Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
B ni SON POSTA İTTİHAT İttihat ve Terakkide on sene 14 üncü kısım No, 27 — VE TERAKKİNİN SONU Talât, Enver ve Cemal nasıl kaçtılar, nasıl öldüler ? Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen İtilâf kuvvetleri Türkiye aleyhinde hareket edecek halde değillerdi İküz v v izim olmazsa bir kısmımızın &tan se ğ vgisinden şüphe etmediğini gostîrerek,_bende, kendisi için bir yar- mü aıhve bir dert ortağı aramıştı. Bu . Sahede bana kuvvet verdi, beni ye- nld : a bi €n canlandırdı. Beni, İstanbul mü- vverleri . türdü rinden uzaklaştırıp halka gö büoolgdunvden sonra, artık İstanbula ka- Metnj, İîg“» kadar sık ve bütün havadis Ya baî arına uğrıyarak malümat almı- Süm Şiadım. Her defa şehirden döndü- bend zaman muhtar Ali Efendi gelir, €n malümat sorardı. Ben de ona Öğrendikleri, £ anlatıml ballandıra ballandıra Öür. sizli tesi 3 Muştum! yün gizli gazetesi ol Anadolu hareketine itimatsızlık İlk #amanlarda, İstanbulun bilhassa îğîaîa tab'al;msı, bu Anadolu hareke - hude bl_"ŞI _Itlmatsızlıkla bakardı. «Bey- Mağlü İT isyan!» derlerdi. Ordularile P olan bir memlekette, dünya - ışıe rEb.büyük muzaffer kuvvetlerine leidi.' Fır avuç insan ne yapabilir? der- Harp pi at ben bu fikirde değildim. Vetleri İtmiş, dünyanın en büyük kuv- Yafta » Muzaffer olmuş, fakat, her ta - Mişti; Yorgunluk son derecesine gel - 'nerkğ Z_“Sya ateş içinde, Almanya ve memîekl Vrupa ateş içinde, muzaffer rîş;ınletle.r de de her şey karışıklık ve Mek ya * İÇinde idi. Rusyada birleş - İçtimaî tütunmak istidatları gösteren dü öb kyîngm, Avrupanın her tarafın- Dün in; Gbek ateşler çıkarıyordu. Bü- yemdğğ'“hü?_-ııik- devletlerin - hiç biri, Yasta bir h kiyeye karşı büyük mik - Mazdı B.Ih&TERet yapmayı göze ala - a 11 aSssa, bu devletlerin arala - “elesi,nâî fiz Türkiyenintaksimi me - lnünferidn Çıkan ihtilâflar, onların ne Timize €n, ne de müştereken bizim ü- Cak Belmelerini mümkünsüz kıla- linde Teîede büyüktü. Bu şerait dahi -| hareket' rkiyede alev alacak milli bir| Fök ku İN Mmuvaffak olması ümitleri Bünun Vğ'etli idi. Yalnız, bu milli duy- bir kol &rut fıçılarına ateş vermenin ü mü Ayını bulmak lâzımdı. O zaman hakk Cadeleden bir netice çıkması mu- Sak olurdu. inıî;gğ-.se[.m da bu fikirde idi. Bana, B Amun içyüzünü anlatıyor ve: tinız) — ©» diyordu; bir hareket çıka- İtlâf devletlerinin vaziyetleri îlîîîth-ğı şeyler de şunlardı: - İtilâf sinde €ti Türkiyenin paylaşılması bah- e Aı—çok Mmuhtelif fikirler içinde idi- Öi aİıarşnda hattâ şiddetli bir ihtilâf Ve hgilterenin doğrudan doğruya ka A S*Çirmek istediği sahalardan baş- alr;ıa Smanıı- sarayını himayesi altına Tz Süretile _Istanbula, Boğazlara ve qolayğ?lden sağlam kalacak sahaya da akkakııe hâkim olmak istediği mu - e Lloyd George, Yunanistanı bi “Yütecek ve onu da İngilterenin lp n İş Müstemlekesi haline getirecek bir C * latla îîfapmıştı. Bunun için, Fransiz - n ECekt]aIyanlar' bu siyasete muhalefet enü, lîrdî. Fransızların İngilizlerden Sih İ orktukları nokta bulunduğu i- Niya Mmuhalefeti açıktan açığa yapa- l îlglfllîrdı. Buna mukabil İtalyan - ö Wlereye karşı hem biraz şantaj, Eîrî de hakikaten muhalefet etmek ve Zanmîîm_al_ıda Türklerin dostluğunu ka- tane harîlîm Turklîerî karşı gayet dos- MİŞİardı_ €et etmek üzere talimat al - de'şogrusunu istersen, diyordu; biz İ gu'ğ lyülda talimat aldık. Fakat, bizim u'lliyînerle çok hesabımız olduğu için, la a harekete mecburuz. İtalyan - a’seğlbvaziyette değildirler. Onlar da- Götlük est h;%reket edebilirler ve bu ser- ten istifade ederek Türklerin lerdir. Suriyeye dokunmamak şartile, Anadoludaki milli bir harekete karşı Fransızlardan hiç bir taarruz gelmesi ihtimali yoktur. İtalyadan da korkul - maz, İngiltere ise, yalnız başına bu iş- lerin yükünü üzerine muhtelif sebeb - lerden dolayı alamazlar. Bu sebeble - rin dahili olanlari vardır, harici olanla- rı vardır. Hepsi bir araya gelince, İn - giltere Türkiyeye karşı hareket yapa- maz. Yapacağı en büyük şey, Yunanis- tanı Türkiyenin başına müsallat etmek- tir. Dövüşeceğiniz düşman ondan iba - rettir.» Mustafa Kemal Paşanın isyanı ve o- nu ele geçirmek için yapılan son bir gayretin neticesiz kalması üzerine, ken- disini İstanbulda da tehlikede hisse - den Ferid Paşa, ittihatcılara karşı yeni bir hamleye teşebbüs etti. Fakat, bunu da yürütemedi. Aradığı insanları bula- miyor, polisi, jandarması, kendisine, hi- yanet ediyordu. Bunun için, ittihatcı - lar da, yavaş yavaş, saklandıkları in - lerden dışarı çıkmıya başladılar. Ben de, ihtiyatlı hareket etmekle beraber İstanbula gelip gitmeleri sıklaştırdım. Bu geliş gidişler arasında tanıdığım Fransız ve İtalyanlarla yaptığım konüuş- malar, hep bu fikri teyid ediyordu. Su- riyeyi rahat rahat hazmetmek isteyen Fransızlar işden memnun değiller, bel- ki de bu hareketin boğulmasına yardım etmek için bize karşı bari dost bir si- yaset tutuyorlardı. İtalyanlara gelince, onlar açıktan açığa bizi iltizam ediyor- lardı. İngiltere ile Fransa, bütün harb sonu. hesablarında İtalyayı aldatmışlar- dı. Osmanlı imparatorluğunun paylaşıl- ması hesablarında ona ancak bir nüfuz mıntakası ayrılıyordu. İngiltere ise, bir takım parçaları doğrudan doğruya ken- manlı saltanatını da kendi avucunun di hâkimiyetine aldıktan başka, Os -| içine alınca artık İtalyaya; ayrılan nü- fuz mıntakasındaki nüfuzun da kiymeti kalmıyacaktı. Her tarafta İtalyaya kar- şı bu tarzda tutulan siyaset, bu memle- keti, İngilterenin karşısıma bir siyaset sabotajcısı olarak çıkarıyordu. Ümitler beliriyordu O sıralarda, saklandıktan sonra, ilk defa olarak, temas ettiğim Muhtar Bey de - Ankara hükümetinin ilk hariciye vekillerinden, sefir tamamen benim aldığım intıba içinde bulunuyordu. O da, Anadoludaki milli harekete karşı hariçten gelebilecek büyük bir tehlike bulunmadığına, bütün gailenin Yuna- nistandan ibaret kalacağına kanidi. Av- rupadaki galebeyi galiplerin kuvvetleri değil, mağlübların zaafı kazanmıştı; hükmü veren isyandı, içtimaf ihtilâl idi. Fakat, o ihtilâl, o dakikada Fran - sayı da, İtalyayı da tehdid ediyordu. İngiltere içinde vakıâ ihtilâl hareketi yok, fakat, diğer memleketlerdeki hare- ket inkişaf ettiği takdird, o da tehlike- de idi. Şu halde herkes ümid vermeğe müsa- id görünüyordu. Fakat, o sıralarda bizim, ümid için, her şeyin iyi alâmet göstermesini bek- lemeğe vaktimiz bile yoktu! En küçük sebeblerle bile ümidlenmeğe, cesaret; duymıya, Mmanen kuvvetlenmeğe ha - zırdık. Ümidsiz hayata imkân yoktur. Yaşamak isteyen insan veya bir cemi- yet, mutlaka ümidini kaybetmemelidir ve en küçük bir ümid ışığının arkasın- dan yürüyüp gitme kuvvetini nefsinde duymalıdır. Asırlarca, efendi olarak yaşamış bir milletin, o günkü facia içinde, ölüme razı olup karanlık bir ümidsizlik. içine düşmesi de imkânsızdı. (Arkası var) ESRARENGİZ ODA Yazan: Robert Appel Çeviren: Nurullah Ataç Artık ümid kalmadı, arkadaşlar gel - miyecek... Bu pazarımız da briçsiz ge - çecek... Ben de ne diye evimde oturma - dım? Bu havada kim dışarı çıkar ki?.. Bak! kahvede kimseler var mif. Böyle, havada herkes çıldırdı mı ki evini bı - raksın da sokaklara düşsün? Bir saat - tenberi yağmur yağıyor, hem de hiç dur- mamacasına... Göğün hazneleri boşandı sanki... Hele şükür! bir gelen oldu... Ama a- damcağız ıslanmış, sıçana dönmüş... İh- lamur ısmarladığına çok iyi etti. Bari biraz içi ısınsın... Acaba gidip bir piket teklif etsem mi?.. Acaba... Ama hiç de kabul edeceğe ben- zemez... Zavallı adamcağız, çocuk gibi ağlıyor... Ne olursa olsun, ben bir kere teklif ederim, belki tasasını unutur. — Affedersiniz, - Monsieur, bir piket yapalım mı? siz de eğlenmiş olursunuz. — Piket mi?.. Ben iskambil oyunların- dan hiç birini bilmem; bilsem bile gö - rüyorsunuz, oynıyacak halim mi var? — Böyle çocuk gibi ağlamayın. Ağlı - yacaksınız da ne olacak? Hele bir der - dinizi anlatın, çaresini bulamasak bile a- çılmış olursunuz. Yol yürümekle, derd İIO"K :"ı"ş' ) İ (f lf'.iııqxı HNAYRETİİME © V ÇEVLER Mpatilerin i kazanmıya karar vermiş-, (KUMBARA TARLADIR BİRE. 10 V]'“' —— söylemekle tükenirmiş. — Canınızı sıkar ama, mademki isti « yorsunuz, anlatayım. Başından başlıya« lım, Göreceksiniz ki inanılacak şey de « ğgil... O zamanlar kırk yaşındaydım, yani bir hayli oldu... Sene dediğin de ne ça« buk geçiyor. «Bir ay izin almış, karımla beraber de“ niz kenarında bir yere gitmiştim. Bin pansiyona indik. «İlk günler yemek odasında, bizimki-« ne yakın bir masada oturan sarışın, güzel bir kadın gözüme ilişti. Daima kocası ile beraberdi: siyah sakallı, kelli felli bir a- «Kadının güzelliğini farkeden yalnız ben değildim: şişmanca, sarı bir delikan- h vardı, o da kadına işaret edip duru - yordu. «Ben, bizim sessiz hatunla beraber bi- tinci katta, 347 numaralı odada oturu « yordum. Otelde ancak on pencere vardı ama bilirsiniz, otel, pansiyon işletenler hs> böyle yukarıdan atmağı severler... Bansettiğim karı koca da tam bizimkinin karşısında, 404 numarada idiler. «Bir akşam bizimki tiyatroya gitmek istedi; onu gönderdim, ben başım ağrı - yor, erken yatacağım diye otelde kaldım, Ben acele etmeğe, günlerdenberi içimi yakan ateşi sarı saçlı güzele açmağa ka- rar vermiştim: gidip 404 numaralı oda- aım kapısına vuracaktım; o saatlerde ka- cası otelin salonunda kâğıd oynar, gece yarılarına kadar da odasına gelmezdi. «Hemen odama çıktım, kendime biraz çeki düzen verdim, saçlarımı düzelttim, lâvanta süründüm, kapımı aralık ettim. Ortalıktan el ayak çekilmesini bekliyor- dum. «Biraz sonra tam vaktidir diye dışarı çıktım. Ama ne göreyim? bahsettiğim delikanlı 404 numaralı odanın kapısına yavaş yavaş vuruyor. Bir anahtar sesi... Bizim şişko kapının topuzunu birden çe- virip zorla içeri giriverdi. «Benim ne kadar şaşaladığımı ve ne kadar öfkelendiğimi tasavvur edebilirsis« niz. O saate kadar her şeyi hesaplamış - tım, tam işe başlıyacağım sırada bir va - kip benden daha atik davranmış, beni piç gibi bırakmıştı. İşin neticesi bakalım ne olacak diye koridora çıktım. Uzun sürmedi: beş dakika bile geçmeden sarı şişko, köskös önüne bakarak dışarı çık- tı, ertesi günden pılıyı pırtıyı toplayıp o- telden gitti. «Onun uğradığı akibeti görünce uzun uzun düşündüm ve başka bir yol tut - mak daha münasip olacağına karar ver- dim. Bir kere acele etmenin doğru ol - miyacağını anladım. Önce kocası ile ta - nışmak, ahbap olmak, sonra kadınla ko- nuşmak ve yavaş yavaş işi yoluna koy- mağa çalışmaktan başka çare yoktu. «Ertesi gün kadının kocasını buldum ve kendisine beraber tenis oynamağı tek: lif ettim. Ben_den memnun olsun diye de yenil dim. İkinci günü dört kişi oynadık: bi- zim bayanla_r da işe karışmıştı. Kadınır adı Sonya imiş... Güzel ad değil mi? Ça - bucak ahbap olduk. * «Bir gün Oskar (bu da kocasının adı) beni denize, balığa götürdü. Beni pek sevmişti. Tatlı tatlı kürek çekivorduk, birden- (Devamı 15 inci sayfada)