3 Eylül 1955 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 21

3 Eylül 1955 tarihli Akis Dergisi Sayfa 21
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KADIN Aile Anne aşkı En —büyük mütehassısların birleşe- rek tamamiyle aptal teşhisini koy- dukları bir çocuk, annesinin yirmi se- nelik inad ve iradesi sayesinde nor- mal insan oldu ve hayatının romanı- nı, nefis bir lisanla yazdı. Bu hâdise 1ngılterede Dublin şehrinde olmuş- tur. Doktorlar, edebiyatçılar, bütün anneler ve insanlık bu inanılmaz mu- cize ile meşguldür e Brown beş yaşında, yeni muş bir bebek kadar tekâmül gosterıyordu Ona bakanların içi pa- ralanırdı, çünkü o yürümek, konuş- mak, hareket etmek şöyle dursun, 0- turamıyordu bile. Annesi, onun yas- tıklarla duvara dayanmasına yar- dım ederdi. nı pozda saatler- ce, nereye baktıgı bellı olmadan, şu- ursuz, durur! Elleri daima kısıl- mış vasıyette ve hareketsizdi. Dublin'deki bütün mütehassıslar onun beyin felcine müptelâ olduğunu, hiç bir zaman konuşamıyacağını, bir ümidi olmadığım söylemişlerdi. Bedbaht anneye tavsiye ettikleri şey ise, onu unutmak, öldü farzetmek ve u gibi ümitsiz hastalara bakan mü- esseselerden birine terketmekti. own — ailesinde, ara ve gid maddeleri cidden çok hesaplıydı, fa- kat buna mukabil sevginin, fedakâ lığın, manevı zenginliğin haddi he sabı yo Dünyaya 22 tane evlat getiren ve hepsini gayet normal olarak yetişti- rip, evdeki küçükleri ile başbaşa ka- lan Madam e Brown, sakat olan onun- cu oğlundan ayrılmak istemiyordu.. Hattâ onu hepsinden çok seviyordu. Brown ailesi şu karara varmıştı: Christie'den utanmıyacaklardı. Onu hiç bir zaman, arka tarafta küçük bir odaya kapamadılar. O, daima ai- lenin içinde, hadiseler ortasında ya- şıyacaktı. Misafirden de kaçırılmıya- caktı. Chrıstıe doğ .. Ve bir gün Christie Brown kur- ' tulacak, zekâsını dünyaya ispat ede- cekti. Bu hayal, yalnızca fedakâr bir annenin kafasında yaşıyordu. Tanı- yanlar onu mantıksızlık ve cehaletle ıtham ediyordu, kocası sinir.getirme- sinden korkuyordu. Çünkü o doktor- ların mahküm ettiği oğluna sokulur, bir kaya parçası ile konuşur gibi o - nunla konuşurdu. Ona komik şeyler anlatır, kendi kendine güler, sualler sorar, kendi cevaplandırırdı. Renkli resimler almıştı ve her gün saatler- ce, onları sakat çocuğa gösterir: u bir at resmidir derdi, bu bir evdır bu dagdır Oglum anlıyorsan bir hareket yap', rica ederim sana, bana bir ümit ver, bir hayat emaresi göster! O zamanlar Christie beş yaşına gırıyordu Taş gibi hareketsiz durur- u ve konu komşu, annesini, tevekkü- le davet ederdi. Fakat o mantıksız bir inatla: — Biliyorum, derdi, oğlumun vü- cudu sakat fakat kafası işliyecek.. Daha meme emerken bile, bana anla- yarak bakardı. Belki Christie bu kuvvetli iman sayesinde kurtuldu. Belki de o haki- katen, annesi ile, gözleriyle konuşu- yordu. Kalbten kalbe akan bu lisana doktorlar nüfuz edemezlerdi. e Tam — beş yaşında idi. O gün aile o- âurma odasında toplanmış bulunu- yor Christie'nin küçük kız kardeşi Mona yerde, tam.sakat ağabeyisinin ayağının altında oynuyordu. Elinde renkli bir tebeşir, bir de küçük bir kara tahta vardı. Yazıp yazıp bozu- yordu O zaman bir mucize oldu. Bacak- larını hiç oynatmayan Christie sol ayağını uzattı ve tebeşiri, ayak par- maklariyle kızın elinden kapt Küçük kız bir çığlık atmıştı. Ba- ba gazetesini, anne elindeki çay ibri- ğini bıraktı. Christie karmakarışık çizgiler ziyor, garip homurtular çıkarıyordu. Annesi yavaşça sokuldu. Kara tahta- Christie Brown ve ailesi Konuşmayan dehâ AKİS, 3 EYLÜL 1955 İlk Şart Jale CANDAN Medeniyet ilerledikçe, hisle- rin İfade şekli de değişmek- edir. Eskiden ıstırap çeken insan oğlu, yerlerde yuvarlanır, yü- zünü gözünü toprağa gömer, çığlıklar atarak bağırmış. Bir çok cemiyetlerde, ölünün arka- sından bağırmak, haykırmak, yalancıktan aglıyan insanlar ki- ralamak adetmiş. Bugün, ıstı- rap çeken, ne kadar ciddi, va- kur ağır durursa o derece 'tak- dir topluyor. Istırapta olduğu gibi bütün nişlerde, ölçülü ve ciddi bir ifade tarzı, artık el- zem olmuştur: hürmet ve ter- biye ifadesinde, sevinçte, ke- derde, lisanda, edebiyatta, hep bu ciddi ve mübalâğasız şekli arıyoruz u -dünyanın çoktan tâbi ol- dugu bır cereyanda- İngilterede, sakat bir genç, hayatının romanını yazmak İs- temiş.İlk — müsveddeleri, cesa- ret kırıcı imiş, çünkü bir çek yerlerde — mübalâğalı, — gülünç cümleler varmış. Roman, şöyle başlıyormuş: — Ben bir insan paçavrası- yım. İlk münekkidliğini yapan doktoru imiş, ifade etmek İste- diği şeylerin, süse muhtaç ol- mıyacak kadar, derin ve güzel olduğunu soylemış Genç, romanı yırtmış, sene- lerce çalışmış, yenisini yazmış ve lisanım sadeleştirdikçe, his- lerını daha kuvvetle anlatabil- ; Romanı meşhur olmuş. A- dı "Sol ayağım". Çünkü onun vücudunda, bu sol ayaktan baş- ka işleyen bir şey yokmuş, işte "sol ayak" gibi iddiasız iki ba- sit kelımenın uyandırdıgı rıkka— ti, "bir insan paçavrası" keli- meleri uyandıramamıştır. Umumiyetle, erkekler hisle- rinin ifadesinde kadınlardan da- ha ağırbaşlıdırlar. Cemiyet ha- iş sahasında ise kadın- re terbiyeli görün ve sevgi hislerini ifade etmek i- çin iki büklüm olan kadına te- saduf etmek guçtur Ama iş, "sözde edebiyat" yapma safha- sına dökülmlye dursun.. İşte son olarak, siyasi bir te- şekküle mensup kadınlarımızın, bir hâdise dolayısiyle büyükle- rine çektikleri telgraf, bu ede- biyat yapma —merakının canlı bir misalidir. Süslü cümleler ağ- dalı lisan, teşbıhler tamamiyle lüzums uzdur, Bazen en samimi hislerin cıddıyetını bozabılırler Medeniyetin ilk şartı her yer- de, ama her yerde sadeliktir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: