30 Eylül 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

30 Eylül 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

30 CUMHURİYET r ŞEHÎRCİLİK KÖŞESÎ Sigorta rezaleti Polis ve Maliye tahkikata devam ediyor Tarihten Sigorta şirketlerini dolandıran şebeke hakkındaki tahkikata devam edilmekte dir. Diri kimseler hakkında ölü raporu veren ve mevkuf bulunan doktorlar şimdi «Peyami Safanın hakkı var, lâkin korkmayın, eski tstan de bu raporları kendileri vermedik'erini bul bütiin abidelerile yerinde duruyor. Biz zaten yapılan iddia etmektedirler. Raporların suretleri lardan değil, yapdmıyacaklardan korkmağa alışmışız.» polisin elinde bulunmaktadır. Fakat a sıllarınm mahkemeye tevdi edilmesi için Paristeki sigorta şirketinin merkczire gönderilmiş olan dosyalar beklenmckte dir. Bu dosyaların süratle gönderilmesi dün mahalline tekiden yazılmıştır. Tahkikata devam eden Beyoğlu Emniyet memurluğu ölü gösterilerek sahte evrakla sigorta şirketinden paraları alı nan Ermeni ve Rumların varisleri bu lunmadığını tesbit etmiştir. Bunlann paralannm Hazineye intikal etmesi lâzımdı. Bu suretle bu dolandırıcılık yüzün dcn devlet hazinesinin de zarara girdiği Maliye Vekâletine bildirilmiştir. Bu vaziyet üzerine Maliye müfettiş lerinden bir heyet te sigorta sahtekârlığı işine el koymuşlardır. Hergün biraz daha genifliyen Mecidiye köyünden bir manzara Bir yandan Beyoğlu Emniyet memurBen meydanı boş bulup şehircıliğe bir türlü açılmaz abidelerile olduğu gi luğu, diğer yandan Maliye müfettişleri başladığım zaman ortada Cumhuri bi duruyor. Fakat İstanbul şehri kendi tarafından yapılan tahkikat gittikçe geyet müstesna olmak üzere gazeteleri kendine, karşı tarafa, Şişli cıhetine yü nişlemektedir. mizde şehrın imarına ve güzelleştiril rüyor. İşte Ayaspaşa, Taksim, Maçka, mesıne dair değıl, tarihî güzelliklerine Şişli ve hatta Mecidiyeköyü! Memlekeaıd bile yazılar hiç yoktu denecek ka tin bütün serveti bu taraflara toprak dar nadirdi. lara temellerle tutturularak beton duMeğer aldanmışım. Meydan boş de varlar şeklinde karşımıza dikiliyor. TiIki sene kadar evvel, Şehzadebaşında ğilmiş. Bızde ne çok şehirci varmış! yatro, sinema, konser, festival, maç, merasim hep bu tarafta. Tüccar, mu bir tramvay kazası olmuş 11 yaşlannda Şimdi İstanbulun imarına veya güzel leştirilmesine dair yazı koymak adeta harrir, direktör, müdür, meb'us hep bu Nureddin isminde bir çocuk ayakları gazetelerimiz için moda haline geldi ve taraflarda oturuyorlar. On senede şe kesilmek ve ezilmek suretile ölmüştü. kısmı bu taraflaıa garib tesadüf: Şehirci bolluğu Istan hir nüfusunun Ikınci asliye ceza mahkemesmce vazr taşınmış bulunuyor. Ya daha on sene yed edilen bu işin duruşma tahkikatına bul şehir plânı işi Mr. Prosta verildik sonra! Yirmi sene sonra! ten sonra anlaşıldı. hâlâ devam edilmektedir. Aldanmıyorsam Peyami Safanın de Halbuki ben <şehircilik meslekine» Dün gece saat yirmi ikide mezkur plân ihale edilmeden evvel başladım. mek istediği şudur: mahkeme azasından müteşekkil bir heyet «Şehir nasıl olsa, ve biz istesek te, is polis ve Tramvay şirketi erkânile kaza Şu tatlı işi bana verirler mi? diye dü şündüm. Ne gezer? Vermediler. Belki temesek te Halici aşarak yavaş yavaş mahallinde son bir keşif yapmışhr. Mr. Prosta muavin veya yamak yapar Şişli sırtlarına yürüyor. Onu böyle rehPerşembe günü ikinci asliye ceza lar, dedım. Şehirci bolluğunu görünce bersiz, yularsız bırakmıyahm. Öne gemahkemesinde rüyet edilecek olan kaza çip yol gösterelim. Bu hicreti memle bu ümidim de suya düştü. evrakı bu keşifle tekemmül etmiş bulunŞehircilik elden gidince, Cumhuri kete, şehre ve hepimize yarar şekilde maktadır. yette vapurculuğa başvurdum. «Vapur yaptıralım.> Dün akşam, Şehzadebaşındaki kaza ların içerisi şehir kadar büyük değil. Kim ne derse desin, ben Peyami Samahalline evlâdının kemıklerıle perişan Rakib az çıkar» dedim. Şeytan kulağına fanm fıkrine iştirak ederim. Şu farkla kurşun; henüz kimseler çıkmadı. Fa ki; O tepelerden başlayıp aşağıya doğ bir vaziyette gelen Nureddinin babası kat şehircilik meydanına yalnız başı ru inmek istiyor; ben denizden, Dolma Mehmed Nuri gözyaşları arasında bir na çıkınca <şehirciler> tarafından «hü bahçeden başlayıp yukarıya doğru çık muharririmize şunları söylemiştir: cuma» uğrıyan bir arkadaşı elimden mak « Ben 14 sene askerlik yapmış, istiyorum. Ayaspaşa, Maçka ve geldiği kadar müdafaa için bugün va hatta Mecidiyeköyü tehlıkesi bakir de Anafartalarda Büyük Şefimii AtatRrküh purdan çıkıp şehre gelmek mecburiye necek kadar bozulmamış deniz kenar kumandası altında bulunan beşinci fır tıni hissettim. larına inmeden laiz Dolmâbahçe'den Or kada harbetmiş eski bir ça^uşum. Meırfİşimi bıtirince gene cvapura» döne taköye kadar uzanan bir deniz cephe leketime bu kadar hizmet ettikten sonra sinden başlayıp yukarıya çıkalım. Tehli bir kenara çekilmiştim. Evlâdlarımı da ceğim. Arkadaş bizim üstad Peyami Safa. keden korkup aşağıya doğru kaçacağı kendim gibi asker yapmağa çalışırken Yeni İstanbul dıye «Cumhuriyet» te bir mıza tehlikeye göğüs gererek yukarıya, kanlı bir tesadüf zavallı Nureddinimi sırtlara doğru tırmanalım. Şehir namı elimden aldı. Ne diyeyim, müsebbible fıkir ortaya attı: <Şu ihtiyar, eski şehirle ne uğraşı na daha ne kurtarmak kabilse kurtara rm şiddetle cezalandırılmasını âdil Cumyorsunuz? Onu kendi haline bırakalım lım. Bağ, bahçe, park, cadde, otel, kon huriyet hükumetimizden temenni ve is da Şişli sırtlarında nümune bir ma servatuar. tiyatro, opera, stadyom bu tırham ederim.» halle yapalım. Daha çabuk ve daha u taraflara lâzım ve bu taraflarda işe yarar. cuza mal olur> diyor. Nuri Said Paşa ile neleri Halicin karşı tarafı bizim değil mi? Şehirciler bunu işitince, vaveylâ komüzakere etmişiz? pardılar. Sanki Peyami Safa, İstanbu İstanbul tarafı servetle dolu. Modern hayata lâzım olan müesseseleri de hep Bağdad Irak Hariciye Nazın Nuri lun abidelerini, servetini sırtlamış Şi§U buraya kurarsak korkarım ki şehrın Said Paşa ile Türkiye hükumeti arasıntepelerine kaçırıyor, sanırsınız. muvazenesi bozulur. Bu muvazeneyi da İstanbulda vuku bulan temaslarda Etmeyin, yapmaym baylar! Beledi tekrar yerine getirmek ve <müşterisiz> Türkiyeyi Iraka bağhyacak olan Mu yeden başka İstanbulun hiçbir tarafı stadyom, konservatuar ve tiyatrolara sul Nusaybin demiryolunun inşası üna kimse dokunmaz ve dokunamaz. Hiç müşteri bulmak için tekrar bunlan kar zerinde bir anlaşma yapıldığı bildiril bir şehirci de Süleymaniye camisi içinşı tarafın köhne binalarına taşımağa mektedir. den bir bülvar geçirmez. Amma cami mecbur olmak tehlikesi yok mudur? nin yanına modern stilde binalar kuruGeçen ve evvelki senelere aid nüsİstanbul halkı içinde yüzde birinin lur. Şehir için fayda mı, zarar mı, gü haları birkaç hafta içinde biten zellık mi, çirkinlik mi doğacak? Onu yerini bilmediği Yenikapı taraflarında bina kurulmadan evvel kimse düşün yaptığımız istimlâk masraflarını karşıla mez. mak için Sürpagob arsasını satmak mec Biz yapılmakta olanları değil, yapıl buriyetinde kalmıyalım. Bunu satar mış olanlardan bahsetmeğe, yapılmıya sak büyük Türk inkılâbı için neye mal cak, yapılamıyacak olanlardan kork olursa olsun inkılâb müzesi olarak muhazırlanmkaktadır. hafazası millî bir borç olan Harbiye mağa alımışız. ilfinlar için : Yapmayın, etrneyin, insaf edin bay mektebi yeri bile «mahalle tehlikesi> ne 15 Teşrinievvele kadar Ilâncıhk maruz kalır. Hayal peşinde koşmaktan lar! Peyami Sa/anın hakkı var. İstan Şirketine müracaat edilmelidir. bul tarafı o p.ıha biçilmez, fakat bu vazgeçelim. Telefon : 20094 2OO95 paha ve serveri göstermek için etrafı V. BtRSON Bir fikir etrafında koparılan fırtma... yapraklar Hele son ümid iönsünde bak! , yazıcı arkadaşlardan birineî derdini yanarken içime bir' kurd düştü, dudağıma bir so { ru yükseldi. Söz kesmek, hele derd ya nan bir kadının sözünü baltalamak ayıbdı. Ondan ötürü kendimi zorluyor dum amma yerimde de oturamaz olmuştum. İçime düşen kurd habire kımıldanıyordu, beni lâfa karışmak için zorlayıp duruyordu. Bununla beraber dişimi sıktım, kadıncağızı uzaktan dinlemeğe koyuldum. Zai" vallı kimsesiz mahluk, altı ay önce ölen kocasından dolayı kendine bağlanacak1 aylığın hâlâ sürüncemede kaldığını, ev kirası veremediğini, ekmek parası tedarikinde binbir güçlüğe uğradığını anlatıyordu. l| Yazıcı arkadaş, hikâyeyi sonuna kadar dinledi, «Doğru değil mi» başlığı altında i>ir fıkra yazıp kimbilir hangi masada kalan şu altı aylık muamele evrakı üzerine icab edenlerin dıkkatini celbedeceğini söyledi. Şimdi dul kadın hafif bir teşekkür mırıldanarak avağa kalkmıştı, odadan çıkmak üzere bulu nuyordu. Bu durumda artık duramaz dım, dudağıma yapışıp duran soruy çiğneyip yutamazdım. Hemen atıldın kadıncağızı eşik üstünde alıkoydum: Affedersiniz, dedim, birşey öğ renmek istiyorum. Benden mi? Evet. Sizden. Buyurun, sorun. Şu arkadaşa demindenberi derdi nizi yanıyorsunuz. Vaziyetiniz acıklıdıı Buna şüphe yok. Şikâyetiniz haklıdu Buna da şüphe yok. Fakat dikkat ettim Sesinizde fütura kapılmış bir adam a cılığı sezilmiyor. Biraz güler gibi konu şuyorsunuz. Sebebi ne?.. Dul kadının dudaklarında acı bir gü lümseme belirdi: Gazetede çıkacak yazı, dedi, spi ümidimdir. O da sönsün de o vakit ben dinleyin, nasıl inlediğimi görün!. Bu söz bana meşhur fıkrayı hatırlat tı: Adamcağızın biri kaybolan ineğini a rıyormuş, dereyi tepeyi dolaşıp duruyormuş. Bu geziş, bu yürüyüş sırasında kendi köyüne yakın olan bir köye de uğrar, önüne gelene ineğini sorar. Köylülerden biri onu tanırmış. Yahu, der, senin şu yeryüzünde mal adına, mülk adına topu topu bir ineğin vardı. Onu kaybetmişsin. Fakat te lâşm yok. Ne ağlıyorsun, ne sızlıyor sun? Bu ne tuhaf is? Inek sahibi gamlı gamlı içini çeker, şi cevabı verir: Son ümidim şu tepenin ardındl kaldı. Hayvancağızımı orada da bula < mazsam seyreyle sen bendeki çırpınma yı!.. Kadıköyde Yeldeğirmeninde Yeşilajf* sokağında 6 numaralı evde oturan Ba yan Nevzerin bizim (Doğru değil mi) sütununa bağlı kalan son ümidi boşa çık* maz inşallah!.. * H: Dil bayramı baslıklı fıkramda on beş tane (Ve) bulduğundan dolayı bana takılan okuyucuma: O zühulü, su fıkrada tek bir (Ve) bu lundurmamakla telâfi ediyorum. dostum. M. T. T. İKBALÎN İGRENÇ FELSEFESİ Ibşir Paşa eli kolu bağlı Vezire gülümsedi Kendi ırzmı kurtaran Vardar Paşaya «Sakalını değirmende ağartmışsın, dedi, bir kadm için bu devlet tepilmez!» Binbir hikâye ve binbir masal mevzuu olan Deli Sultan îbrahim, sarayma yüzlerce kadın doldurduğu ve bazan saat başına bir kadın getirterek günde yirmi dört düğün yaptığı halde bir türlü ka dına doymamıştı. Nerede güzel bir kadın bulunduğunu haber alsa ağzı sulanırdı, mutlaka o kadını elde etmek hırsına kapılırdı. Bu tarihî zırdelinin şu uğursuz hu yundan birçok facialar doğmuştur. Hatta o, ilk oğlu ve Veliahdi Avcı Mehmedi emzirtmek için saraya alınan sütnineye de guya gönül verdiğinden birkaç ay devletin gelirini bir altın su, bir elmas yağmur gibi sütninenin ayağına akıtmışı. Gene bu vehmî aşk yüzünden bir gün Veliahdin anası Turhan Sultanla kavga etmiş ve bu kavga sırasında küçük Velihdi öldürmek kasdile yakalayıp havuza atmıştı. İşte bu adam bir gün, Haleb Valisi bşir Paşanın gayet güzel bir karısı olduğunu haber aldı. Ona bu haberi ve renler kadının güzelliğini mübalâgalan dırmışlar ve yeryüzünde eşi yoktur diyerek deli Hünkârı büsbütün alevlendir mişlerdi. Ibşir Paşanın karısı belki güzeldi, belki güzeller güzelidi. Fakat bir ezirin nikâhı altında bulunuyordu. Hünkârın bu duruma saygı göstermesi lâzım gelirdi. Deli îbrahim, hiç te böyle düşünmedi, kadının oturmakta olduğu Sıvasa bir ferman yolladı ve onu istedi. Sıvas Valisi Vardar Ali Paşa idi. Bu zat, yetmişini geçmişti, namuslu ve çok namuslu bir Türktü. Padişahtan nikâhlı bir kadının saraya gönderilmesi emrini alınca müteessir oldu, şöyle bir cevab yazdı:<j; Gönderilmesi istenilen kadın, esir takımından değildir, hürdür. Fazla olarak Haleb Valisinin nikâhı altındadır. Onu bir halayık gibi kolundan tutup saraya göndermek elimden gelmez ve böyle çirkin bir isi istemek te Padişaha yakış maz!» Vardar Ali Paşa bu cevabı yolla makla beraber başına gelecek belâyı da düsündü. Sekbanlarını ve Sanca denilen ylıkh süvarilerini çoğalttı, yakın vilâ etlerin valilerine de mektublar yazdı, «deliliği dillerde dolaşan Padişahın büsbütün kudurduğunu, evlî ve namuslu kadınlara el uzatmağa basladığını» anlatarak elbirliğile bu beliyeden kurtulmağa çalısmaklığı teklif etti. O, hazırlanadursun. Beri tarafta Sulîbrahim de küplere binmişti: Ben Padişah değil miyim? Bu halkın ırzı, malı, canı ve herşeyi benim değil midir? Vardar Ali kim oluyor ki benim gözkoyduğum bir kadını benden esirgiyor? an Diye barbar bağırıyordu. Nihayet kararını verdi ve fermanını yazdırdı: Haleb Valisi Ibşir Paşa büyük bir ordu ile Sıvasa gidecekti, Vardar Ali Paşanın kaasını kesip İstanbula gönderecekti. Ayni zamanda bu büyük günahkârm karısını çırılçıplak soyup sokaklarda gezdirecek, istiyenlerin ondan haz almalarına izin ve Merak etme yüzbaşım. Biz Ça nakkalede, Galiçyada günlerce ateş yedik te yerimizden kımıldamadık. Hem ne ateşti onlar! Düşman kısa sıçramalarla bize yak laşıyordu. Her sıçramada, şiddetli ateşlerle bir kaçını yere seriyorduk. Yunan piyadeleri, nihayet, süngü hücumu ya pabilecek bir mesafeye kadar bize sokuldular. Biz, süngüye dayanacağız amma ihtiyat bölüğünün gelip bizi takviye et mesini bekliyoruz. Bu taze bölükle beraber onlan tepenin öbür yamacından aşağı yuvarlıyacağız. recekti ve sonunda kadıncağızı öldüre cekti. Ibşir Paşa kendi namusunu korumak uğrunda ölüme ve namussuzluğa mahkum edilen Vardar Ali Paşanın üzerine yü rümeği kabul etti. Çünkü bu hareketile Hünkârın teveccühünü kazanacağını ve Kubbealtı vezirliğine yükseleceğini umuyordu. Zavallı Ali Paşa ise Ibşirin bu kadar alçak olduğuna kat'iyyen ihtimal vermediği için onun Halebden Sıvasa doğru yürüyüşe baslamasını «hüsnü tefsir» ederek herifin kendisile birleşeceğine ve istanbul üzerine yürümekte ayaktaslık yapacağına zahib oluyordu. Öyle ya. Deli Ibrahimin yıkmak is tediği namus İbşirindi. Vardar Ali Paşa bu namusu muhafaza için sarayla bozusmuştu ve kellesini koltuğuna alıp is yan etmisti. Bu vaziyette Ebşirin yeri ancak Vardar Ali Paşanın yanında olabilirdi. Iktiyar vezir de böyle düşünüyor du. Fakat Ibşir bu düsünceyi boşa çıkarmakta gecikmedi, candan bir düşman gibi davrandı, beraber getirdiği on binlerce askerle Vardarın üzerine çullandı, onun küçük fırkasını darmadağın ettikten sonra kendisini yakaladı, eli kolu bağlı olarak yanına getirtti ve en fecii, tekdire de kalkıştı: P a ş a karındaş, dedi, şu ak sakalınla Padişaha asi olmak sana yakışır mıydı? Bu söz, bu hayasızca azarlayış, Vardar Ali Pşaya uğradığı bozgunluktan daha acı geldi, ruhunun bütün iğreniş ve tiksiniş kabiliyetile yüzünü buruşturdu, Ibşirin yüzüne birkaç kere tükürdü, şu sözleri söyledi: Alcak, utanmaz, namussuz!... Ben senin lrzını korumak için silâha sarıldım. Sen benim ırzımı yıkmak için silâh kul landın. Padişaha yaranmak için deyyusluğu kabul edecek kadar soysuz olduğunu bilseydim karını senden istemelerini İstanbula yazardım. Çünkü sen onu kendi elinle allayıp pullayıp Padişaha gönderecekmişsin. Yazık ki anlamadım. Ibşir Paşa hiç istifini bozmadı, kötü kötü gülümsedi: Sakalını, dedi, değirmende ağartmışsın. El için sele girilmez. Bir kadın için de bu devlet tepilmez. Can, avrattan tatlıdır paşam. Avrat bulunur amma can bulunmaz. Bunu sen de öğreniyorsun amma faydası yok. Çünkü ölüyorsun. Gerçek te öyle oldu, Vardar Ali Paşa öldü. Fakat merd adamın temiz hatırası tarihte yasıyor ve Osmanlı tarihinin bu sahifesini gözden geçirenler Deli Ibrahimle İbsire lânet, Vardar Aliye ise rahmet okuyor. Iki sene evvelki bir kazanın keşfi Af. TURHAN TAN CUMHURİYET ALMANAüININ M. TURHAN TAN 937 nüshası Yumurtalar için plânşet Liman idaresi yumurta sandıklarının daha elmniyetle ve mallar çalkanmadan ve kırılmadan bindirilip indirilmesi için yeni planşetler yaptırmıştır. Bunlann dün muhtelif makamların mümessilleri önünde tecrübeleri yapılmıştır. Yarım Adam tün kurşunlannı boşalttım. Kurşunlarımı yiyen bir ikisi yıkıldı. Öyle müthiş bir ateş etmek hırsına kapılmıştım ki rovel verimde tek kurşun kalmadığı halde kına varmıyarak belki on defa daha tiği çektim. Birkaç Mehmedcik bu şaşkın grup üzerine yürüdü. Kan sızan süngüler ları da temizledi. Süngü muharebesi bir dakikadan fazla sürmemişti. Düşman askerlerinden Türk süngüsü yememiş olanlar kaçmağa başladılar. Meyilli açık araziden, aşağı doğru tazı gibi kaçıyorlardı. Süngü hücumunun hızile, pek kısa bir an firarileri kovaladık; arkalarından yetiştiğimizi süngüledik. Yetişemediklerimizi el bomba larile temizledik. Fakat, sonra, süngü hücumunun kızgın heyecanı biraz eksi lince askerce, yani ateşle takibe başla • dık. Piyade ve hafif makineli tüfek ateşleri, düşmanı yere seriyordu. Kaçarken kurşunu yiyen bir taklak atıp yuvarlanr yor ve bir fundalığa, yahud taşa takı lıncıya kadar yuvarlanıp aşağı doğru gi" diyordu. Önümüzde kaçanlardan pek azı kurtuldu. [Arkası var] "Cumhunvet,, IO tefrikas Takımımın yanına koştum. Düşmanm îkinci siper hattı da ele geçmişti. Yunanlılar, hattı balâya doğru gcri çekiliyorlardı. Askerlerimiz, onlan takib ediyorlardı. Düşmanı önce ateşle takib ediyor, görünmez olunca da, peşinden saldırıyorduk. ^ Sağda, solda, küçük düşman gruplan, yere yatmış bize ateş ediyordu. Bunlann arasında hafif ve ağır makinelitü fekler de vardı. Bu grupları temizlemeğe başladık. Ağır makinelitüfekli bir grup, hâkim bir yerde, bizi fena halde yan ateşine ahyordu. Yanımdaki yiğit onbaşı ile beraber, bu makinelitüfek mevziini çevirmeğe ve düşmanı el bombalarile temizlemeğe karar verdik. Fundalann arasından kendimizi göstermeden sürüne sürüne yaklaştık. Kâfi derecede sokulduğumuz zaman, fundalıkların arasına gizlenmiş olan bu makineliye doğru, Abidin Daver DAV'ER tabancamla iki kurşun sıktım. Bir feryad yükseldi. Tam o anda, onbaşı da bir Alman bombasını oraya savurdu. Bir patlama, biraz duman, bir iki bağırışma... Çelik bir miğfer havaya fırladı ve makinelitüfek sustu, yerine iniltiler başladı. Burada büyük bir tehlike atlattık. Makinelitüfeğe ateş eden piyadelerimizin kurşunları kulaklarımızın dibinden vızlıyarak geçiyordu. Tepenin üstüne çıktığımız zaman, düşman takviye kıt'alarının mukabil taarruza gectiklerini ve bize doğru geldiklerini gördük. Arkadan bizim ihtiyatlar yetişinciye kadar, düşmanı durdurmak, aldığımız tepeyi kaptırmamak lâzımdı. Hemen yere yattık. Fundalıkları siper yaparak şiddetli ateşe başladık. Ercümend, bir sigara yaktı. Sonra, o heyecanlı harb sahnesinde imiş gibi heyecanla devam etti. Saniha onu hayran dinliyor ve içinden: «Benim kahraman zabitim; benim aslan Ercümendim» diyor. Şimdi, onu, delice, uğrunda ölecek kadar sevdiğini hissediyordu. Evet, fundalıkların arkasında, bizim bölüğün hayli azalmış mevcudile müdafaaya başladık. Düşman, mevziin ehemmiyetini biliyor ve bizi mutlaka buradan atmak istiyordu. Arkadan tabur kumandanı, «dayanm çocuklar!» diye haber göndermişti. Alay kumandanı da elindeki son ihtiyat bölüğünü gönderdi • ğini bildirmişti. Sayıca üstün düşman k a r şısında, bu bölük gelinciye kadar, da yanmak lâzımdı. Yunanlılar, tedriceT yayılıyor ve avcı hatlarını mütemadiyen temdid ederek bizi iki yandan sarmak ıstiyorlardı. Bizim yüzbaşı, alnını sıyıran bir kurşunla hafifçe yaralanan başını sarmış, bağırıyordu: Dayanın çocuklar, ölmek var dönmek yok! Kimse dönmeği aklına bile getirmi yordu. Herkesin gözü ileride idi. Olduğumuz yerde tek nefere varıncıya kadar ölmeğe and içmiştik. Yiğit bir çavuş, yüzbaşıya cevab ve riyordu: Allah Allah! naralarile beraber, yattığımız yerlerden ok gibi fırladık. Bir hamlede düşman hattma varmıştık. Onlar da ayağa kalkmışlardı. Süngü süngüye, göğüs göğsç, boğaz boğaza bir mücadele başladı. Ben bir Yunan zabitile burun burna gelmi^tim. Bu zabit, sıcaktan üniformasmın göğsünü açmıştı. Beyaz gömleği görünüyor du. Elinde bir tabanca vardı. İki el ateş etti; tutturamadı. Sıçradım ve elimdeki kalın sopa ile kafasına bir tane ekledim. Öyle vurmuşum ki başından kanlar fışkırarak yere serildi. Ayaklanmm dibine yuvarlanan zabiti bırakarak başka bir Karşılıklı el bombaları savuruyoruz. Yunan zabitleri askerlerine süngü hücu düşmanm üzerine saldırdım. Yüzbaşımın sesini duyuyorum. mu yaptırmak istiyorlar. Kumandalannı, bağırmalarını işitiyoruz. Fakat düşman Gebert şunu! avcı hattı sanki yere yapışmış, toprağa O alacağını almışü. Geri dönecek vakmıhlanmış gibi kımıldamıyor. Fundalık tim yoktu. Dört tarafımda süngüler çaların arasında her başını kaldıran kurşu tırdıyordu. Her süngü yiyen, boğuk bir nu yiyor. Böylece bir iki hücum teşebbüs feryadla yere yıkılıyordu. Önümde bir lerini akim bıraktık. Nihayet, beklediği düşman grupu gördüm. Hepsi birbirine miz takviye yetişti. Yeni gelenler yere sokulmuşlar, süngü davranmış bir vazi yatıp biraz dınlendıkten sonra, tabur ku~ yette duruyorlar. Fakat korkudan, dehmandanının emrile süngü hücumuna şetten afallamış bir halde idiler. Bu grupun içine, otomatık tabancamın bü * kalktık.

Bu sayıdan diğer sayfalar: