilmiş bulunduğu halde, yanında bulunduğum tam birbuçuk saat zarfında nefes ak dığını bile farketmedim. Çarü- naçar ambardan yukarıya giz- lice çıktım. Ben aşağıda iken yukarıda da mühim hâdiseler cereyan etmiş.. Bir buçuk saat içinde nere- den geldiğini, birdenbire çıkıverdiklerini aânlıyamadığım yir- miye yakın Ceneviz gemis, bi- zim küçük gemimizi abluka et- mişti. Ceneviz gemilerinin — ya- nında bizim gemi © kadar ufak kalıyordu ki tarif edemem.On- lar üç katlıydı. İçlerinde yüz- lerce insan vardı. Bunlar bize bakıp bakıp gülüşüyorlardı. Şimdi ne olacaktık? Acıba bu gemiler korsan gemileri miydi? Hicazlı ailenin reislerinden birisi yanıma geldi: — Seyyit Sendbad dedi, Ha- lim harab! Talihim berbat! Bu günleri, Allah bana keşke gös- termeseydi. Düşün ki ya Seyyit, şimdi bu kâfrler gemimize ge. lecekler, yükte hafif, bahada ağır ne varsa hepsini toplayıp gemilerine gidecekler.. Als:nlar, gitsinler. Mülk namına canları ne isterlerse alıp — gitsinler! Lâkin, onların başka bir âdet- leri de var Seyyidil! Kadınlar: mıza tecavüz edecekler, Kızla. rımızı elimizden alacaklar. Çün. kü, güzel kadınlar, onlar cani. ANADOLU Akdenizde korsan- Holivudun Esrarı — lik ölüyor Bahriyeden matrut olanlar, İspan- ra peşinde yada casüs * luk ve mace Bir Fransız mecmutsındaki bir röportajdan, karilerimize bir fikir verebilmek üzere, şu hulâsayı çıkardık: Son günlerde Akdeniz müt- hiş saatler yaşadı. Palos burnu açıklarında, İspanyanın Akde- nizde bulunan Kartaja limanı- nın önlerinde şiddetli. bir de- niz muharebesi oldu. Ölüm sa- çan toplar, saatlerce durmadan işledi. Az zeman sonra alınan kat'? haberlerle, Franko bahri kuv- vetlerine aid harp tonu gemi- lerinden biricik *Balear,, ın bir torpilin isabetile batırıldığı öğ- reniliyor. Bu deniz harbi, ansızın vuku bulan bir harp değildir. Esa- sen, harbin başlamasından bir- kaç saat evel, cumhuriyetçi İs- panyanmn * krüvazörleri Balearı Aramakta idiler. Ona Kartaja #limanının Aaçıklarında tesadül edince, derhal ateş açtılar ve bu harp gemisini denizin de- rinliklerine gömdüler. Bu esnada, yakınlarda bulu- nan - İngiliz torpido muhriple- tinden “Kevpenlilt, ve “Boris, batmakta olan Balearın imdat işareti vermesi üzerine tayfaları kurtarmak için yetişiyorlar ve tayyarelerin durmadan bomba yağdırmasına rağmen, yüzden fazla tayfayi ölümden kurtar; mağa muvaffak oluyorlar. Fa- kat bu kurtarma ameliyesi es- nasında bir İagiliz bahriye za- biti ölüyor. Akdeniz korsanları İki senedenberi, bilhassa ge- çen. yazdanberi Akdeniz, artık turizme ve ticarete açık, sakin bir deniz değildir.. Çünkü bu denizde harp ve korsan gemi- leri hiç eksik olmamaktadır. İspanya harbi başlar başla- maz, her iki taraf ta, Akdenizin maceraperestlerinden — istifade etmek lâzımgeldiğini anladılar. Hareketazlik, — tenbellik ve sefalet içinde yözen muhtelf memleketlerin bahriyesinden ko- vulmuş ne kadar azılı varsa, hepsini kapışırcasına topladılar, İdarelerine, birer - topla techiz edilmiş yatlar ve motörlü ge- miler teslim ederek onları Ak- denize saldılar. İstedikleri gibi hareket et- mekte serbest olan bu korsan- lar, tictret gemilerini soymağa ,Yt ateşleyip batırmağa başla- dilar. Bu korsan gemileri casusluk işini de görüyorlardı. Batırmak gemilerin bamw Cumhburiyetçi İspanyaya erzak götüren bir gemi asilere bildi- rilmişti. Bugünlerde batırılan Belcar ile daha birkaç kruva- zör yetişerek gemiyi, içiadeki Bamulesile beraber zapettiler, Bazan biribirlerine bile ateş açıyorlardı. Yükünü tuttuktan sonra korsanlıktan içekilen Pe- rez isminde biri,|gene ayai su- rette aslezin hesabına çalışan bir Yunanlı korsanını, yirmi gün peşinde koştuktan sonra en nihayet gemisile birlikte denizin dibine göndermeğe mu- vaffak oldu. Br gün, bu korsanlardan bi- ti Franko erkânı barp - reisli- ğine müracaat ederek, büyük bir para mukabilinde hükümet- çilerin bir gemisini batırmağı teklif etti. Buna muvaffak — ol. duğu takdirde kendisine on bin peçeta verilecekti. Bu adam her nasılsa, cumhuriyetçilerin belli başlı bir korsan gemisine tayfalıkla girmenin yolunu bul- du. Bu gemi, yaptığı birçok selerlerden sonra, o — sıralarda cumhuriyetçilerin elinde bulu- nan Malagaya geldi. Bir gece tekmil mü ettebat karaya çıktı ve gemi bu “casus-korsan, a emanet edildi. Mürettebattan biri unuttuğu birşeyi almak AA A üzere gemiye döndüğü ZAman bince altından ve elmastan 'da daha çok kıymetli imiş.. Sekiz ayda bir memleketlerine giden bu herifler, kadın gördüler mi canâvar kesilirlermiş. Hay Ak lah cezalarını verseydi. Biz böyle konuşurken üç çek- tirme gemimize — yaklaşmıştı. Çektirmelerde, canbaz elbiseleri gibi dar dar elbiseler giymiş adamlar vardı. Başlarında uzun tüylü şapkalar, bellerinde kı- hoçlar; ellerinde de kısa çak- maklılâr bulunuyordu. Derhal kaptanın yanına köş- tum: — Aman Nasih reisl Dedim. Hicazlı kadınları hiç olmazsa anbara alalım. Sakın bu herif- ler onlara göz koymuş olma: sınlar| — Sonu var — bu adamcağızın geminin muh- telif yerlerine dinamitler yer- leştirdiğini gördü ve tabanca- sını çekerek casus tayfayı teh- dit suretiyle hapsettirdi. Mese- leden haberdar edilen kaptan lar yetişerek, bu casusu kay- nâar kazanın içine attılar. Fakat son günlerde İngiliz gemilerile Akdenize sahildar d ğer sulhperver milletlerin ge- mil, ayesinde korsanlık va- kaları kalmadı denecek dere- cede azalmıştır. Kumar Dolâplıkuyu mahallesinde Çeş- medere sokağında mahallebici dükkânında Hasan Nesimi oğlu Niyazi, Mustafa oğlu Mehmet Ahmet ve Ramazan zarla ku- mar oynarlarken yakalanarak adliyeye verilmişlerdir. Marlen tarafından yırtıldı ı —a « K Hintliler köyü Güneşte yakıcı bir hartret var. Polis bana şüpheli bir ta- vırla bakıyor. Duruşum — baylaz duruşu.. Beni fena bir vurgan yapmak peşinde gezen bir soy- güncü zannetmiş olacak. Arka tarafımda Los Ânjelos, ön ta- rafımda Pasifik denizi var. Sa- gımda, ilk kovboy filimlerinin çevrildiği dağlar, solumda; se- nede üç sefer sahraya çevrilen çöle bitişik ova. Holivud bul- varında bulunuyorum. Jan Blon: del yanımdan geçiyor, bir. ca- mekânın önüade duruyor, kra- vatların fat listelerini seyredi- yor, tekrar hareket ediyor, ye- niden duruyor, bir ilmiği çözü- len çorabının gambasımı — par- mağının ucile düzeltiyor. * Bir külhanbeyinin çapkınca İâtife- sine yüzünü kırıştırarak — cevap veriyor ve, yüzü rüzgâra doğru, tekrar yürümeğe başlıyor. Holivuda ilk geldiğim gün bizzat benim hissettiğim — inti- baları yani — karışık, rabitasız hislerden, renklerden, zulmet- tea, heyecandan, isyandan, tak: dirden ve merhametten hasıl olan intibalarımı burâya kadar size anlatmak istedim. Bugün, bütün bunları bayalimde top- lamağa ve içinden Jkat'i bir netice çıkarmağaâ başlıyorum. Size sadece kandan ve etten yapılmış beşeri tarihi, yani şa- hısların tarihini arzetmek için kendi kend'me söz verdim. Fa- kat, böyle olmakla beraber, ar- zın bir parçasının — en acaip başlıca kahramanından da size bahsetmek lâzımdır. Bu kahra- man da Holivudun ta kendisi dir. Londra gbi sade ve ciddi, Paris gibi cevval, Barselon gibi şen, Venedik gibi esrarlı, Vi yana gibi müşfik, Napoli gibi rengârenk olan Holivud; sihirli kudretinin ve muvaffakıyetinin bütün sırrını kendi varlığından alır. Geçen asrın ortalarına doğru, cenubi Kaliforniyanın bu kıt- mında Kahuenza Hintlilsrinin bir kasabası vardı. ve, pek ya- kınında, Şerok Hintlilerinin bir köyü bulunuyordu, 1880 sene- sine doğru Mis Viylkoks is- minde bir dul kadın, bu köyde yerleşmişti. Fransız ressam Paul de Langpre isminde bir. kom- şusu vardı. Bir gün, küçük ara- zilerine, arazilerinin heyeti mec- muasına bir isim takmağı ka- rarlaştırdılar ve; her ne sebep- le ise, hemen hemen “küçük orman, manasına gelen —Holi- vut kelimesini seçtiler. Geçen Asrın sonunda Mis Vayikoka öldü. Tamamen Holivutta çev. rilen ilk filimin 1911 de gös- terildiği zaman, Pol de Lang: pre hâlâ yaşıyordu. Filimin gös- terilme merasimine o da davet edildi. Ayni gece, evine avdet ederek öldü. Ba ecdadın hiçbiri unutul- madı. Holivutta, onlar namına yapılmış Kahuenza, Şerok, Vayl- kokse ve Lanpre caddeleri var. 1910 dâ, Nevyorkta, sinema kumpanyaları ıWL stüdyolar için biribirlerile çekişiyorlardı. Bu devrin sahne kralı D. V. Grifaydz, sükünet ve - ziyayı batı tarafında aranmağı dü- şündü. Kumpanyasını olduğu - gibi Kaliforniyaya götürdü. Bu adam Mmağrur, zeki eski bir aktördü ve fazla olarak, harikulâde bir sinema jenisile — mücehberdi. Uzun boylü ve iri — yapılıydı. Daima siyah ılgıpdn bir ek bise, sarı hasırdan bir kayıkçı Matt 19 şapkası giyer; yüksek bir be- | yaz yaka taşır; önlüklü bir kravat takardı. Gök gürültüsü- nü andıran bir sesi, durmadan kımıldıyan kulakları vardı. Vü: cudü terlerdi, soluyormuş gibi nefes alırdı ve bütün bunlar- vetile sinemayı, de vüsitası Büyük plânlar tertibi, lerin montajı, oyunların şiddetli tesir bırakması, hususiyeli hep onun buluşlarıdır. Ve mucidin, kıvrandığı ihtiyaçlar içinde, bir k ifa- şokliade icad elti sahne- kaç mevsuk şaheser bırakmağa muvaffak oldu. Meselâ “Eurt- nalar arasında, isimli filim, bu şaheserlerden biridir. Grifaydzdan sonra, Holivuda, biricik eşyası bir banyo tekne- sini peşinde sürükliyen yarı deli bir adam geldi. Santa Monika kumsalı üzerinde, banyo kıya» fetile gezinen kızların fotoğraf- larını çekmeğe başladı. Her neyin olursa olsun fotoğrafını çekiyordu. Sokak kavgıları, ar- tistlerin itişip kakışmaları, aca. ip ve heyret verici ne varsa onun gözünden kaçmıyordu. Taşra sirklerinin birinde pe- şine takıp getiri biri Büter Heaton, diğeri Şarli Şaplin isimlerinde iki çocuğu dövüştü- rerek herkese seyrettiriyordu. Hintlilerin ellerinden henüz daha yeni — zaptedilen gayri mezru araziler üzerinde, cesa- retli sermayedarlar, güneş ışı- ğında filim çevirmek için, üstü açık, tuğladan stüdyolar inşa ediyorlardı. Herkes; ameleler, kumpanya hissedarları, aktörler, vazı sahneler, makinist zenci» lerin vatan — şarkılarının, kafayı çekmiş kovboy artistlerin rüvels ver seslerinin, borulu gramofon- ların feryatlarının gece ve gün. düz çınlattığı kışlamsı evlerde, birlikte oturuyorlardı. ©O vikitler — kumpanyalarda senaristler bulunmuyordu. Her- keş, umumiyetle kabul edilmiş bir mevzı, makinenin önünde istediği gibi harekeller yaparak temsil ediyordu. Holivutta, pet- rolla işliyen üç tekerlekli ara- balar içinde geçen, sürmeli göz- lü, boyalı yanaklı yıldızlara, mabutlara — tesadül edilmeğe başlanmıştı. Bunlardan birincisi» nin adı Tzeda Bara, ikincisinin adı Nazımava idi. İlk filmler kâr getirmeğe baş: ladılar, Bunun üzerine iş adam» ları, sermayadarlar Holivuda akın etmeğe başladılar. Bu iş, sigortalı bir işti. Holivud bir sene içinde, bir buğday başağı gibi meydana çıktı. Şimdi artık kat'iyetle olduğu yerde yerleş- miş bulunuyor. — Devam edecek — —— rraüpise Bayındırda bir vak'a Bayındırın. Cumhuriyet mey- danında fırıncı Mehmet oğlu Mehmet Altınbaş, bir alacak yüzünden Mustafa oğlu Mehmet Özcanın şapkasını almış ve bu suretle - kendiliğinden hakkını almağa teşebbüs etmiştir. Gürültü —yaparak - etrafında bulunanları da rahatsız edeun Mehmet Altınbaş Adliyeye vek rilmiştir. Kadının kapısını kırmışlar Bayındırın. Hacıibrahim ma- hallesinde Ali oğlu Ömer Tuz- cu ile Ali oğlu Ahmet Gülşen genel kadınlardan Kizbanın ka- psını kırarak girmiş, bıçak ile Kizbanı bileğinden yarala- mışlardır. — İkisi de tutulmuş, Adliyeye verilmişlerdir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: