10 Şubat 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

10 Şubat 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Gabay Bunu size Söyliyemiyor, ne ya” Pacağımı düşünüp duruyordum. Aklıma gelen şey, davete icabet Gitmemek ve sizi alıp kaçmak, köy- lerde saklanmak olmuştu. Madem- ki söz açtınız. Hep beraber görü şelim şimdi, Bu vaziyet beni sıkmaktan 7i- Yade ferahlandırmıştı. Bence yola şikmak, ve mukadder olan âkıbet Pe İse bir an evvel karşılaşmak, böyle miskin miskin oturmaktan daha iyi idi. Bu işte Gabaydan da gok istifade edebilirdim. Tabii köyden kaçmağı, kaçak dalaşmağı 8“ze alan bir adam her halde bize Kılavuzluk edecek kadar yol, 1 bi- liyordu. Şu halde köy odasında tavuk gibi pineklemektense, yola atılmak, kader ve taliin hukkımız- da hazırladığı âkıbeti aramak da- ha uygun bir hareket olurdu. U- zun boylu görüştük ve pek çabuk anlaştık. Verdiğimiz karar şu idi Gabay karısını ve çocuğunu Mos kovadaki baldızının yanına recekti. Dört tüfek ile biraz fişek bulacak ve “Panay” ın İki hayva- —nile yola çıkacaktık. Nereye mi re e BİZ Sayın okuyucularım. Söyliye- yim. Nasip ve mukadder ise Ode- 8 Yolile İstanbula. Neye güldü- MÜZ ya?.. Bakınız ben geldim, bâ- lâ da yaşıyor, başınızı da ağrıtr. Yorum her gün işte. Yalnız za- valu Hüseyin çavuşla Mustafayı Rusyanın donuk topraklarına €- limle gömmek ve İyi kalpli Gabayı da tedpirsizliği yüzünden kaybet- mek oki bare iötimmle bayalinize gelmiyecek zahmetlere, yoksulluklara göğüs gererek Ode- sa yolile gerçekten İstanbula gel miştim. S ırası gelmişken genç okuyu- cularıma kısaca bir şey söyle- mek, babaca bir öğüt vermek iste- rim izninizle, Gayeniz ne olur İse olsun ve ona yaklaşmak için yo- lunuzda De gibi engeller bulunur ise bulunsun sakın yılmayınız, yorulmayınız ve daima ileri atı hanız. Yalnız tevekküle bel bağla- yıp hiçbir zaman tedbirli bulun- mayı unutmayınız. Tallin takdir ettiği Akıbeti miskin miskin otu- Tup beklemekten ziyade kaza ve kaderin uygun ve ters cilvelerini Böze alıp ilerleyiniz. Atılganlık tedbirli ve düşünceli olmak şarti- le İnsanlara mukadderatın bile Seyrini değiştirttirir , Gabay dediklerini yapmıştı. Ço- Juk çocuğunu göndermiş, tüfekle- ri bulmuştu. Yine yıldızları gibi ayazı da bol bir gecede köyden ay» Tılmıştık. Cenup istikametini tut- muştuk, Sırtımız, ayaklarımız sağ- lamdı. Yürüdüğümüz için nisbeten üşümüyorduk, yürüyor, yürüyor, Gabayın komite mensubu olma- $ı çok işimize yaramıştı. Köylerde, çiftliklerde dostlarının, bilhassa İm. İgre Yanımda para olduğu için pek yoksulluk ta çekmiyorduk. Böyle- ce tam bir hafta yürümüş ve “O- ka” ırmağına varmıştık. Maksadı- muz ““Tula” kasabasını tutmaktı. ka irmağı meşhur “Volga” nehrinin — ayaklarındandır. Vasıtasız geçilemiyecek kadar ge- niş ve büyük bir sudur, Moskova- dan Tula, Skopin, Kolomna şehir- lerine inen şimendifer hatları hep ayri ayrı yollarla bu ırmağın üze rinden geçmektedir. Biz Tula ile Skopine geçen şimend fer köprü- lerinin arasında bulunuyorduk. İrmağı sslanmadan, kimseye gö- rünnis'den geçmemizi Babayın Rus Iuğundan ziyade bir sarı Osmanlı altını kolaylaştırmıştı. Balıkçılar bizi hme o gece kulübelerinde ba rındırmışlar, hem de ertesi sabah, ortalık ağarmadan karşı kenara geçirivermişlerdi. Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 83 Yeniden Kadere Boyun Eğmiştik ın Cidden Kardeşçe Yardımları Sayesinde Odesa Tarikile İstanbula Doğru Yollanmıştık “Tula” ya büyük bir şehir oldu- Bu için sokulamamıştık. O geceyi bir çiftliğin ahırında geçirdik. Se- "baha karşı, Tula ile Skopin arasın- da ve askeri muhafaza altında bu- lunan #ren yolunu, ancak taliin bağışladığı müstesna bir tesadü- fün yardımı ile geçebildik. On gün süren ve bizi cidden çok yo- ran ve üzen bir yolculuktan sonra “Yefremof” kasabasına yaklaştık. (Gabay) bu kasabadaki komite şu- be reisi ile âzalarından birçoğunu tanıdığını ve bunlardan çok yar- dım göreceğimizi söylemişti. Fa- kat şehre bir saat kala rastladı- ğımız bir adam beslediğimiz yar- dım ümitlerini kırmıştı. Mahalli hükümetin, on gün evvel koimite- nin toplandığı binayı bastığını, e le geçirdiği defterlerle komite mensuplarını tutup Noskovaya gönderdiğini söylemişti. Teşkili. tın cenup Tatarları tarafından ida- re edilen bütün şubelerinin de ay- ni âkıbete uğradığını ve hüküme- tin komiteciler hakkında çok şid- detli davrandığını ilâve ile âtimi- zi büsbütün karartmış, hepimizi kara düşüncelere salmıştı. © B u vaziyette kasabaya girmek değil, hattâ yaklaşmak bi- Je tabii yanlış ve tehlikeli bir ha- reketti. Biraz daha yola devam et- tikten sonra kuytu bir yere çekil. dik, Haritamızı açtık. Bulunduğu- muz mintaka Moskovadan Harkof ve (Voronesk )e inen demiryolları arasında ,nisbeten 14517 ve bakım- sız yerlerdi. Yolumuz üzerinde var bünamculdi ueğişi lek azil dı. Ancak geriye hiç dönemezdik, yakayı ele vermek yüzde yüzdü. Garba doğru da gidemezdik. Çün- kü, yapılan askeri nakliyat sebebi ile bu havalide, pek tabil olarak, İazla kalabalık ve sıklık vardı. Sonra şimalden cenuba doğru uza- nan (Dinyeper nehri üzerindeki bütün köprüler ,geçitler muhafaza altında idi. Çarlık hükümeti, ca- sus korkusundan buralarda, kuş bile uçurtmıyacak kadar, siki ted- birler almıştı, Bunun için bize bu istikamet te kapalı idi. Şarka doğ- ru dönmek gerçi tehlikesizdi. Fa- kat bu yolculuk bizi hedefimizden ayıracak, uzaklaştıracak aylarca belki de yıllarca Rusya içinde do- laştıracaktı. Bu da işimize gelmez- di. Ne tarafımıza dönsek, baksak bir tehlike sırıtıyordu karşımızda. Uzun düşüncelerin, görüşmele- rin üzerimizde iyi tesirler bırak- mıyacağını, neticede aramızda bir fikir ayrılığı doğuracağını bildi- 'ğim için arkadaşların söz söyleme- lerine meydan bırakmadım. Ve: — Arkadaşlar. Mademki bu- Junduğumuz noktadan hangi cihe- te yürüsek, netice itibarile karşı- miza bir engel çıkacak ve bizi uğ- raştıracaktır. Şu halde, bizi selâ- mete ulaştıracak olan Odesa yo- undan ayrılmamalıyız. Yolumuzu değiştirip âkıbeti bel.rsiz encam- lara atılmak hiç te doğru değil. Nasıl olsa, yorulacağız, çarpışaca- Bız ve belki de öleceğiz. Hiç ol mazsa hedef ve gayemiz uğruna ölelim. Haydi kalkın, Karanlık basmadan, ayaz kuduzlaşmadan barınacak bir yer bulalım kendi. mize, Dedim ve küçük kafilemizi ha- reket ettirdim. O geceyi de bir do- muz ahırında, bir avuç biye iie e- dind" bir kucak odunun sr- cak Ül taze titreşerek ge- girdik. n gün daha yürüdük. Hiçbir tehlike ile karşılaşmadan Bivni, Borki, Stanoskol kasabala- nn geçerek Koraçaya vardık. Bu kasabada önümüze dikilen bir tu- tulma tehlikesini bir Tatar jandar- manın yardımı ile atlattık. Beş gün lâyetine girdiği noktada idik. İs - mini hiç unutmam. Sinomski adın. da bir çiftliğin ot ambarında ge - celemiştik. Çiftlik adamlarının bi- zim misafirliğimizden haberleri ol. madığını söylemiye tabii lüzum yok. Sabaha karşı bulunduğumuz yerden, girdiğimiz gibi gizlice çi karken, talih karşımıza bir ak göz- lü çıkarıyerdi. Volga nehri civar- larında oturan ve Ruslâşan Alman Yahudilerinden olduğunu sonradan öğrendiğimiz bu uğursuz herif me- ğer bu çiftliğin adamlarından &- miş. Bizi görünce ciğlığı basmıştı. Birkaç dakika sonra da elleri so - palı, silâhlı sekiz adamla bir sürü köpek peşimize takılmıştı. Bu vaziyette Dönez ırmağının yataklarındaki sazlıklar arasına sokularak bu mütecavizlerin gözle- rinden, ellerinden kurtulmaktan başka çare yoktu. Hemen hizli a- dımlarla sazlıklar arğna atıldık, iki büklüm ilerlemiye başladık. E- ğer hayvanlarda da insanlar gibi eğilerek yürümek, sakınmak ve saklanmak marifet ve duygusu ol- saydı, biz de pekâlâ kaçıp kurtula- caktık. Ne yazık ki, hayvanları yö- rerek bulunduğumuz yeri tayin ©- den bu habisler bizi güzelce sar- mışlardı. Kurtuluş ancak elimiz - deki silâhların lütfuna kalmıştı. Fakat mütecavizler bizden daha sabırsız davranmışlar, silâhlarıta patlatmışlardı. Suzlar arasında İri vücutları ve semerlerin iki yanm- deki yükleri ile kocaman birer he- def teşkil eden iki hayvanımız da, atılan kurşunlarla vurulmuş, yere Buna tesadüf odiyemiyeceğim, «çünkü İkisinin yazısı bir örnek değilse de, iki mektup ta ayni ma- vi renkte kâğıda yazilmiş, hattâ ayni kâğıttan Bir mektubun sahibi olan bay okuyu- cu çok hıckırmaktan şikâyet edi- yordu, Ona dün cevap yazdim. teki mavi kâğıttaki imzânın sahi bi bayan da fazla geğirmekten si- küyet ediyor... Geğirmek, başkalarının oyanın- da olunen, pek te terbiyeli hir ha reket sayılmazsa da çok defa tabii bir seydir. Onun İcin İnsana biraz da keyif verir. Kokulu bile olsa insan kendi kendinin kusuruna bakmaz, pas#ırmanın daima cok- ça rağbet Yi arz Se I irtmesi olduğu id- e Vaktiyle yine tanıdığım pek *a- ym bir zat bir ilâcim iyi geleceğine alâmet olarak ve onun geğirtmesi- ni bekler ve verdikleri ilâcları ge- Zirtmiyen hekimlerine asla itimat edemezdi... Fakat barılarında bu hareket mide bozukluğuna alâmet olur, O zaman mideden cıkan gazla hir. Mkte ya bir ekşilik yahut acılık, ya yemek kokusu yahut bayatla- miş yumurta kokusu gelir. Mide. Teri müzmin surette bozuk olanla- rm bazıları da sabahleyin aç kar- nina gaz çıkarırlar, Şu kadar ki geğirmek tahli de olsa, bir mide hastalığına alâmet te olsa nihayet bir kaç defa olur. Gerek. yemekten sonra, gerek aç karnına altıyı, yediyi geçince İş değişir. O zaman hava yutma has- talığı olur. Bu hastalığı tutulmuş olan bayanlar (en ziyade kadm- larda olur) midelerinin bir türlü düzelemediğini anlatarak o kendi- lerine acındırmak İsterlerse de si kâyetleri mide bozukluğundan de- hiç ye meden günlerce yasıyabilir de ha- - vasız kalınca... Fakat bu değerli «ıdamızm yeri mide değildir. Mi- ha- nehrinin ayakların | demizde de tabii olarak biraz la Dimne vi va bulunursa da o kadarı geğirme —3— mbardakilerin gözleri yaşar- mıya başlıyordu, Öksürük- ler aksırıklar duyuldu. Çocuklar ağlaşmıya başladı. Duman çoğalır yordu, ve ambar kapaklarının âra- lıklarından ince ince mavilere tel. leniyordu. Vapurda düdükler öt- tü. Emirler verildi, koşuşmalar ol- du. Gemiciler tulumbalara yapış- tılar. “Ambardaki pamuklar tu- tuştu!,, diye bağırışılıyordu. Hacı Davut vapuru duman Savurta sa- vurta Arşipelin üzerinde en yakın Iman Halikarnasa doğru prova çe- virmişti. Koca tahtının üzerine kurulu Posaydon, huzuruna çıkan Vül kana ne yaptın? dedi. Vülkan “Ne de olsa gönüller biribirlerine âşık yaratılmışlar, zincirlerini tartıyor- lar, fakat hâlâ yalana yalan de- mek cesaretleri yok. Tabaka taba- ka biribirlerinin üzerine oturmuş- lar. Baktım olmıyacak, verdim du- manı, Tabakalarını tutuşturdum. İcap ederse eski dostları, Marsı da yardımcı çağıracağım. Ey Posay- don senin bütün Okyanuslarının sularını ambara tulumbalasalar, ar tık ateşi söndüremezler. Nerdeyse hakikatin yamyassı tabanına kıç üstü gelecekler.,, dedi. Posaydon sa kın ateşi fazla verip zavallıları ke bap etme, dedi. emi dumanların sürükleye sürükleye ve telâşlı imdat düdükleri çala çala Bodrum lima- nına girdi. Bütün kayıkçılar hep- si küreklere sarıldılar, Han ve otel kıtlığı dolayısıyle yolcular deniz kıyısındaki büyük bir camiye yer- leştirildi. Artik vapurdaki güverte ve mev- kişbiletlerinin' hükmü “kalfnamıştı. HAVA YUTAN BİR BAYAN vermez. Hava kendi yeri olan ak- ciğerlere gitmeyip te yolunu de- giştirerek mideye giden yola sa- parsa İnsanı rahatsiz eder. Havayı yanlıs yola saptırmak ta —insan sinirli olunen— pek kolaydır. Sinirli bayanın midesi bir gün herhangi bir sebepten bo- "zulur. Orada hâsıl olan gazlar şi- kımca rahat ettiğini anladığından çenesini göğsüne ( vaklaştırır, iis- tüste geğirir ve böyle yaparken midesindeki gazları Değe; nır. Halbuki çıkardığı gaz ken sinin yuttuğu havadan başka bir- şey değildir. Böyle hava yutmak hastalığı es- ki zaman hayanlarında da sik «ik görülürdü. Su kadar ki onlar mi- delerinin borukluğunu hatırlarına getirmezler, hoslarına gitmiyecek bir haber duyunca: — Aman meraklandım!... Dive cenelerini göğüslerine da- yıyarak üstüste giz cikarırlardı. O zamanlarda da herkes daha cok yemekle heraher. mideler daha az bozulduğundan bövle hava cıkar. mak ta ancak meraklanma zaman- larma münhasır kalır ve sonra w- nutulurdu, Simdi mideler daha ziyade bo- zuluyor, denilemez. Fakat sinirli en fikirleri midelerine da- zannedilen— hava yutmak hare- keti de daha uzun sürer ve lüizum- suz yere üstüste gaz cikarımıya se- bep olduktan başka ufak tefek ra- hatsızlıklara da sebep olur. Bunla rın en hafifi vatakta yüz yastığı. mın salyadan kirlenmesidir, fakat bava yutanlarm boyunları da acır, midelerinde hava. fazla olunca sol e m yattıkları vakit nefes- ra yi Mez öm te birçok defn ge: in- san bunun mide bozukluğundan değil, hava yutmaktan ileri geldi- ğini bilir de nefes aldığı vakit ha- şın yukarıya doğru kaldırırsa, cok defa, hastalık sanılan şey de kendi a ll ÇE ZAR yen e yü zZükoyun yatmak fayda verir; Yazan : POSAYDON Halikarnas Balıkçısı ZA Nİ EN Nİ purda neşeyle başlayan yaklaşma- yı felâket burada tamamlamak ü- zereydi. Yolcuların, yangından öd- leri kopmuştu. Sonra kurtuluşla - rından çıldırasıya ( sevinmişlerdi. İçlerindeki hakiki benlikleri, ve sosyal enstentkleri ta özden sarsıl- mış, silkilimiş ve - uyandırılmıştı. Her birisi yanı başındakini tebrik ediyordu O andaki aşırı yaşayışları dolayısıyle, kafesten kurtulup, hür olarak ışığın gözüne uçup kaybo- lan kuşlar gibi her günkü telâkki - lerinden fırlamışlardı. Düne kadar birbirlerine küsmüş kardeşler gi- bi birbirinin yabancısı olanlar, bir duyguda, bir düşüwcede birbirle- riyle birleşmişlerdi. Her birisi de- Hil yalnız doğuştan, fakat hattâ hilkati âlemden beri sevdiği, ve ha tırasını gönlünün dibinde, hücrele- rinde, kanı ve iliğinde taşıdığını bir dostunu birdenbire önünde gö- rüvermiş gibi, yanıbaşında bağda- şan insana hoş bir hayretle bakı - yordu. Ahret monopolünü zaptet- miş papaz gibi, hayat monopolünü kavrayan, ve hayatı boğan göre - neklerden, meredayse eser kalma mak üzereydi. *“” » uU ler olsun; yolculara o şunu bunu taşımakta birbirleriyle yarı- $a çıkmışlardı. Birisi battaniyeleri sırtlayıp götürüyor; öteki bir ça - nak çarba... Herkes gönlünden ko- panı veriyordu. Yolculâra acanım dünya değil mi? El ile gelen felâ- ket, düğün dernek olur, diyorlar, ve dediklerinin ne kadar doğrü ol- duğunu hem kendi, hem yoleula- rın gözlerindeki gülüşlerde göre - rek, sevinçlerine sevinçler katıl- yordu. Ne varki; çingene kızı Cukanın vereceği bir şeyciği yoktu. Evi, a- çık dışarlıklar, tavanı tiril tiril tt. reşen yıldızlar; yatağı çimenlerdi. Kardeşleri dağlar, taşlar, ve ağaç- lardı, Bu kalabalık ailesiyle bera- ber canı nasıl dilerse öyle yaşıyor. du. Gece çok kers yemek yerine, AY ışğına bakakalırdı ve şarkı söy- ler oynardı. Vereceği bir şeyi ol- madığı için kabilesinin bütün kızla rını kadınlarını başına topladı, ve camiye doğru yollandı. Derin enginliklerin, derinlik - lerinde, düşüne dalan Posaydon'un gönlünden bülyasına dalmış bir yüzü nüzerinden geçen bir tebes - süm gibi bir özleyiş geçiyordu. Gü nün, hergünkü ufkunu silen, gece- nin ruhu, yavaş Yavaş karalara kaysa, ve hayatın o muammaongiz ve karanlık hızı ve ateşi terpsikor- da ve gece karanlıkta Okyanus ta dile gelse, yol alan dalgalar üzerindeymişler © gibi, matuf kıymetlerinden ibaret hayali dün Yalarından felâketzede yolcuların ayaklarını kesse, onları kaldırsa, şarkiyle ileri taşısa,. diye düşünü- yordu. Ve düşündüğü gibi oluyor. du da, Gece açık ve 1ssız denizde gifi. ri karanlıkta uzaktan 1 hışıltısı işitilir. Sanki kulağa, kâi- natın fısıltısı çalınmıştr. o İnsann içindeki en öz hayat teline çarpar ve insanın tüyleri ürperir. Yavaş yavaş camiye bir rüzgâr ve yaprak ların kıpraşmasına benzeyen esra- Tengiz bir ses yanaşıyordu, Çocuk- lar oynarken, bir şeyi bir yere sak- larlar. Öteki çocuklar o şeyi bul- mağa uğraşırlar. Arayan çocüklar gizlenen şey- “dt, Çelik mavisi çakan kara saçlı den uzaklaşdıkça, saklayan çocuk lar “soğuyor, donuyor!,, diye ba ğırırlar. Arayanlar gizlenen şeyı yaklaştıkça saklayanlar *ısıntyot yanıyor!,, derler. Yanaşan o fıs tıda ısınan bir şey vardı. Musik yanaştıkça cemidekilerin kanı ka baran denizin dalgaları ve ine vuruyor. Yüzleri ayor eni üzerlerinden buğular sili nen aynalar gibi çakıyordu. Ses ler, gülmiyen sürü sürü darbukals çınlayan ziller, şakırdayan kaşık lar yanaşıyordu; ısınıyor, yanıyo alevleniyordu. k irden caminin kapı per desi yırtılırcasına bir yan fırlatıldı, Kapıda, müthiş kalçalı rı üzerinde gövdesi ısırmıya hazu lanan yılanın yılankavi salınışla riyle sağa sola helezonlayan kaç kara çingene kızı, Cura duruyor du. Kendisi İspanyanın Karmer gibi meğruru cenubun esmer bi kızıydı. İspanyaya Bolero'yu ilham etm olan bir dans oynuyordu. Yavs| yavaş içeri girişinde, yanaşan mı kadderatın katiyeti ve heybeti vs vahşi ve çılgın bakışının sanki asi rici dişleri vardı. Onda yaradılışın en biaman £ sanı hayat hızı ve hüriyet aşkı va dı, gözlerinin o yırtıcılığı esareti her kılığına ve her hududuna ma tuftu. Arkasında yüzlerce çin, kızlarının kolları kara ezik si leri kuduran denizin vahşi köpük leri gibi savruluyordu. Darbukala rın kaşıkların, zillerin gökler gi bi gürleyişiyle, kars bakış ve ha saçlarının şimşekler gibi çakışıyı camiye bir kasırga gibi daldılar Şarkılar çınlatan dudaklariyle, hoplıyarak kıvranan gövdeleriyle ve tepinen ayaklariyle cami zelze- Jleye uğramış gibi temelinden tit- riyordu. rene. kahkahalarla gülü - yorlardı. Heyecanla solu - yorlardı. Onlar du bir musilidir tutturdular, Hepsi el çirpiyorlar - dı. O gördükleri raks, kahve dövü cünün hınk deyişi gibi, helvacıla - tın tahan dövüşü, demireilerin ör- 8€ vuruşu, gemicilerin demir çeki- $i ve yelken kaldırışı gibi yolcula- rı kendine çekiyor, kendine uydu- ruyor, ve ahenkte organize ediyor- du. Yürek çarpışları, soluk alışla- rı, kanlarının damarlarda dolaşışı velhasıl gövdelerinin bütün hare - ketleri dış &henge uygun oynıyor. Nihayet dayanamadılar, Hepsi de birden renk topaçları gibi dönen, şarkı girdapları gibi sevrulânlara katıştılar, Onların ortasında Cura insan değil, sanki dönen bir can, sıhhat, ve enerji demetiydi. Kıv - râk belini saran kuşak sanki bu taşkın büketi bir arada tutuyordu. Şarkısı o kadar tatlılaşıyordu ki, $esinin çizgisini sanki yüreğinin sevgisinden geçiriyor, süzdürüyor. du. Cami siftah olarak vazifesini görüyordu. Bir hafta sonra, yolcular Hali- kârnastan ayrılırken cennete var- mış, ve sonra dünyaya dönüyorlar mış gibi mahzundular. Fakat güz lerinde artık oradan silinmiyecek olan bir bakışları vardı, Camide namaz kılmayı adet e - dinmiş olanlar, caminin kilimleri- ni denizde yıkadılar, Camiyi cena- bet oldu diye dört beş kere şartla dılar, SON

Bu sayıdan diğer sayfalar: