1 Şubat 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

1 Şubat 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ye © ld vi. #, e, 1 # / g yen e # “Tar ihten sayfalar: e Ye : Korka Kime SON POSTA k hükümdarın sonu Rahteye “i Tanrı misafirine kapıyı açtı. Bir köşeye eski bir kilim serdi. İranın hükümdarı hüviyetini saklıyarak bir dilenci gibi oraya uzandı. Sırtındaki ve mücevherle süslü elbisesini göstermiyordu. İşte bu gizli kalan altın ve mücevherler onun ölümüne sebeb oldu armani altın ii başlarında şarkta iki bü- Vardı: İran ve Bizans. mı, büyüklüğü ve son sefahati dillere destan im ihtişamı da bun- belki üstündür. Zaten MX asırlarındanberi büyük ite sahhe olmuş, büyük hi- Şürmiştir. Keyhüsrev o za ie ve kuvvetli devletleri 78 (Misir) « yuttuktan son- doluyu istilâ etmişti. Dara SİRİ ve yalnız (İskit) lere “Adı. (Serhas) ın Yunanis- erek Atinayı yıkan bir S4 meşhurdur. Sapor Ro- kuvvetli zamanlarında im- (er edecek kadar kudret Adale van Adil) in ihtişam ve Şarkta ve garbde atalar miştir, * « Horasanın Merv şehrine Kafile yaklaşıyordu, Bun- Sırmalı elbiseleri, altın Yüz Ve zırhlarile birkaç zabit bulunuyordu; onla- eğe izel atlar üstünde, altı Peiyy Atay — di muhteşem el- Eliyoraa ri, harem ağaları, ka- Bi, vE Ortalarında otuz beş iş W ii * SEEE 7 z g gi iy Es ) EEE 7 # p iri biir * ş İİ vE p Olan, hepsinden daha şatafatlı katı, adam vardı. Onun ar- mi takım katırlar, atlar van ibaretti. (O Bunların içlerinde Yfindin, İranin *n Büzel kumaşlarile mü- aye ilmüş olan saray ka- Mya Baş, p> ordu. Aşçılar, kilercilar; EN Kay, rna birer kervanı, Yük a, #Yrı bir sürü teşkil edi m güneşi altında daha Sy 7 Zi sülğy, 92 alay İranda saltanat Sine van Sasanilerin son Np cez om ealicerde siddi. Üçü NN Ve beş senedenberi İranın MN Kak, Dicle nehri kenarındaki mdan Şarka doğru sürüle ME e, hududuna kadar gel “ yg olay da Ve ne de pars kal- ta taşı ik Yanında hâlâ bir sü- Mi ği Sayısı dört bini ka, m ne ile besleme akl Ve ravallı bir adam- Ka ta ç,, Tâğmen şehirden şeh- Spk bn bu kadar zaman sağ Ve yotriyd. Fakat onu da ni Übey ak hükümdarı kar- dek Yaki, iyordu, aç roz, ePaşt. Halbuk 1 7 kı zaval- la AA freni tabir apk İni İlan, #MUYOrdu. Sanıyordu up i HE iy m kovacak, Hezifor'a San, “ebhogi 4 0 4 7 fi e pre yüksekliğindeki ve ihtişamile tekrar altın tah- fi YAZAN: Kadircan Kaflı | Şimdi yanındaki kuru kalabalığı bes- liyecek iktidarı bile yoktu. Yezdicerd kime güveniyordu? Yanın- da asker kalmamışlı. Yeniden asker top- uyacak kumandanların hepsi de ya öl müşler, yahud kendi şehirlerine çekif- mişler veya kaçmışlardı. Ceyhun nehrinin ötesinde (Mahu-Mu- çu) han hüküm sürüyordu, Üçüncü Yez- dicerd vaktile istihfaf ettiği bu Türk hü- kümdarının : merhametine sığınıyordu. Ona: — Birlikte Arablara karsı savaşalım. Zira onlar buraya gelecekler ve senin de memleketine hücum edeceklerdir. Er- ken davranmak gerektir. Dedi. Türk Hanı kendisine sığınan bir 22- vallıya yardımı borç bildi, Hem Yezdi. cerdi muhafaza etmek, hem de onun ye- niden asker toplamasına yardım etmek üzere şimdilik yedi bin kişi yolladı, Bu dinç, cesur Türk atlıları Horasana gele- rek Merv şehrinin kapısından (girdiler. O zamana kadar hergün Arabların gei-! melerini bekliyen ve korkan halk yatıştı. Yezdicerd büyük bir konakta oturu- yordu. Konağın kapısını Türk atlıları tutmuşlardı. Artık rahat rahat uyuyabi- lirdi. Fakat korkaklar her şeyden şübhe- lenirler. © da kendi kendine şöyle dü- şündü: — Ya bu askerler sabah erkenden içe- ri girerler de beni öldürürlerse?... Kendi kadar akıllı olan müşavirini ça-İ Hirdı, danıştı. Hükümdarın her dediğini bir ilham eseri saymağa sleşmiş olan a- damcağız: — Türkler verdikleri sözde dururlar. Bunun için ben merak edilecek bir sey göremiyorum. Elbet rahat rahat uyuya- bilirsin! Diyemedi. — Ey büyük hükümdarın! Kimseye | güvenilmez. Olabilir ki Mahu Han bu fırsattan istifade ederek Horasanı da ken- di ülkesine katmayı tasarlar. Bunun için | her şeyden evvel sizi ortadan kaldırmak ; ister, Dedi. — O balde çaresini bulmak lâzım! Başbaşa verdiler. Çaresini aradılar. Yezdicerd konağın arka tarafına gitti Oradaki pencerelerden birine sağlam ip bağladılar. O ipe asılarak aşağı indi. Gecenin ıssızlığında ayaklarının ucuna basarak ve etrafı kolliyarak yürüdü. Farkına varılmasın diye yanına adam da almamıştı. Oradan en yakın şehre kadar gidecek, kendisini tarıtacak, adam. | kişilik gruplar Eminönü gömleği, donu, altın kemeri vardı. Har- maninin kenarları açıldıkça kemerin üs- tündeki elmaslar ateş böcekleri gibi par- yordu. Epeyce yürüdü. Sabaha karşı erken- den kırlara çıktı, Hızlı hızlı giti. Heye-| çedeyse kapıya doğru yakınlışin ayak can ve korku onu daha çabuk yormüştu. Akşama doğru ıssız bir vadide bir değir- men gördü, Oraya gitti ve değirmenciy — Çok yorgunum. Biraz yatacak ye- rin var mi? Dedi Kendisinin hükümdar olduğunu tanıt- mak istemiyordu. Değirmenci bu Tanrı misafirine kapıyı açtı. Bir küşeye bir kilim serdi. İranın muhteşem hükümdarı bir dilen- ci gibi oraya uzandı. O kadar yorgundu ki hemen uyudu. Belki güzel rüyalar da gördü, Fakat uyanış hiç te iyi olmadı. Ertesi sabah Tanrı misafirini uyandır- mak için giden değirmenci bir takım ki- lim ve harmani kıvrımları arasında al- tınları, elmasları, mücevherleri gördü. Gözleri ük bir merak ve ayni zaman- da hırsla parladı. Bu dağ başında kuru ekmek parasi için ne kadar uğraşıyordu. Şimdi şurada gözlerinin önünde koca bir rvet yatıyordu. Kim bilir kimdi? Bu- rası ona ne m? Yolcunun değirmene girdiğini kimse görmemişti. Görmüş ol- salar bile: — Erkenden gitti! Demek güç bir şey miydi? Bu fırsatı kaçırmamalıyda, Etrafa göz altı. Kenarda bir halta var- dı, Adamcağızın işini bitirmek için ne kadar mükemme! bir vasıtaydı! Hemen onu Kaplı. Eğer, yaşatmış ölsa kim bilir ne kadar ihsan alacağı hükümdarın başi- ma bir odun keser gibi gövdes'nden ayırdı. | Fışkıran kanlar oracıkta ufak ufak bi- rikintiler yapar ve pıhtılaşırken onur el- leri bütün hırs ve hizile üçüncü Yezdi- cerdi soyuyordu. Biraz sona da son Sasani hükümdarı değirmenin çarkında köpüklenen sulara atılmış, akıntıya kapılarak © sürüklenip) gidiyordu. Ertesi sabah onun kaçtığını öğrenen Mahu Hap etrafa atlılar saldı. Değirme- ne girdiğini öğrendi. Suların bir kena- rnda ölüyü buldu. Değirmencinin de boynunu vurdurmak süretile cezasını İ verdi. Temizlik smelesinden yapılacak zehirli gaz ekipleri Temizlik amelelerinden teşkil edi- lecek zehirli gaz ekipleri için vilâyet seferberlik dairesi hazırlıklar yapmak- tadır. Her kazadan seçilecek yirmişer Halkevinde lar toplıyacaktı, Türkler veya Arablar 0- toplanacak, kendilerine zehirli gazlar raya gelinciye kadar da elbet kolayım dan şebri temizleme dersleri verile « bulurdu. cektir. Derslere, devam etmekte olan Arkasına. alelâde bir hârmani almıştı, İzehirli gaz kursları bitince başlana — fakat onun altında ipekten ve sirmalı|caklır. i i ! | i İnim çimentolu zemine çarptı. Fena hal- Dünyanın en büyük operatörünün. harikulâde. maceraları: li Hastahanede birgün foyam meydana çıktı Beni çağıran Profesör: “Seni kaloriferc'likten azlettim,, dedi ve sonra ilâve etti: “Yanıma muavin aldım!,, Nakleden: İbrahim Hoyi Bir lâhzada giyindim, hastaneye 8 ğirttim. Dalma üzerimde bulunan anah- tarla alt katın kapısını açarak, koridora girdim. Farkederler de foyam meydanı çıkar diye, elektrikleri yakmaya cesaret edemedim. Koridoru karış karış bildi- ğim için kapıları sayarak, üçüncüsünün önünde durdum. Bir hayalet gibi ileriye süzüldüm. Ortadaki masaya doğruldum. Ellerimi ileriye uzatmış yüksek masayı aranıyordum. l Birden sendeledim ve yere düştüm, al- de sersemledim. Büna rağmen buz gibi soğuk, teması bile insanı ürperten bir ö- liyü kucaklamakta olduğumu farkettim. Hakikati anlayıncıya kadar geçirdiğim korku ve dehşeti asla unutamam. Birkaç saniye, kımıldamaktan bile ür- kerek, olduğum yerde kalakaldım, Sonra kafama dank dedi. Karanlıkta odaları şaşırmış, üçüncü kapıyı açaçağım yerde, teşrihe müsaid olmıyan ölülerin saklan- dığı, istif edildiği dördüncü kapıyı aç miş, oraya girmiştim | Hayatımda birçok korkunç hâdiselerle | karşılaşmıştım, fakat zifiri karanlıkta,! çimentolu bir odada uğradığım bu mace- ra bana hepsinden fazla işlemiştir. Öyle ki, şimdi bile, her ne zaman hatırlasam, sanki belkemiğimden aşağıya buz gibi su dökülüyormuş ve o ölünün vıcık vıcık terini kokluyormuşum gibi olur. Yere düşerken, müdhiş bir gürültü koparmıştım. Onun için bir müddet, ne- seslerini duyacağım sandım. Ama kork. tuğuma uğramadım, çıt bile olmadı, bu- hun üzerine, ben de elimden geldiği ka- dar dikkat ederek, hırsız adımlarile teş- rik dairesine sıvıştım. Oh! Hele şükür kimse farkına varmamıştı. Handiyse be. | ni ele verecek olan suç ortaklarım âlet- leri bir güzel yıkadım, kuruladım, dola- ba kilidledim. Başka bir hâdis: ile de karşılaşmıyarak sokağa çıktım. Evime kapağı attım. Aradan birkaç gün geçmişti, peofesö. | rün beni görmek istediğini ve odasındı! beklediğini söylediler, Bir hissi kablelvü. | ku ile, bu çağrılıştan hiç te menun ol-| madım, Adetâ kocundum. Ne yapayım, başa gelen çekilir... geleceği varsa göre- ceği de var, dedim. Profeşörün odasina daldım, Koca adamın ilk kelimeleri, hislerim- de, daha doğrusu kanaatlerimde yanıldı. Bımı gösterdi. O menhus gece hâstabakı- cılardan biri bazı sesler, gürültüler işit- miş, korkusundan aşağı ineimemiş, pen- cerede beklemiş ve bu âciz köleniz soka- Ba çıkarken hastanenin dış kapısındaki lümba ışığında beni görmüştü. Profesör, dediği dedik, astığı astık bir tavırla: — O gööe orda ne arıyordunuz?. İzah ediniz?.. deyince, selâmeti bütün açıklığı #e-her şeyi olduğu gibi ve doğruyu süy- ilemekte buldum. Daha”dolatak çilem var- mış meğer!,. Sözlerimi bitirir bitirmez, profesör, top gibi birden gürledi, ve: — Vay, demek, sen, âdi, mundar bi? ocakçı olan sen, bizim ölüleri kesip doğ- ruyorsun ha!., Dedi. Hazin hazin başımı salladım, ve âdetâ af dilenen bir sesle: — Fakat profesör cenabları, diye pa- lazlandım, bütün bu kesip biçmeleri, da- ba doğrusu teşrih ameliyatlarını icab © den ve asıl âletlerile kullanarak yaptım, Herhangi bir cesadde işledin:ss, kılı kırk yaran bir dikkatle lâzım gelen yerleri açtım ve hiçbir mafsal veya uzvu tahrib etmedim. Profesör büsbütün kızdı, köpürdü: — Atma. yalan söyleme! Ne o teşrih yapıyormuş. Buna adile, sanile habaset derler! Müjevazı bir tavırla daha doğrusu u- tanarak ısrar ettim, ayak diredim: Bana inanınız profesör cenabları, diye mırıldandım. Bu teşrih ameliyele- rini tatbikat derslerinizde, sizi dinliyen talebelerinizden daha iyi ve olgun ola- rak yaptım, Sizi öyle bir dikkatle dinle- dim, seyrettim ve yeni bir tecrübeye gi- rişmeden önce de her ameliyatı, (Tes- tut) un teşrih atlasında inceden inceye tedkik ve mütalea ettim. — Yeni bir tecrübeden maksadın ne, bay ocakçı?... — Arzedeyim profesör cenabları. jik- önce, sinirleri kesmekle işe başladım, ay- ui zamanda cümlei agabiys üzerinde de çalıştım. Sizden görmedikçe, nasıl kes. tiğinizi, oaraştırdığınızı oseyretmedikçe, 'ndi başıma teşrih yapınadım. Sonra da bütün bu teferrüatı kitabdan takib ede- rek, bilgimi tamamlamıya çalıştım. Her ameliyattan sonra, her şeyi yerli verin& koydum. Meselâ bir diz kestim değil etrafını gene eskisi gibi, usulü veçhile ve en doğru şekli ile dikmeden rahat et- medim. Daha hâlâ yatışmamış olsn profesör gene atıldı: — Küstaha bak". Usulü veçhile ve en doğru şekil de ne demekmiş? Başıma geleceklerden endişe etmeme rağmen: — Kocher usulünü kullandım profe- aör, diye kekeledim. Ne o”. Profesörün tavrı değişiyordu. Gözlerinde:daha tatlı ışıklar beliriyor, yüzündeki o keskin hiddet çizgileri, kı- rışıkları düzeliyor, korkmadan, biraz ev- vel hiddetten kabarmış burun delikleri, artık eskisi gibi pırpır açılıp kapanmı yordu. O lâhza anladım. Profesör; - beni sıkı bir imtihandan geçiriyordu. “Bana Üstüste Histology ve teşrihten sualler sordu. Hayatımda belki yüzlerce imtihan geçirmiş, bir çoklarında ecel teri: dök- müş adamım. Buna rağmen, bütün tahsil hayatımda, profesörün bana sorduğu-su- aller kadar zoruna, sıkısına- ratladığımı batırlıyamıyorum. Devamı 10 uncu sayfada) Yenicamiin Güzelliğini Harab etmiyelim ? Kininönü meydanının tanzimi ve Ye- nicamlin bütün güzelliği ile meydana çı- katılması için belediye tarafından verilen karar ber tarafta büyük bir alâka uyan- dırmıştar. Okuyucularımızdan birçoğun- dan aldığımız mektublar bu alâkanın de- recesini göstermektedir. Bu arada değeri! ressamımız Şevket Dağ da bize gönderdiği bir mektubda, son gün lerde münakaşası yapılan bir nokta üze- rinde duruyor: — Yenleamliin, etrafındaki binalardan temizlenmesi kararı herkesten çok, mu- hakkak ki güzel san'atlar mensubinini a- Jikadar ediyor. Fakat camiin yanındaki kemerin kaldırılıp kaldırılmaması üm- rinde çıkan münakaşa benim canımı şik- tı, Bir kere bu kemerin kaldırılması esasen hangi binada vardır? Et- rafı açıldığı #aman görülecektir ki bu ke- mer, daha fazla bir güzellik arrederektir. Hele binanın içindeki çiniler çok nefistir, İç koridordaki pencerelerin sedefli ke- Me görülmeğe değer birer san'at ese- ridir Bütün bu güzellikler meydanda iken ke- Mer nasıl yıkılabilir? Eğer cami kemerin- den yıkılacaksa, ben bugünkü halde kal- masını tercih ederim. Zuawnetmem ki M. Prust gibi güzel san- atlar âleminde yetişmiş değerli bir zat buna imüsande etsin. Her hajde kemer yi- klmamalıdır ve yıkılması çok büyük bir ziya olacaktır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: