1 Haziran 1987 Tarihli Commodore Gazetesi Sayfa 19

1 Haziran 1987 tarihli Commodore Gazetesi Sayfa 19
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

duyduklarının ancak küçük bir bölü- müdür. (Eski daktilo makinemden sadece biraz daha büyük olup 14 ki- lo bile gelmemektedir.) e Fiyatı milyonlarla değil, “sadece” birkaç bin mark ile ifade edilmekte- dir ki, bu da aşağı yukarı orta düzey- de bir otomobilinkine denk düşmek- tedir. Bilgisayar romanımı yazdığım gün- lerde liseden yeni mezun olmuştum ve meslek seçimi gibi güç bir sorunu çöz- mek zorundayım. Okumaktan en çok zevk alacağım alan Sibernetik olabi- lirdi, ama böyle bir öğrenim dalı he- nüz yoktu. Doğa bilimlerine ilişkin özel bir yeteneğim de olmadığından, psikolojide karar kıldım ve bu dalda öğrenim yaptım. Ama günün birin- de bilgisayar ve robot psikolojisine el atmayı kurdum uzun bir süre. Ne var ki, bilgisayarlardan gitgide uzaklaşı- yor ve insanın ruhsal yaşamı üzerin- de yoğunlaşıyordum. Bu arada da bilgisayarları, en başta betimlediğim gibi madeni hilkat garibeleri olarak tasarlamaya devam ediyordum. Tâ ki birbuçuk yıl önce, o zaman 13 ya- şında olan en büyük oğlum yılbaşı için kendisine bir bilgisayar almamı söyleyinceye kadar... Böylece, yirmi yılı aşkın bir süre- den sonra ister istemez bu aygıtlarla yeniden ilgilenmek zorunda kalmış- tım. İşte o zaman, bilgisayarlara iliş- kin olarak kafamda yer etmiş düşün- celerin tümden eskimiş olduklarının ayırdına vardım. Bu aygıtlar karşısında duyduğum ve kendi kendime de açıklayamadı- ğim çekingenliği yenebilmem için epey zaman geçmesi gerekti. Yavaş yavaş aygıta esgemen olma- yı ve ondan sevimli bir iş aracı ola- rak yararlanmayı öğrendikçe (birkaç hafta geçtikten sonra kendim için de bir tane satın almıştım) hem kendim hem de başkaları üzerinde ilginç göz- lemler yapmaya başladım. İçimdeki “psikolog” uyanmıştı bir kere. Ne var ki, ilgimi çeken konu “robotlar”'- ın ruhsal yaşamı değildi artık, tam tersine robotların (daha doğrusu, bu yeni mikro-bilgisayarların) onları kullanan “efendi”'lerini nasıl etkile- diklerini araştırma düşüncesi beni adeta büyülüyordu. İlk dikkatimi çeken şey, yeni bil- gisayarların etkileyici başarılarının bende uyandırdığı çekingenlik duygu- su oldu. Bu arada, onların dünyası- na daha iyi nüfuz ettikçe, bu başarı- ları gereğinden çok büyütmeye baş- ladığımı da farkediyordum. Gençli- ğimin ütopik görüşlerine çok benze- yen bir tür “kadir-i mutlak”'lık fan- tazisiydi bu. Bu fantezinin putperestlere özgü bir saygı ile ilişkili olduğu ve iki te- mel ruhsal yaşantı içerdiği söylenebi- lir: e Bir yandan, bilgisayarların yaşa- mımızıi olumlu yönde değiştirecekle- rine, hatta yaşamımızda bir devrime yolaçabileceklerine ilişkin olarak bes- lenen büyük bir umut, © Öte yandan ise, bu aygıtların hız- la yayılmalarının, örneğin kişilerin yalnızlıklarını ve yabancılaşmalarını büyüterek, kültürümüzü olumsuz yönde değiştirebileceği düşüncesin- den kaynaklanan korkular. ilgisayarlı fantazilerin yorumu yerine, işlevsel bir kullanımın sonuçlarını değerlendirmek daha sağlıklı yaklaşımlara götürebilir. Buna karşılık, kendi oğlumun bu konuda bambaşka tepkiler açığa vur- duğunu gözlemlemekteyim. Oğlum kişisel bilgisayarının başına geçtikten sonra BASIC El Kitabı'na sarılıyor ve programlarını büyük bir zevkle he- men uygulamaya başlıyordu. Onun bilgisayar karşısındaki tavrı ile benim o yaşlarda ilk bisikletimle olan ilişkim arasında bir benzerlik vardı. Gene de, öyle görülüyor ki, bilgi- sayarlarla çalışırken ortaya çıkan be- lirli ruhsal durumları düşündürücü bulan ya da en azından bu yan olay- lara eleştirel bir gözle bakan tek kişi ben değildim. Hamburg'daki ünlü “Chaos Computer Club” 1984 yılı sonlarında amatör bilgisayarcılar için bir seminer düzenlemişti. İşin ilginç yanı, bu seminer çerçevesinde “Bil- gisayarların Kötü Kullanımıyla Orta- Commodore va Çıkan Ruhsal Bozukluklar*' konu- lu bir açık oturum da gündeme alın- mıştı. Tabii burada anlatılmak istenen, örneğin eğer bir kimse yabancı veri bankalarından gizlice bilgi toplarsa ya da disketleri izinsiz olarak kopya ederse, onun bir vicdan azabına ka- pılabileceği değildi. Burada sözkonu- su olan şeyler, bir kimsenin bilgisa- yarın büyüsüne gereğinden sık olarak ve gereğinden çok zamanı vererek ka- pılması durumunda ortaya çıkabile- cek yan olaylardı. Joseph Weizenba- um “Bilgisayarın Gücü ve Aklın Güçsüzlüğü” adlı kitabında şöyle di- yor: “Bilgisayar merkezlerinin kurul- muş olduğu her yerde, zeki ve uya- nık birtakım genç insanları darmada- ğınık saçları ve kendi içlerinin derin- liklerine gömülmüş gözleriyle ku- manda sandalyesinde otururken gör- mek mümkündür. Bir kumarbaz, önünde yuvarlanmakta olan zara na- sıl dikerse gözlerini, bunlar da tıpkı öyle beklerler parmaklarının düğme- lere ve tuşlara dokunabileceği ânı. Ki- mi zaman da, üstü bilgisayar terim- leriyle tıka-basa dolu masaların ba- şına geçip “Kabala”' yazılarına (Ya- hudi gizemciliğine ilişkin, sayıların anlamı ve sayılar arasındaki bağlan- tılar üzerine spekülasyonların ağırlık- ta olduğu yazılar) kendilerini adamış bilginler gibi derin düşüncelere dalar- lar. Bunların tek bir program üzerin- de yirmi-otuz saat ya da devrilip ye- re düşünceye kadar çalıştıklarım gör- mek mümkündür Weizenbaum'un gozünde, kendi deyişiyle bu “mahküm programcı- lar” bir karikatür konusu olmuş ol- salar da, bilgisayarla çalışan herkes böylesi bir tutkuyla işe sarılan kişile- ri yakından tanır. Ben kendi payıma, oğlumun çok uzun bir süre monitörün başında kal- dığını düşündüğüm ve okulda alaca- Bi notlar konusunda kötü hayallere kapıldığım için, kendisine bunun do- ğuracağı korkunç şeylerle tehdit et- tim: O günlerde bilgisayardan yoksun bırakma gibi... Bilgisayar aptaldır. O olsa olsa - eğer uygun bir biçimde programlana- bilirse- son derece çalışkan ve olağa- nüstü hızlı bir aygıttır. Bilgisayarın aptal ve hızlı olma özellikleri bütün uzmanlarca her fır- satta vurgulanmaktadır. Gene de, be- 19

Bu sayıdan diğer sayfalar: