Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
—a ğ KA T 0o0©'E VAS Y T Meryem Ananın heykelini kim çalmış? Dün ceza mahkemesinde bakılan bu davada suçlu isnadı inkâr etti, “ Bir hıristiyan — Meryem Anayi satmiş ben? Ne, bu olmaz. Ban, dindar! Böyle bir hıris- tiyan, böyle iş yapmaz. Bern de yap - mamiş böyle bir iş! Bu günah, gü - nah......... hem çok günah! Kiryako, böyle diyerek, ellerini in- dirip kaldırıyordu. O arada bir elini göğsünün iki tarafına, sağına soluna ve başına götürerek, haç işareti yap - “maktan da kendisini alamadı! Kiryako, ihtiyarca ve zayıflamış bir adam,. rahatsızmış, hastalıktan yeni kalkmış.. şimdi de nekahat devresin - de.. — Demek satmadın ve bu Miço, sen hastayken aşırdı? — Ne, ne... bu Miço... ama, ne de- mek aşirdi? — Yani çaldı? — Ne, ne.. ne ne, saldi! — Peki, nasıl çaldı acaba? — Bilmem. Ben görmemiş. Nasil görecek? Ben, hasta. Yatıyorum ya - takta, Ateş,.. rüya,.. uyku,.. uykul O zaman gelmiş bu...... — Senin odanın neresinde duru - yordu bu Meryem Ana? — Meryeta Ana?. Baş ucumda! Var yer, oturacak, yukarda.... orada!l Var kandil! Davacı, çalındığını iddia ettiği Mer- yem Ana heykelinin, kendisi hasta yatarken odasına giren Miço tarafın - dan kucaklanıp, âdeta kaçırılır gibi, koridora çıkarıldığını, oradan da gö - türülüp, bir antikacıya staıldığını an - latığordu. — Ben görmemiş, nasil çalmiş? A- ma başka türlü olmaz bu iş! Öyle al - miş, öyle götürmüş! Bu antikaciya sat- mişl. Yok, ki ben sanmiş... Ol... Kim, ki çalmiş! Delikanlı Miço, inkâr ediyordu: —— Ben, bu adami hiç tanimaz. Ne odasina girmiş, ne de böyle bir iş yap- miş ben! Davacının antikacı dediği Koço da, kendisinin antikacı olmayıp zerzevatcı olduğunu, heykel kabilinden eşya üze- rine muamele yapmadığını söyliye - rek, şöyle devam etti: — Bu Kiryako, hastalanmış. Paraya ihtiyacı olmuş. Satacak başka bir şeyi yokmuş anlaşılan, ki Meryem Anasını satmağa karar vermiş. Bana birisile ha ber gönderdi. «Gelsin, görsün, pazar- hk yapalım, alsın!» diye. Ben, gitmek istemedim. Çünkü, Meryem Ana hey- keli alıcısı değildim. Tekrar haber gön- derince, «Hastadır. Bari gideyim de fi- at biçeyim ve belki satın alacak olan başka birisinin adresini vereyimw» de - dim. Kalktım, gittim. Baktım, 10 lira böyle şeyler yapmaz ,, dedi fiat biçtim Kiryakonun Meryem Ana- sına! Kandil, hariç! O hesapta yoktu! dia etmiyor ki! — Evet. Ben, fiat biçip adres vere - rek, kendisine de «Geçmişolsun!» de- yip çıktım odasından. Fakat, «İyilik et de kemlik görW derler, hani ya... Son- radan başıma bu yüzden iş çıktı. Ken- vacı oldu! — Demek Miçodan siz satın alma-|: dınız? — Yok.. yok! gini biliyor musunuz? : yako, Vasil isminde bir hurdavatcıya 10 liraya satmış Meryem Anasını! Davacı Kiryako, telâşla ayağa kalk- tı: — Ne, ne! Ben, dindar hıristiyan! Yok, ki böyle günah yapmiş! Kiryako, gene haç işareti yaparak, bu cisnadı» reddederken, heyet, dava- cının şahid gösterdiği kimselerle hey- keli davacıdan satın aldığı iddia olu - nan Vasilin çağırılmalarına karar ver- di. Kiryako, çıkarken de: — Ne, ne! diyordu, Meryem Anayi satmiş ben? Yok, ki ben böyle günah yapmiş| Şark Şimendifer kumpanyası dava ediliyor İmtiyazı geçenlerde hükümete ge - ceza hakyeri salonundan mensublarından bine yakın memur ve müstahmedin, eski şirket aleyhine ya- rım milyon lira raddesinde tazminat isteğile dava açacakları yazılmıştı, Dava açılmazdan önce, memur ve müstahdemlerin vekilleri, şirket direk- törü Paskalla idare meclisi relsi Dovi- se, altıncı noterlik vasıtasile ihtarname göndermişlerdi. Bu suretle, iş dava şeklini almadan, sulhan bir tesviye su- reti bulunmasına kapı açılmış, fakat, bu ihtarnameye, kanunen muayyen mühlet geçtiği halde, hiç bir cevab gelmemişti. " Bu vaziyet karşısında, dava istidası, alâkadar yere verilmek üzeredir. Şek- le aid bazı muamelelerin tamamlan - masi beklenmektedir. Bu muamele - ler de pek yakında bitecektir. İhtarnameyi alınca, şirket sermaye- darları, mümessiller heyeti, umumi bir toplantı yapmış, bu tazminat isteğini —— CÖNÜL İŞLERİ' Okuyucularıma Cevaplarım İneboluda Bay Osmana: Kadın şu veya bu şekilde kocası ile barışabilirse onun yanında kal- ması müreccahtır. AÂksi halde onu herkesin gözünde temiz ve dürüst bir vaziyete getirmek sizin borcu - yuzdur. Evlenirsiniz. Fakat bunu ya pabilmeniz için kadının kocası aley- hinde açacağı talâk davasında her - hangi bir şekilde sizin adınızın geç- memesi lâzımdır. Zira bu takdirde hâkim kadını muayyen müddetle si- ze varmaktan menedebilir. Tapu ka- yıtlarının düzeltilmesi işine gelince bu ancak erkeğin gönül rızası ile te- min edilebilir. İneboluda Bay (A. Enfa) ya: İsbat edemezsiniz, üstelik bir de müfteri vaziyetinde kalırsınız. Çare- siz hazmedeceksiniz. Bay: D. H. Yaşınız da, kazancınız da bir yuva kurmaya müsait değildir. Sonra piş- man olursunuz. Yol kısa iken dönü- Hür — Hayreboluda Bay (B, D.) ye: Yabancı ilden gelecek bir kız size anlattıkları evsafı haiz de olsa sizi mes'ut edemez. Bizim Ayşeciği yer yüzünün bütün diğer kızlarına ter - cih etmelisiniz. Onun kalbinde gizli olan saffet, şefakat, tahammül, yuva ya sadakat kaynaklarını başka hiç bir milletin kızında bulamazsınız. Bay (Ahmet Naim) e: İkisinin arasında tercih yapmak vaziyetinde kalırsanız bir üçüncüye bakınız. TEYZE — Zaten kandilin de çalındığını id- | disine iyilik ettiğim adam, benden da- |. — Peki, Miçonun başkasına sattı - | — Hayır, onu da bilmem. Yalnız, i-| şittiğime göre, bilâkis kendisi, bu Kir-|, çen Şark Şimendiferleri kumpanyası | görüşmüş ve neticede, her sene me -| Dün ve bugun Napolyonu uykusundan uyandırmış- lardı, — Ne oldu, demişti. Gene uyandırdı- nız? — Harp var, Napolyon cevap vermişti: — Gene imtihan var, diyeceksiniz di- ,ye korkmuştum. Eğer bu zamanda olsaydı, gene Na- polyonu uyandırsalardı, Gene o sorsay- dı: — Ne öldu, neye uyandırdınız ? — Harp var. . Napolyon gene cevap verecekti: — Ben de hizmetçi kaçtı, diyeceksi- niz, diye korkmuştum, Arşimet çırılçıplak hamamdan dışarı fırlamıştı. — Buldum! Diye bağırmıştı. Sormuşlardı: — Ne buldun ? — Müvazenei mayiat kanununu. , Günün adamı çırılçıplak evinden dı- .şarı fırladı. — Buldum. Diye bağırdı.. Sordülar: — Ne buldun? — Hizmetçi buldum. Halife Alinin bir sözünü tekrarla - dım: . «Men allemeni harfen Fekad sayye- reni abden», Muhatabımın arapçası zayıftı. Ali - nin sözünü karine ile türkçeye tercüme etti: — Bana bir hizmetçi bulanın ben kö- lesi olurum. Mânasına gelir değil mi? İMSET mur ve müstahdemlere verilen on bin lira ikramiyenin, bu sene son parti o- larak on beş bin liraya çıkarılmasının kâfi olduğunu, başkaca tazminat yollu bir para verilmesi muvafık bulunmadı- ği neticesine varmıştır. Âynı zaman - da, dava açılınca, bunu tâkib etmek üzere avukat tayini ve bu hususta icab eden, bütün masrafları yapmak üzere, Metr Bilyotiyi tam *salâhiyetle vazife- lendirmiştir. Fatih Noterinin muha'kemesi Fatih noteri Mehmet Şükrü ile no- terlik başkâtibi Fevzi ve-daktilosu Mü- nevverin ihtilâs ve zimmetten ağır ce- zada yapılan duürüşmalari, daha: bir müddet sürecektir. Çünkü, dünkü cel- sede okunan nâiblik tezkeresile, ehli - vukufun defterleri tetkik etmek üzere, daha 6 toplantı yapacağı bildirilmiş - tir. Duruşma, kalmıştır. Rob modeli ; ğ Diagonal kumaştan - güzel bir rop. Korsajda, etekte, yaka ve kollarda ku- maşın çÇizgileri biribirine zıd istikamet lerde konulmuştur. Zaten bu türlü çiz gili kumaşlara en iyi giden tarz da bu- dur. Çizgiler korsajın ön ve arkasında enine, etekte ve kollarda verevdir. Koöl lar bilhassa omuz kısmiyle aşağısı ara- sında yapılan çizgi tezadı roba gok şık lIık vermektedir, SERü MKS 'İkânı yok, ben ârtık HAYATTAN HIKÂYELER) | Bunu da dün akşam, gfeç vakit oto - büste dinledim: Kıranta, babacan ve dalgınca tavırlı bir adam, tâ Sirkeciden başladı, otobüsün son durak yerine ka- dar, tıpkı dünkü yağmur gibi hiç ara vermeden, boyuna dert yandı. Adam - cağızın dün akşam otobüste uluorta ve hiç durmadan söylediklerini aynen si- ze naklediyorum: Yağmur değil ya, 'gökten seller halin- de çamur yağsa im- #a elime şemsiye almı- yacağım ! Artık benden şem siyeye paso ! Tabiatimi bildi - Bğim için mübareği zaten günahım ka - dar sevmezdim. Fa- kat, dün sabah ev- Ö den çıkarken bizi.m?o bayan zorla elime ÖOO ea kayınpederin şem - // ) ÜÜ siyesini tutuşturdu: AA AŞ — AL, dedi, bak, oluklardan nasıl su- lar boşanıyor? Tramvay durağına va - rıncıya kadar hoşaflık için akşamdan ıslatılmış pestile dönersin! İstemiyerek kayınpederin şemsiyesini aldım. Sizden iyi olmasın, bizim kayin- peder mütekaidinden olduğu için ©, böyle havalarda bir yere çıkmaz; evde bol bol uyku çeker. Bayanın zorile şemsiyeyi alışım pek te fena olmamiş- tı hani! Çünkü tramvayda bakıyordum: Yola şemsiyesiz çıkmış olanların şap - kalarının kenarlarında handiyse kur - bağalar ötecek! Uzatmiyalım, Eminönünde cunbur cemaat tramvaydan atladık ve herkes gibi ben de işimin yolüna düzüldüm, Fakat tam işimin olduğu yere yak - laşınca kendimin de baştan aşağı bir |hayli ıslanmış olduğumu farkettim. — Aman... Hani şemsiye, şemsiye nerede ya? Benim elimde şemsiye var- dı. Evden çikarken bayan zorla elime bizim kayınpederin koskoca çadır ka- dar şemsiyesini tutuşturmuştu. Bir saçak altında bir kaç saniye dü- şündükten sonra: — Eyvah; dedim, mübareği tram - vayda bıraktık! Haydi ters yüzüne geriye... Tram - vayı aramıya... Lâkin gidebilirsen git!. Yağmur şimdi o kadar hızlanmıştı ki... Ne olursa olsün deyip kendimi koyu - verdim ©o şiddetli yağmurun altına... Bir de tramvaydan indiğim durağa geldim ki tramvay çoktân kalkmış... Haydi gene tekrar iş başına... Kestir - me olsun diye Mısırçarşısı kapısından geçerken baktım oradaki küçük küçük şemsiyeci dükkânlarının önü ufak öl- çüde bir panayır yeri... "Ucuz, pahali şemsiye alan alana! Ben almıyacaktım amma ne yapayım ki kaybettiğim şemsiye kayiınpederin... Akşama adamcağızın zaten hiç durmı- yan çenesi büsbütün açılacak... Dük . kânların birine yanaştım. Yazın üzüm- cülerin üzüm küfeleri üzerine gerdik- leri boyda ufak tertip bir çadırı andı - ran bir şey de ben aldım. Vâkıâ bunun bezi bizim kayınpederinkinden daha aşağıca idi. Fakat bu, cüssece ondan daha hürmetli görünüyordu. Ooh! Artık oradan biraz ilerideki işi- me rahatça gidebilirdim. Hem yalnız ben değil, sağ ve sol kollarıma birer de şemsiyesiz arkadaş takar; onları da yağ- murdan ferah ferah kurtarabilirdim. * Öğle yemeğinden sonra hademeyi ça. İ ğırıp: — Git bak oğlum, dedim, filân lo - kantada benim şemsiyem kalmış mı? Garsonlara, tezgâhtara ayrı ayrı sor. Şöyle koskoca bir şemsiye... Ufak bir çadırı andırır 'bir şey... Daha bu sabah yeni aldım... Şayet lokantada yoksa filân kahveye de bak, belki lokantada da değil de, orada bırakmışımdır. Bir çeyrek, 'yirmi dakika sonra ha - deme eli, kolu bomboş geldi: — Yok bayım, ne lokantada, ne kah- vede şemsiyeye benzer bir şeyler bu - |lamadık! Bir günde üç şemsiye | kaybeden adam — c ŞiT Yazan: Osman Cemal — Öyleyse git bir de filân mağâ?' Hademe gitti ve gene biraz $ — Orada da yak! W ( Tabii çıldırmak işten değil! Bir #4 de, hattâ yarım günde üstüste iF: 1 siye... $ lur, ne olmaz diye ayni lokanta ve FU veye uğrayıp bir de kendi gözütli ikinci şemsiyeyi ben araştırdım. F& 4 bizim yepyeni şemsiyecik yok, 9 | yok! e| Şimdi beni bir düşünce aldı. AĞT | geç vakit gene Misırçarşısı ka -*'“ " | uğrayıp bizim kayınpedere ikinci '_,ğ şemsiye alsam mı, yoksa işi olurunâa F raksam mı? Ne yalan söyliyeyim, ©© ? ' rar paraya kıyamadım ve kollari” sallıya sallıya tramvay durağına g& , dim. Orada beklerken aklıma tram Vöj da unuttuğum sabahki şemsiye geldi. © radaki memura sokulup meseleyi i. rar sordüm. Sorduğuma da iyi eli? şim, Adamcağız: R: — A. dedi, sizin mi idi o şemsiy&? Ve köşeden çıkardığı şemsiyeyi 'ı_'*' zattr î__i — Buyuruün bayım! Tramvay b dan kalkınca biletçi onu bulmuş, 597 ikinci gelişte bize teslim etmişti. » Aman bu manzara karşısmda ne öiil dar sevindim bilseniz! Artık eve $' î sümü gere gere gidebilirdim. Gideüş!] ' lirdim amma, şeytan bırakmadı kid' deyim. Hınzır, kâfir, münafık, lâin # tan geldi, kulağıma: İ — Şemsiyenin birini buldun ya! &l | â şu şemsiyenin şerefine, şurada bir İt | tane at ta sonra eve git! J ; Dedi. Bunun üzerine haydi biz © "4 vardaki bir tezgâhbaşıma! Orası d& Ü kalabalıktı bu akşam görseniz! Bir, © derken, üçü dördü ve üç dört der$” | beşi altıyı ve beş altı derken galiba 44 | di, sekizi bulmuş olmalı ki ben da! W lıkla, hem de bu sefer adamakıllı #3 dalgınlıkla, gene şemsiyesiz fırlamış” Otobüstekilerden biri sordu: B — Dönüp baksa idiniz, mutlaka, _ı rada tezgâh başımda kalmıştır. e Ve o cevap verdi: g'*. — Döndüm, döndüm... Ben bu M büse binmeden önce Sirkeciden U #'4 w vaya bindim; Hocapaşada şemsi/ "4 hatırlayınca tekrar aşağı inip ©? Va gittim. Gittim amma kaç para edeîı rası kapı, düuvar değil mi? gPa İşte buna sebep, bir daha gökten,# i mur değil, seller halinde çamur y*& — lânet olsun, elime şemsiye almıyaeff"%' | ğım! ha Bir günde üç şemsiye kaybedef 3 | zavallıya için için gülerek eve gel Ç ' ğim zaman bizim bayan bana sordü" Ü — Hani şemsiyen! Sei, Ve işte o zaman ben kahkâwi | sunturlusunu salrverdim. Çünkü "4 | de sabahleyin evden şemsiyeli € “tîgîâ şemsiyesiz gelmiştim. Eğer yağf? Mı; havalarda şunun bunun, şurada b oîdî ; da ektiği şemsiyeler birer fidan KÜ ta sonradan dal budak salıvermiş y saydı şimdi İstanbul sokaklarında 8 siye ormanından geçilmezdi! a *