21 Eylül 1934 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 15

21 Eylül 1934 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 15
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

YALNIZ KOCA! ESRAR 5 ES Bir Kadın Anlatıyor: — Bu akşam muhakkak bekliyorum. Sakın gelmemezlik etme, Müthiş su- rette darılmım. Muhakak geliyorsun, lik hizmetcisi Ruhüdil evden gidince kendisi tarafından pişirilen yemekle- ri ve sofra başındaki değişen vaziyeti kocası Ecvedin yadırgadığını, Büyük- adada bir otele gittiğini bir kaç gün evvelki ziyaretimde anlatmış, kocası- nm çok geçmeden dönüp geleceğin den emin bulunduğunu söylemiş ve bu smin bulunuşunun sebeplerini sayıp döküş yollu söze girişirken, kapı açık miş, içeriye kocası girmişti. Bunun ü- zerine sözlerinin bu kısmma devam etmek imkânı kalmamış, Berin kapının eşiğinde kulağıma şunları fısıldamış- dı: İ — Evden gittikden sonra kocam | heler yaptı, nasıl yaşadı ve hiçin bu- | kadar çabuk döndü?.. Bunları, eğer | zaman olsaydı, kendisi söylemeden sana birer birer anlatacaktım. Fakat, i zararı yok... Bir kaç gün sonra adada bizi ziyarete gel. Hepsini, eksiksiz 0- | larak, öğrenirsin... Ben, sana ineceği- | | miz olelin adresini telefon ederim! Beyoğlundaki o apartmanda bu: luşmadan iki gün sonra, Berinin Bü- vYükadadan telefonla davetini alınca, fazla nazlanmadım ve o akşam, Eeve- di otelin salonunda bilârdo masası ba- nda otel arkadaşlarile oyuna dalmış Bit halde bırakıp, üst üste iki defa bü Sanda tenteli arabada bana şun- ları anlatti; — Kocam, evden ayrıldı, . buraya Seldi ve otelde yemek yedi. Otelin, ye -| meği, ne kadar fena olsa, benim pişir- diğim en iyi yemekten daha iyi olabi- lir. Ba hususta bir iddiam yok. Ben, İyi yerele pişirmeği bilmem. Ahçı ol- mak niyetinde değilim. Evet kocam, otelde iyi bir yemek yemiştir. Fakat, İştahsız olarak ve bu iyi (o yemeği ya- van bularak... Cünkü © ogün yaptığı işlere dair garsonla çene yarışı yapa» mamıştır. Otelin ahçısı, falan yemekte- ki vitaminin miktarını öğremnek için, onun İakırdılarını kulak kabartmamış- br. Ozaman, benim < bunları taham- mülle dinlediğimi hatırlamıştır! Ustelik salonda, (bir çok güzel ve zarif kadınla karşı karşıya oturmuş- tar. © hatta bunlardan bazilarıyle ko- Buşmuş, dans etmiştir. Bazılarının da | göz süzüp gerdan kırışlarını uzakdan seyir etmiştir. lâkin, bütün bu vazi- yetler, ona zevk vermemiştir. Niçin?.. kocam, Lenimle yan yana otururke: başka bir kadının kendisine göz dikdi- ğini fark ederse, zevk duyar. Beni kıs- kandıtdığını zan eder, baş bâşa vere- rek hem tevehhüm etiği kıskançlığı mı gidermek endişesile, tamamile be- nimle meşgul olur, hemde | kendisine göz diken kadını, ona ehemmiyet ver- meyişile üzdüğüne zahip olur. iki ta- taflı bir zevk!... Halbuki, ben yökken- bu iki taraflı zevki ne şekilde alsm?! Valsten başka dansa alışkın olmr- yan kimseler vardır, Kocam da fokst- rottan başka dansa ayak uyduramaz. Daha modern dansları yadırgar. Bun- lar kendisine güçgelir. Dolayısıyle, #a- londa bir müddet aşağı yukarı gezdik- ten sonra, adamakıllı canı sıkılmış ve €sniye esniye odasına çıkmıştır. Ba- vulunda pijamasile diş firçasın bul duğuna sevinmiştir, ama o günkü ga- | #eteyi tabii bulamamış ve almağı unut- duğu için kızmıştır.. O gazetesini gece | Yatakta okumak itiyadındadır. Kendi- “İ almağı daima ihmal eder, ben alır, Yastığının üzerine koyarım. Kocam, İ Yatakda karısma Rus — Japon ihtilâ- | fmdan, uzak Şark hâdiselerine karşı | Amerikenm gösterdiği alâkadan, Al © Mmanyanın Avusturyayı yutmak istedi- çırağı Arife sevişmişler, evlendiler. YLM — Ben, sana (okadmlara kâtşı bıyık burmamanı bin kete tenbih et- meğim mi? — Kabahat bende mi ya, karıcığım ? Ben de sana bıyıklarımı köklünden kazıtmağı teklif ettim, şanlı şölretli koca istediğinden bahsederek, razı Ol- madın! ğinden, Şirsalden Cenupdan, Şarktan Garptan uzun boylu bahsetmeği, bu mevzularda enine İzuna, derinden derine mütalealar beyan (etmeyi lu- zumlu sayar. Karısı da, ne kadar yor. gun olursa olsun dinler, yahut dinler görünür. Yanında ben olmayınca, va- siyet me olacak?... Haydi, zile basıp arsonu çağırdığını, gazetesini teda- z cik ettiğini farz edelim, Garsomun, onun | 2<(Cek” Şemsiye alsanız! mütealarını, tek kelime anlamadın | O Profesör, elini gözlerinin üze- da dinlemeğe zamanı olmadığı şüphe- | rine siper. ederek, gök “yüzünü siz dire gözden geçirdi: Kocam, yatağına girmiş, gazeteyi — Hakkın var, Yalnız sağ ta- evirip çevirerek o mırıldanmış, homur- > danmış, esnemiş ve öfkelenmiştir. Öf. | raf bulutlu değil, sol taraf ta öy- kelenince, gazeteyi hiddetle odanın | le... Onun için iki şemsiye ver - bir ucuna fırlatmış, elektiriği söndü- | sen daha iyi olacak!, rüp yatmıştır. Yatmıştır, ama sabaha kadar bir türlü uyuyamamıştır. Sağdan sola, soldan sağa dönmüş. yüzükoyun, sirt. | si) sözlerine inş alin? için sırtına kalınca bir şey almağı u - nutmuş, ada arabalarının geçişini sey- reder, şarkırtılı, şukurtulu nal akisleri- ni dinlerken, serince esen rüzgâr, ilik- lerine işlemiştir. Aksırarak tekrar ice- | riye girmiş ve pencereyi kapatıp, ş67- longa uzanmış, orada sabahlamıştır. Gece kâbuslu rüyalar görmüş, benim kendisinden boşandığım ve başka bir | STD elmas Bes delik; i i, ği i bir | >. n de rn İ ahmak bir insanın bile derhal Yorğun, argın, nezle kapmış meşesi j anlıyacağımı söyledim. Kurnaz - beli bir halde giyinmiş, Beyoğlun. | dan bahsetmedim! daki anartrmanının yolunututmuştur! — Sana bunları, böyle tafsilâtile | anlatan kendisimi? N İ — Hayır gördüğünün gecesi abla. | mur içirip yatakda üstünü iyice ört tüm, Nezlesi geçsin, diye terlettim. O sırada masal söyler gibi ben anlat- tem, o dinledi... Ve ben ne söyledimse tastik etti! «Sen, bunları tıpkı tupkısma an“ lattın ve o, tıpkı tıpkısma tastile etti, öylemi, Berin? ; 5 — Bana inanmıyorsan, kendisine İşte, otele yaklaşıyoruz! MİLE Ya; canım, Sana inanmamak | bahis değil... Yanlız, kacasını Ke iyi anlayan kandın, nadir ba- i Yunur da! ” ir Halbuki, bu, o kadar güç nlar değil, Nesrin! kocayı, öğrendikten sonra bir sene müşahede altında tat. / mak kâfi. Hangi vaziyetlerde yasıl ha- reket eder?. Bir kere bu ciheti bellen- di dimi, ondan ölesi kolay.» Erkekler i öyle sık sık değişemezler! p J Otelin önünde arabadan inerken j sordum: — Fakat, bukadar lalızdı arasm- da şu Ruhüdil bahsine hiç dokunma - ? dm? y K çi | Berin otelin kapısında bekliyen E€- | | /# , | vede doğru yururken bir kahkaha at- | tı: — Onun gidişinidemi merak edi- t yorsun?.. Ayol ,onun gidişinin sebe- i Bi çok daha basittir... kısacası, bakkal Sağ Ve Sol?! Dalgm profesör kır gezintisine gıkıyordu. Hizmetçi, efendisi ka- pıdan çıkarken, şöyle dedi: — Beyefendi, sağ tarafta bu“ lutlar toplanmış.. Galiba yağmur > — Bu hesabın yanlış olduğunu ahmak bir insan bile derhal an - lar! ısrar ediyordu: — Ben yanlışlık görmüyorum. | | — Şimşekten hatırıma geldi. Sen, bu ay elektrik borcumuzu: ödemedin mi?l, — Uslandınsa, artık kapıyı aça - yim, Güzin! i — Hayır, anne!.. Daha ağlıyaca - Kız, köcasının kulebesinde hizmet görmeği, bizim apartımanda hizmetçi. | ım. Sen kapıyı kapa, ben ağlamak » Tiğe tercih etti. Gönül meselesi bu! O | tan vazgeçince, seslenirim! PM e G doi Ondüle ! ALE ERER Zİ Başı cascavlak bir adam, ber - bere gitti, Büsbütün cascavlak de- gil, fakat hemen hemen böyle de- nilecek derecede saçsız bir baş! — Saçlarımın ondüle olmasını istiyorum. Bu işte mahir misiniz? | Berber, bu işte mahir olup ol - madığı yolundaki suale cevap ver meden, müşterinin başmı gözden geçirdi. Uzunca beş, on tel seçebil di. Yüzünü buruşturdu: — Bu işte kâfi derecede mahir sayılıyorum, beyefendi, ama... Bu meharetin eserini sizin başmızda ancak bir şartla ancak gösteribili- rim! — Nedir o şart?, — Ben saçlarınızı ondüle yap » | ma tecrübesine girişirken, başmı- zın en aşağı bir kaç yüz tel saçla kaplı bulunması lâzım! Müşteri, şu cevabı verdi: — Öyle olduktan sonra, meha- retiniz nerde kaldı? Berberden $u cevabı aldı: — Meharet, mucize demek de- ğildir, efendim! b... Babam Değil! Küçük Meftun, babasını daima adile çağırır. Onun aile muhitin - de bir nevi alafrangalık hüküm sürer. Çocuğu böyle alıştırmış- lar! | Bir gün, sokakta babasının — Nasıl?.. Sen, İstanbulda doğ - dun, demek?... Halbüki, ben seni Zen- ci sanmıştım! — Bak başıma gelenlere!.. Bavul diye gramofon kutusunu almışım! bir arkadaşile karşılaştı. Babası- nın arkadaşr sordu: E — Oğlum, baban evde mi? Şu cevabi aldı: — Ben, sizin oğlunuz değilim. i Meftunum. Evdeki de babam de- il, Şadan! : O— Siz, pis şeylerden hâzrediğoı sunuz, çİy patates yemekten höşlarir. yorsunuz, homur homur homurdanr. yorsunuz..... — Dur, Madam, dur! Ayucuma bakmıyorsunuz. Domuz derisinden eldivenimi çıkarimağı unutmuşum! EAA AEAUNAEVARSENEEERENEKERENESEEEEN NANA ANNEYE Damat Ve Kaynana! EYT ERE EE ELMA lm aaa Damat, hiddetle mutbağa girdi. ahçı, şaşırmişti. Evin damadını, kaynanasiyle kavga ettiği zaman- lar, çok defa hiddetli © görmüştü. i ama hiç bir defasında bu seferki | kadar değil! İ — Adeta burun deliklerinden ateş | püsküren damat, matbakta ne var, " | ne yoksa hepsinin altını üstüne ge- tiriyordu. Bolulu ahçı, nihayet sormağa cesaret etti; —Ne arıyorsun, beyim?.. Söyle ' debana, eğer varsa vereyim! Damat boğuk bir sesle, homur- dandı: — Kaynanamın radyo makinesi için bir şey lâzım! —Radyo makinesi için mi?... — Evet... bir alet ki... — Aman, beyim, burada ne ge- zer?.. Burası radyocu dükkânı mr ki!.. — Hah, buldum! Bolulu ahçı, damadın elindeki et kıymağa mahsus satırı görünce büsbütün afalladı: — O, radyo tamirine yaramaz, Damat, baş ağrısından kurtul- ma ve ayni zamanda öç alma zev- kine hazır, mutbaktan fırlarken, cevap verdi: — Radyo, sade tamir edilmez, bazan da kırılır. Kırmak için de senin satırın yeter! Damat, merdiven basamakları» nı dörder dörder atlıyarak üst ka» ta çıktı. Vuruş takırtılarına kulak kabartan ahçı, başını / sallıyarak güldü: — Eh, eh!... Damat beyin işine yaradım, gözüne girdim artık... Sonra, birdenbire yüzünü ekşit- ti. Kaynananın sesi, yukarıdan çığlık çığlığa aksediyordu. o Ahçı derin derin düşündü: — Bir tarafı hoşlandırdım, a- | 3 ma birtarafta çullanacak şimdi bana... Hele kaynana bu evde da- mattan ağır basar. Buna netürlü yaransam acaba ?.. Radyo makine- si kırmağa satır var, ama yapmağa bir şey yok mutbakta! - Ahçı, bu kuşku ile derin derin düşünmeğe varırken, birdenbire merdivenden patırpatır ayak sesle ri işitti ve karşısında kaynanayı görünce, ürperdi: — Maşa nerede maşa! — Efendim? — Bana bir ocak maşası ver ça- buk!... Ama sırtta ençok şakşak edeni, vurdukça en çok acrtanı ol- sun! Çabuk; damadım olacak he- İ rif kaçmadan yetiştir! Bolulu ahçı, kaynananın eline en uzun ocak maşasını tutuşturdu ve o, yukarıya çıkarken, rahat bir nefes aldı: — Oh, benden rahati yok bu evde artık.. Dört başı değilse bile, çift başımamuradamım. Damadı da memnun ettim, kaynanayı da!

Bu sayıdan diğer sayfalar: