14 Şubat 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

F- — K L e G O M K A aA M c TeT e ERLE — el K u 85 , ü HREREEĞBİKİ K öi L lll ; el Şubat 14 | TEMMUZ 10914 Fütürizm Nedir? —Umumi Harp Nasıl patladı ?| Marinetti İle Münakaşamız | Nakleden: H. R. — Kızım Doktor: Semi Ekreme — öek . ge Yazan: Emil Ludvig Hiç Bir Millet Bizim Kadar Vicdanı Şayet Belçıkanın istiklali kay- bolursa, Hollandanınkinden de eser kalmaz. Böyle bir buhran haricinde kalmakla — Britanya menafiinin ne derece haleldar - olacağini şimdi teemmül ediniz. Harbe girmemekle temin etmiş olacağımız kuvvet tasarrufu, bu yüzden kaybedeceğimizle taka- bül edecek, onları tazmin ede- cek mahiyette midir? Diğer taraftan zannedilmesin ki büyük bir devlet harbe iştirak etmek veya bitaraf kalmakla İşin nihayetinde faikiyet temin edebilir. Kudretli donanmamızla harbe iştirakimiz halinde katla- nacağımız fedakârlık, harbe se- yirci kalmamız halinden ancak _."*' biraz fazla olabilir. Hiç şüphe yoktur ki bu harp yüzünden her iki takdirde de çok — dertlere katlanacağız. İhracat ticaretimiz duracak, ve en müsait halde bile harp —esnasında — gelecek şeyleri tebdil edemiyeceğiz. Biz hariç olarak bütün Şarki Avrupanın tek bir devletin tahakklüm ve ceberutu — altına girdiğini göz Öönüne getiriniz, bu suretle neler tehdit altında kalmış olmaz? Düşününüz. Neti- cede hükümetinize — bilâkaydu şart ve devamlı surette müzahir olacağınızı zannederim. ,, Bu nutukta her hususu tart- mıştır. — Mübalâğadan — âridir. Bazı hususlar mestur geçilmiştir. Muahedelerin mukaddes mahi- yetlerine dair bir kelime yok- tur; çünki o biliyordu ki, bütün 1 ıbinelerce, müz'iç hale gelen muahede kâğıt sepetine atılmıştır. | . Liberal — nazırın — fırkasının proğramı ve kendi gönlü hilâfına irat ettiği bu nutkundan sonra " dastu liberallar eza içinde nefes- lerini tuttular, muhalif olan mu- hafazakârlar azim — şamatalarla kendisini alkış tufanına garket- tiler. Greyin sözleri kendi samim! fikrini ifşa etmemişti, ve bu nutuktaki aczine karşı feci bir hüküm vardı. 4 Âz sonra, ÂAğutosun altıncı günü yine Avam Kamarasında Askit muştur : — “ İnsanlığın her taraftan cebir ve zor tahakkümüne ram edilmek istenildiği şu günlerde biz küçük milletlerin, faik bir devletin keyfi takdirile Beynel- düvel mevzu namus hükümleri hilâfina — ezilememesi — kaidesini tahkim için harbe gireceğiz. Hiçbir milletin bir harbe bizim şu harbe girişimiz kadar vicdanı rahat olarak - girdiğini zannetmem, Filvaki biz ne kim- selere taarruz için, ne de kendi menfaatlerimizi tutmak için harp etmiyeceğiz. Biz dünya medeni- yetinin tabi bulunduğu kanunları müdafaa için harp edeceğiz. ,, İngiltere — terazinin kefesine : —demir balyelerini, gümüş külçe- şu — beyanatta — bulun- — Rahat Harbe Girmemiştir S ler K “ Cepheye harekete hazır Alman kıt'aları lerini ve nihayet fikir ve mane- viyat vecizelerini ilâve etmiştir. x Berlinle Londra — arasındaki müzakerat esnasında, İngilterenin teminatı sayesinde Fransız - Al- man harbininin bir aralık berta- | raf edilebileceği zannolunmuştur. | Gerçi bir anlaşamamazlık olmuş- kimsenin durduramayacak — bir halde hakim tabiatını te'yit eder. Rus erkân harbiyei umumiye reisi, titremişti. Ondan iki gün sonra ÂAğustosun birinde - Alman | erkânharbiyesi de ayni mace- raya uğramıştır. İngiltereden te- minat haberi gelince: İmparator Molikeye: duyu Şarka miştir. Moltke: — “İmkânsızdır, Haşmetmeap naklederiz.,, De- Fakat meselenin sureti tetkiki — Milyonlarca efrattan mürekkep bir harp makinesinin bir kerre hâa- | rekete geçmesi üzerine onu artık ordunun nakli irticalen olmaz. Şa- yet bütün ordunun Şarka naklinde ısrar buyrulursa elde müsellâh adamların müşevveş yığınlarından başka bir şey bulunmaz. Bunlar nizamsız, intizamsız ve erzaksız bir hale düşerler. ( Arkası var ) Mezarı: Karadeniz Türk Bahriyesinin . — M E . ( Baştarafı 1 inci sayfada ) Denize açılamıyan küçük to- najlı gemiler de, bu gemi enkazı içinde boğulmak istemediklerin- den son bir teslimiyet ile demir üzerinde kalmışlardı. Ümit ve te- selli verecek tek bir ışık bile görünmüyordu. Büyük bir korku içinde geçen gecenin sabahı ol- muştu. Bursa, Cide posta yolcu vapurları da bu hengâmeye iş- tirak etti. Bunların hali daha feci idi. Çoluk çocuğun feryat ve iniltileri mukabelesiz - kalı- yor, sahilde tek bir binasile, efradı olan fakat sandalı bulun- mıyan tahlisiye teşkilâtı bu faci- aya seyirci vaziyetinde kalıyordu. Günler geçtikçe fırtına azıyor kuduruyor, — karayelden — batıya çeviriyordu. Vapurcular bu badi- redeh nasıl kurtulacaklarını bile- miyorlardı. “Lütfiye,, vapuru dağ gibi dalgalarla tek demirini kestirmiş, “Şafak,, vapuru üzerine düşmiye başlamıştı. Feci akıbet yaklaşı- yordu. “Lütfiye, mağruk “Ayan- cık,,, “Beykoz,, enkazile “Şafak,, arasında kalmıştı. Kaptanın so- ğgukkanlılığı ve mahirane ma- nevrasile Lütfiye vapuru muhak- kak bir faciadan kurtuldu. Diğer demirini bırakarak kendine bir yol buldu, “Kavakdibi,, denilen mahalle baştan kara etti, bu suretle mürettebat, kendisi ve Şafak vapuru kurtulmuş yalnız sefine küçük bir rahne almıştı. Yolcu vapurlarındaki,$ kendinden geçen ve perişan bir vaziyette olan yolcuları almak hususunda Ereyli limanı kayıkçıları büyük tehlikelere göğüs gererek hari- kulâde gayretler sarfetmişlerdir,. Tahlisiye efradı karaya giden Lüt- fiye vapuru ve sahile yanaşmak istiyen sandallara büyük yardım- lar yaptılar. Kar tipisi esnasında donmak üzere idiler. * Ticareti Bahriye Müdürünün bu deniz mezarlığile biraz alâkadar olup hiç olmazsa bir fener ve şaman- dıra koydurması lâzımdır. 124 saat devam eden fırtına küçük ziyanlardan başka, bir va- purumuzun daha Ticareti Bahriye listesinden silinmesile neticelendi, Limanda ölümle pençeleşen ge- miler: Kemal, Şafak, Anadolu, İnkişaf, Refah, Gazi, Bursa, Cide, Şark, Yıldız, Vefa, Sadık zade vapurları idi. Recai Ali Hilâliahmer - Kongresi Hilâliahmer Kadıköy şubesin- den: Şubatın 19 uncu, Cuma günü saat onda Hilâliahmer Kadıköy kaza şubesinin kongresi akte- dileceginden —muhterem azanın iskele kumluğunda Halk fırkası binasındaki daireyi teşrifleri - ri- ca olunur Ohığı, güzel aydınlığı gidiyor diye | karışık ve karanlık bir san'at | de, gövdesi “Picasso,, da ve dal- Şu halde bütün or- | ŞKD ÇpSSSM Kübizmin doğuşu - Bu temayüllerin ruhi saikı - Yenllerdeki iştiyak - Erzeli kavga - Bizde “ Vuzuh , ve “ İpham ,, münakaşası - Nazariyelerle halledilemiyen mesele Yirminci asrın başında ve ilk seneler zarfında, Fransada yeni bir sembolizm doğuyordu. “ Hiç- bir şeyi izah etmeden herşeyi izah etmek ,, Bu yenilerin düs- turu addedilebilir. Geçen maka- lelerimde de yazdığım gibi, Fran- sız şiiri, bir taraftan yeniliğe doğru gittikçe, öte taraftan akli ve mantıki bir aydınlıktan uzak- laşmıştı. Hatta zamanın edebiyat muallimleri ve tarihçileri, Fransız şiirinin an'anevi parlaklığı, açık- telâşa düştüler. Fakat 1907 ye dağru daha | cereyanı doğdu: Kübizm. Belki tohumu “Cezanne,,ın resimlerin- ları biraz daha yenilerin eserle- rinde görülen bu yeni cereyanın iddiası, resimde, eşyanın yalnız sathını değil, üç budünü birden göstermek ve maddenin esasını, özünü, mayasını tersim edebil- mekti. İşte o gündenberi, sahi- bine hiç benzemiyen portreler, muhtelif eşyayı ve manzaraları biribirine yuğurmuş, karmakarı- şık peyizajlar, ve saire, bazı resim sergilerini doldurdu. Francis Carco, istihzayı sami- miyete oldukça tatlı karıştıran bir dille, kübizme ait hatıralarını | şöyle anlatıyor: “Kübizm henüz başlangıcında idi. Safsatalarla dolo pipolarımı- zı tüttürdüğümüz bütün atelye- | lerde bu harikalı keşiften başka hiçbir şeyden bahsedildiği yoktu; | Kübizm. “Muallim samilerine diyordu ki: “ — Bir manzara resmi yap- tığın zaman, bu, her şeyden evvel bir tabağa benzemelidir. “Ve ne Picasso, ne de şakirt- leri gülmüyorlardı. En aykırı esas- lar üzerinde anlaşmıya çalışırken bizi bastıran şafak vaktine kadar, münakaşaların bitip tükenmediği olurdu. “ Yine Picasso derdi ki: —“ Eğer müuşambanın üstüne bir adamın tam olarak resmini yapamazsan bacaklarını muşam- banın kenarına kayarsın. “ Hiç kimse ona sebep sora- mazdı. Ve kimimiz, yeni devrin hakikati sandığımız bu fikirler- den ilham almış olarak, kimi- miz de en gizli kanaatleri bile sarsılmış bir halde, yorgun argın evlerimize dönerdik..,, Edebi kökleri “Salmon,,, “A- pollinaire , gibi harpten evvelki şairlerde, hatta “ Rimbaud ,, nun şiirlerinde bulunan bu yeni te- mayüller: kübizm, fütürizm, da- daizm, pürizm, konstrüktivizm, sürrealizm ve saire gibi isimler altında, her memlekette, hatta her san'atkârın şahsiyetine göre değişen - türlü türlü bedii. telâk- kilerle dal budak saldılar, * Bu yeni temayüller ruhi ihtiyaçtan doğuyor? İnsan, akıllı bir hayvandır. İnsanın hayvanlığı, tabii sevk- lerden (yahut insiyaklardan ), kökleri şuursuz ve mürekkep deruni hayatımızda bulunan gizli temayüllerden örülmüştür. nsanın insanlığı, — şuurunda, kendini bilmesinde ve düşüne- bilmesindedir. İnsanın aklı ve zekâsı, yani insanlığı, insiyakları ve şuursuz hangi daimi kavga halinde temayüllerile, yani hâvvınlığı ile, Hem de bu insiyaklarımız, te- mayüllerimiz, duygularımız, ihti- raslarımız, fikirlerimiz, külçe ha- linde biribirine karışmış, kenet- lenmiş, yuğrulmuş bulunuyor. Şu halde, insanı tam olarak ifade etmek istiyen san'at, yalnız akli ve mantıki olamaz. O takdirde, yalnız, şuurumuzda vazıh olarak beliren bazı ihtirasları ve fikirle- ri dışarı vermiş oluruz. Halbuki bu, yalnız benliğimizin bir “par- ça,, sıdır, “hepsi,, değildir. Nasıl bir ifade bulalım ki yalnız şuu- rumuzun ve aklımızın aydınlık “sathını,, değil, bütün rTuhi ve insiyaki — varlığımızın — biribirine karışmış, — derin, — tahlili kabil olmıyan ve ancak — mürek- kep olarak, sezişle sezilen, gizli, karanlık “içini,, de san'at eser- lerine koyabilelim ? İşte yenilerde bu iştiyak vardır. Bunun için, san'atte, akli ve hendesi ifade- ye geçen asrın ikinci ortasından- beri harp açmişlardır; bunun için yalnız ölçülü bir şuurdan doğma, keskin ve parlak bir fotoğraf san'atine, bir gramer san'atine düşmandırlar. Böyle bir san'at, onlar için, tabelacılık kadar basit ve kitabet vazifesi kadar ipti- daidir. Yalnız, çok dikkat edilince görülür ki, insanın zekâsile in- siyakları arasındaki bu kavga ezelidir. Bunun için “akli ve va- |zih,, san'atle “ gayriakli ve müp- hem,, san'atin kavgası, bu asırda başlamamıştır, san'at tarihi ka- dar eskidir. Hatta bizim edebiyat tarihimizde de, zaman — zaman, “vuzuh,, ve “ipham,, münakaşa- larına tesadüf edilir. Her devir- de eskiler yenileri “ipham,, la it- ham etmişlerdir. “Bütün bu kavgalar ve müna- kaşalardan ancak şöyle bir ne- ticeye varılabilir: San'at eseri, yal nız ölçülü, riyazi, akli ve mantıki bir ruh ameliyesinin mahsulü ola- maz; o taktirde mürekkep de- runi hayatımızı ifadeden — âciz kalir ve tahta gibi kuru, basit, ölçülü bir san'at olur. “Vuzuh,, u kuruluğa götüren böyle bir san'at her ölen edebi devrin can çekiş- me zamanlarında hep müşahede edilmiştir. Bunun aksine olarak, zekânın müdahalesinden tamamile mah- rum, sayıklama halinde, rabıtasız, abuk sabuk bir ifadeden ibaret san'at te, hezeyandır, gayribeşeri ve sahtedir. San'at keserinde şuurun ve zekânın derecesini, ayarını, kıva- mını bulmak ! İşte ezeli ve ebedi bir bediiyat davası. Bu işi de, tamamile zihni birer mahsul olan “ Mektep ,, ler VE “Nazariye,, ler, “Sistem,, ler halledemez. Sonunda “izm, olan bütün cereyanlardan sakınınız, Bu kivamı san'atkâr bulüur. ve nazariyesiz, — şuursuz olarak bulur. San'at eserile ifade eder. En iyi yemekler gibil en iyi —eserlerin de terkibi meçhuldür, reçetesi yok- tur. Bu kararı, bu kıvamı, san'at- kârın sezişi tayin eder. İşte Marinetti ile münakaşa- mızın en mühim esası bu idi. Gelecek yazımda da bunu anlata cağım. Şimdiden haber vereyim | ki, bu noktada kendisile ittifak etmiş bulunuyoruz.

Bu sayıdan diğer sayfalar: