- teddüd» programına gelince, —— SON.PO STA —— O HühadveTerakkide-onrccüb On üçüncü kısım No, 21 — MÜTAREKE GÜNLERİNDE İTTİHAD VE TERAKKİ Yazan: Eski Tanin Başmuharrlrl Muhittin Blfgen — Teceddüt fırkasının programını - tatbik edecek kuvvetimiz yoktu Bu hatırayı kaydedişimin sebebi şu- dfll': «Teceddüd» kelimesinin siyasi bir fikir ve bir programın ifadesi ola- İ Tak zihinlerde doğduğu günün erte - sinde doktorun cebinden Mustafa Ke- Mal Paşanın bir fotoğrafını çıkararak Dana onun meziyetlerini sayıp dökme- /| Be başlaması, alelâde bir tesadüf değil- i. Tarihin, kör zannedilen yürüyü - $ü içinde, sebeb ve hâdise alâkaları - Din birbirlerile sıkı bağlılığını göste - Ten yeni bir delildir. Yaşamak şuuri - hareket eden münevver bir Türk, Ürklüğün yenileşmesi ve bir inkı- âb vücuda getirmesi fikrile meşgul PIduği_ı sırada, bu inkılâbı yapacak o- n adamı pek güzel görüyor ve onun f':'tüğrafını cebinde gezdiriyordu! Dok tor, bunu, o zaman bu kadar vüzuh ile törüyor muydu? Bilmiyorum. Fotoğ - Tafını cebinde gezdirdiği insanın, kısa ir müddet sonra memleket hayatın - da oynıyacağı rolü doktorun, daha © zaman bildiğini söylemek, fazla bir tahmin olabilir. Fakat, onu hissettiği — Muhakkaktı. İçtimaf ve siyasi hâdise- rde ise hissetmek, bilmekten daha uvvetlidir. Bizim kafalarımızda o sırada mev - tud olan bütün teceddüd fikirlerini ve Program olarak bizce geniş bir teced- düdün bütün hududlarını aşarak Tür- ki!ı'eyi, pek kısa bir zaman içinde, büs- bütün yeni bir âleme çıkaran Büyük Teceddüdcü. mütareke — günlerinde, Yegâne kurtuluş ümidi olarak, zihin - rde bu suretle canlanıyordu, O zaman bizce tasavvur edilen «te- bizler, bir kaç fikir arkadaşı, bunu, köngre - hin müzakereleri arasında, hem kabil olduğu kadar geniş tutmıya çalışıyor, hem de bundan bir şey ümid etmiyor- duk. Yukarda söylediğim gibi, henüz Müşterek bir çalışma tecrübesi yap - Mamış ve bir kısmı, birbirlerini, an - tak resmi siyaset münasebetleri ara - sında tanımış insanların, ©o günlerin fevkalâde şartları içinde siyasi bir ha- tTeket, yapabilmelerine ne imkân var- '_i'ı ne de, bu imkânı arayıp bulmak için lâzım gelen zaman, onlara verile- tekti. Bunu çok iyi bilmekle beraber, © dakikada yapacak başka bir şey gö- :şkmediğimiz için çalışmakta devam et- Teceddüt Fırkasının programı Maalesef, Teceddüd fırkası namıni alan İttihat ve Terakkinin o sırada Brogramında yapmış olduğumuz tadi- ât bugün elde bulunmuyor. Hafıza - İ 'dan söyliyebileceklerim de şunlardan ibarettir: İttihat ve Terakki, son programının |— Maddelerine tağmen, siyasi bir feo - dallik şeklinde idare ediliyordu. Zaten bmaç f -. e Nöbetçi Eczaneler Bu gece nöbetçi olan eczahaneler şun- lardır: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: — (Ziya Nuri), Beyazıtta: (Belkis), Fenerde: (Emilyadi), Şehremi- hinde: (Hamdi), Karagümrükte: (Suat), Samatyada: (Rıidvan), Şehzadebaşında: â:?”ı Eyüpte; (Arif Beşir), Eminönün- ! (Aminasya), Küçükpazarda: (Necati *hn'ı.etd. (İ:âpanm: (Esat), Bakırköyün- e ), Beyoğlu cihetindekiler: J_mmı caddesinde: (Kanzuk), Galata- Ri (İsmet), Taksimde: (Nizamettin), Urtuluşta: (Necdet), Yenişehirde: (Pa- | ), Bostanbaşında: (İtimat), Be- Siktaşta: (Ai Rıza). v çi ve adalarda: ğ sküdarda: (İskelebaşı), — Sarıyerde: w&l_nan). Büyükadada: (Şinasi), Heybe- onun camia kuvveti, hareket birliği de, o günkü şartlarla ancak, bu şekilde te- min edilebilirdi. Biz, bunun yerine, demokratik bir sevk ve idare makinesi getirmek istedik ve gerek programın, gerek dahili nizamnamenin buna aid maddelerini bu ruhu kuvvetlendirecek şekilde takviye etmeğe çalıştık. Bundan meşrütiyetin -bir türlü yerleşmiyen temellerini mem - leket içine daha sağlam oturtmak üze- re proğrama bir takım ahkâm koyduk. İntihabların bir dereceli olarak yapıl- ması, parlâmento hukukunüun takvi - yesi ve akalliyetlere karşı daha libe « ral bir siyaset tutulması gibi noktalar- sonra, ğgil, günlük hâdiselerin ilham ve telkin- leri içinde Ayrupa radikalizmine doğ- ru giden bir program vücuda .geldi. Programı tatbik etmek için kuvvetimiz yoktu. Ancak, bu programı yapmak kolay, nerdi. Memleket, bu tarzda bir siyasi rejime hazırlanmış değildi. Böyle bir rejim içinde kendi rolünü tabit bir su- rette oynamıya ne kütle hazırlanmaş, ne de kütleyi peşine takarak sürükle - yip götürecek siyasi bir zümre vücü- da gelebilmişti. Enver paşâ - İsmail Hakkı paşa devrinde İttihat ve Terak- ki, ne bizzat kendisi muhalefete geç- miş, ne de kendi içinden böyle bir zümrenin çıkmasına ve yarınki muh- temel vazifelerini yapmıya hazırlan - masına imkân vermişti. İttihat ve Te- rakki, kendi tarihinin en büyük hata- sı olarak, Enver paşanın peşine takıl- miş ve kendi mukadderatını onun mu- kadderatına sımsıkı bağlamıştı. Giriş- tiği yeni büyük oyuna bütün sermaye- sini koymuş, geriye iki kuruşluk bir ihtiyat bile ayırmamıştı. Enver paşa devri yıkılırken onun da bütün kuv - “veti çöküyor ve meydan İttihat ve Te rakkinin yapmak istediği şeylerin e - saslarına muhalif olanların ellerine ka- İhyordu. Bütün bu sebeblerden dolayı, Te - ceddüd fırkasının, İttihat ve Terakki- tin yerine geçebilmesi için çalışıldığı günlerde, bu işi hem yapıyor, hem de Nasreddin Hocanın kar helvasında ol- duğu gibi, beğenmiyorduk. Teker, te- ker, her birimiz, böyle mühim zaman- larda baş rol oynıyabilecek insanlar - dan değildik. Hepimiz bir araya geldi- ğimiz zaman da, henüz birbirlerine sür tünmemiş, aralarında açıklık ve boş - luk bulunan insanlardık. Bizim hiç bir şey yapmamıza imkân yoktu. Aramızda kuvvetli şahıslar yoktu Her teşekkülde olduğu gibi siyaset- te de, program ve nizamname, cansız şeylerdir. Bunlara can vermek ancak 'şahısların ellerindedir. Ekseriyetle, bu |şahıslar da, siyast tesir kudretleri en da, uzun görüşlü bir siyasetin plânı de- | tatbik edebilmek ise büyük bir hü -| döndüğüm — gündenberi, ziyade yükselmiş bulunan bir takım mızda eksik olan bu idi. Ve bunun i- çin derhal işe yarıyabilecek âiç bir daha sakin bir zamanda, elimizde, ça- lışıp vakit kazanmak imkânı bulundu- gu bir sırada, biz de bir iş görebilir - dik. Fakat, Osmanlı İmparatorluğunun bütün mukadderatı bahis mevzuu ol- duğu bir sırada biz, sadece bir hiçten başka bir şey değildik! ... Bu sıralarda, henüz mütareke aktedilmemiş, henüz kongre yeni açıl- mış, İttihat ve Terakki merkezi umu - misi ric'at kararını yeni vermiş, mem- |)leket efkârı hayret ve tereddüd içinde insanlar içinden çıkarlar. Bizim ara -| müsbet kuvvetimiz olamazdı. Belkii - iidî. Mağlübiyet, o kadar sür'atli gel ç Vi PT aK İRAf S4imM 2 pera ve operet parçaları mişti ki bu sür'at herkesi sersem et - miş gibiydi. Milli unsur bu hayret ve sersemlikten yeni uyanıyor, gayri mil- li unsur, düşman uşakları ve halk düşmanları da, henüz korku ve te - reddüd içinde bulunuyorlardı.- Bir ta: raflarında saray, öbür taraflarında İn- giliz donanması bulunduğunu pekâlâ bildikleri halde, İttihat ve Terakkiden de yılmış oldukları için, bir türlü ce - saretle baş kaldırıp harekete geçemi -| yorlardı. Bekledikleri şeyler vardı. İstedikleri ve diledikleri şeyler de şunlardı: Mütarekenin imzalanması İstanbulun işgali İzzet paşa hükümetinin düşürülme- si. İttihat ve Terakki başlarının ortadan kaldırılması. Kongrenin açılması, İttihat ve Te- rakkinin mağlübiyeti kabul ederek ric'ata karar verdiğini —gösteren ilk alâmet idi. İkinci alâmeti de, Taninin kapanması teşkil ediyordu. Kongre açıldığının ilk günü mü, yoksa ikinci günü müydü, iyi bilmiyo- rum. Mithat Şükrüye Tanin meselesi hakkında artık bir karar vermek mü- nasip olacağını söyledim. Memlekete Tanine her gün bir lâhza uğramış, fakat, bir satır yazı bile yazmamıştım. İbrahim Necmi - Ben tasrih etmedim, amma, okuyu- cularım, elbet, bunun İbrahim Necmi Dilmen olduğunu anlamışla.r&ır - O beni sürükleyip götürüyordu. Hem sürüklüyor, hem de bana, kendisi de yazacak bir şey bulamadığından dola- yı şikâyet edip duruyordu. Bunun için, karar vermek zamanı artık gelmişti. (Arkası var) RADYO <u günkü Program 8 Nisan 937 : Perşembe İSTANBUL Öğle neşriyatı: 0: Plâkla Türk musikisi, 1250: Ha - vağis, 13,05: Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 18,30; Plâkla dans musikisi, 19,30: Av ha- tıraları: Sait Salâhaddin Cihan oğlu tarâ - fından, 20: Sadi ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza tarafından ârabça söylev, 20,45: Safiye ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15: OÖrkestra, 22,15: Ajans ve borsa haberleri, 22,30: Plâkla sololar; opera ve operet parçaları, ,BUEREŞ 16: Orkestra, 17,50: Müsahabe. 18,10: Ba- lon örkesttrası. 19,15: Senfoni konser. 21,15: Plâk neşriyatı. 21,45: Hahberler, BUDAPEŞSTE 17,80; Plâk neşriyatı. 18,45; Salon orkes- trası. 18,45; Salon orkestrası. 20; Tiyatro. 21,20; Haberler, 21,40; Muhtelif havalar. 23; Askeri bando. 24,5 haberler, PRAG 19,25; Müzik salon kuartet. 20,10; Salon or kestrası, 20,15; Brnodan nakil. 22,25; Sonat- lar. VİYANA “17,30; Şarkılar. 17,50; Şarkılar. 19; Haber- ler. 19,10; Muhtelif havalar. 20,10; Tiyatro. 22.20; Haberler. 22,30: Dans musikisi, VARSŞOVA 17,15; Sonatlar. 18,25; Plâk neşriyatı. 19; Tiyatro. 19,45; Muhtelif havalar. 20,15; Flâr- monik konser, 22,30; Dans havaları. 9 Nisatı 937: Perşembe . İSTANRUL Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi. 12,50: Hava- dis, 13,05 Muhtelif Plâk nesşriyatı. Akşam neşriyatı: 18,30; Plâkla dans musikisi, 19,30; Spor müsahabeleri. Eşref Şefik. 20,00, Türk mu- siki heyeti. 20,380; Ömer Rıza tarafından a- rapça söylev. 20,45; Vedia Rıza ve arkadas- ları tarafından Türk musikisi ve halk şarkı- ları, Saat âyarı 21,15; Oskestra., 22.15: /!> 5! ve börsa Hahbherleri. 22,30; Plltia S01. ca; © ST KILIKSIZ En büyük fâacia ve matemlerin çev- relediği bir hâle ve hâile içinde yaşı - yordu, gerçe müreffehti, hal ve vakti yerinde idi; rühu ölmüş bir adam ol - duğuna göre bundanm ne çıkacaktı? Hele karısının ölümünden sonra hayat, onun için bomboş kalmıştı. Onun içindir ki Necmi, oturmuk için Bostancı ile Maltepe arasında sahile ya- kın ve fakat her iki-istasyona uzak bir noktadaki şu küçücük köşkü intihap etmişti. Kesif çam ve yemiş ağaçlarının arasına gömülü olan köşkün uzaktan ancak çatısı hayal meyal görünebili - yordu. Geniş dalların kümelendiği bu bahçenin loşluğu, insana adetâ bir mâ- bette bulunduğu hissini veriyordu. O kadar loş bir bahçe ki günün en aydın- lık saatlerinde bile orada akşam saatle- |rinin alaca karanlığı hissolunur. Koca köşkün sekenesini, sadece ken- disi, erkek hizmetçisi, aşçısı ve bahçı- vanıydı. Köşkün belli başlı farikası, sessizlik ve sükün idi. O derecede ki ne hizmetçi, ne aşçı, ne bahçıvan bir- birlerile hızlı konuşamıyorlardı; sesler konuşmaktan fazla fısıltı halinde idi. Bu yaşa geldiği halde açlık ve sıkıntı nedir çekmiyen Necmi, çocukluğundan beri bütün ömrünü musikiye bağlamış- tı. Her çeşit musiki aletlerini bilmekle beraber bilhassa keman, elinde her de- fasında bir mucize halini alırdı. Karı- sının ölümünü müteakip bütün merak ve aşkını kemana verdi; yalnız onunla konuştu, yalnız onunla söyleşti, ve ömrünü kesif ağaç dallarının loşlandır- dığı ve insana bir mabette bulunulu - yormuş hissi verdiği köşkünde geçirdi. Bir çok besteler yaptı; fakat bunları münhasıran kendisi için, kendi içinin sızılarını musiki şekline sokarak gene kendisi dinlemek için yaptı. Şöhret düş künü olması şöyle dursün bizzat şöh- retten nefret ediyordu. Tanınmak!.. Bu neye ve niçin?.. Son senelerde kendisini pek kapıp koyuvermiş, içki iptilâsını arttırmıştı. Karısının ölümünden sonra hayatına itinayı zait bulduğu gibi üstüne başına bile ihtimam göstermeği abes buluyor. Filhakika işlerine bakan bir arkadaşı, her ay başları emlâkinin aylıklarını a- lıp getiriyor, kendisine veriyor; fakat son günlerde o, bunları saymağa bile lüzum görmüyor. Kendisine uzatılan zarfı alıp cebine koyuyor! Bilinemez nasıl oldu; ilk defa o ak- sam ruhunda bir sıkıntı duydu. Köşkü- nün havası, kendisine kâfi gelmemeğe başladı. Uzun aylardanberi giymediği elbisesini ilk defa o akşam sırtına geçir- di. Uşağı evin antresinde efendisini toz Ve ötüsüz olan bu elbise ile gö - rünce hemen fırçalamak için davran - dıysa da müsaade etmedi. Yavaş bir te- bessümle: — Gene tozlanacak değil mi?.. dedi. Aynaya bakmak lüzumunu duymadı- Bı için traşının uzamış olduğunun far- kında değildi. Bastonuna dayanarak istasyon istikametini tuttu. Köprüye çıktığı zaman emekleyen bir çocuk gibi adetâ yürümesini şaşırdı. â Gürültüden kulakları uğulduyordu. Körrüden Tünele gidene kadar taşra- dan yen. gelmiş bir köylü çocuğu gibi KEMANCI Yazan: Salâhattin Enis itile kakıla yürüdü. Nihayet Beyoğlung Tünelle çıkmaktan vazgeçerek bir oto- mobile atladı. — Doğru Taksimel!... dedi. Gazetelerde son zamanlarda Beyoğ- lunda mühtelif birahanelerde İstanbu- lun en yüksek musiki üstatları tarafın- dan konserler verildiğini okumuş, on- ları dinlemek merakına kapılmıştı, Birahanenin kapısından içeri çekin- gen adımlarla girerek lâlettayin bir ma- saya oturdu. Fasıl başlamıştı. Kendi servisinde çalışan garson, Üüstü başı pejmürde olan bu yeni müşteriyi müh- mel bir nazarla seyrederek evvelâ al- dırış etmedi. Fakat onun işareti üzerine yanına sokuldu. Necmi, çok yavaş sesle, adetâ kaba- hatini söyleyen acemi bir çocuk te - reddüdile içeceği içkiyi ısmarladı, Ge- len şişenin muhteviyatını bardağa bo- şaltarak bir hamlede içti. İkinci şişeyi ısmarlarken garson onu ikazen: — Fakat dedi.. burada içki çok paha- lıdır. O zaman Necminin kaşları çatıldı: — İçeceğim içkinin hesabını sen de- ğil, ben ödeyeceğim. Üçüncü şişeden sonra Necminin keyfi geldi, samiası daha kuvvetlendi. Karşı masada oturan kadın, karısına çok ben- ziyordu; tıpkı bir elmanın yarısı gibi.. o vakit Necmi, bu müşahedenin verdi- ği teessür içinde şakaklarının zonkla- dığını duydü. İçinde bir şeyler yapmak ihtiyacını hissetti. Cebinden çıkardığı siğâra paketinin kabını kopardı. Arka- sına bir kaç satır yazdı. Ve onu saz hey- etinde keman çalan san'atkâra gönder- di. On dakika için keman çalmasına müsaade istiyordu. usul ve teamüle mu- gayir olmakla beraber müracaalindeki samimiyet ve onun vaz ve hali san'at- kârın rikkatini mucip olarak müvafa- kat etti. Necmi yerinden kalktı. Karışık san- dalyeler içinden geçerek saz heyetinin bulunduğu yere geldi. Keman çalan san'atkâra teşekkür etti. Hâdise, muhitte bir çalkantı yapmış, derin bir alâka uyandırmıştı. Bütün müşterilerin gözleri, şimdi bu pejmür- de halli adamda idi. Gerçe etraftan ba- zı gülüşmeler duyduysa da duymamaz- lığa geldi. Maksadı, kemanını gülen sürü için değil, anlıyan insan için çal- maktı. Yay kirişler üzerinde bir kaç kereler dolaştı. Sonra peşrevden semaiye ge- çerken nağmeler kemal haddini buldu., —— Bir an geldi ki koca salona, yalnız Nec- minin kemanile orada bulunanların hınçkırıkları hâkim oldu. Parmakları çılgın gibi teller üzerinde işliyor ve göz- lerinden katre katre yaş bilâfasıla ya- naklarından dökülüyordu. Onun nağ- melerinde Davut peygamberin lâhuti sesinden haberler vardı. Konserin tava- inı kurulduğu gündenberi ilk defa bu- kadar yüksek ve müessir nağmelere mihrak oluyordu. Faslın san'atkâr ke- manisi, İstanbulun en tanınmış sima- larından olduğu halde bizzat onun hay- reti son derecesini bulmuştu.Konsere bir bulut gibi sessiz ve sedasız giren ve fakat kemanını eline alınca nağmeden kasırgalar yaratan bu adam kimdi, ne- reden çıkmıştı? (Lütfen sayfayı çeviriniz)