8 Mart 1958 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 32

8 Mart 1958 tarihli Akis Dergisi Sayfa 32
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

M U S Sanatçılar Zeki Bey G eçen hafta Cumartesi günü öğle vakti Modanın sakin sokakları, Chopin'in Matem Marşını çalan bir askeri bandonun sesiyle tınladı. Bir cenaze alayı, yavaş adımlarla, Şük- ran sokağının köşesini donmuş, Mo caddesine çıkmıştı. Bir gün önce, 78 yaşındayken ölen, İstiklâl Marşı bes- tecisi Osman Zekı Üngör, son istira- boş yere devlet ricalinden herhangi birini hiç değilse nezaket icabı gönde- rilmiş bir çelengi aradı. Ama hayır. C adına gönderilen birkaç çe- lenkten başka siyasi partilerden hiç biri İstiklâl, Marsının bestekârını, ha- tırlâmamıştı. Zeki Beye ömrünün son haftala- rında bile Moda sokaklarında rastlı- yanlar, ilerlemiş yaşını ve ciddi bir hastalığa tutulmuş oldugunu «bildikle- ri halde, hiç de ona "istirahata muh- taç bir ihtiyar" diye bakmazlardı. Dinç, canlı, neşeli bir adamdı. Zeki Beyi gençliğinden tanıyanlarsa on- dan yakışıklı, şahsiyet sahibi, yaşa- masını bilen bir erkek diye bahseder- lerdi. Ankarada, evinde yalnızken bi- le, hiçbir zaman smokinsiz sofraya oturmazdı. Ömrünün son yıllarını, kendinden çok daha genç olan güzel beşinci karısıyla geçirmişti. 1880 yılında İstanbulda, Üsküdar- da doğdu. Musikiyi meslek olarak seçmesinde büyükbabası Hilmi Beyin rolü büyüktür. Hilmi Bey Saray Mı- zıkasında Miralaydı. Torununu da Mızıkaya yazdırdı. Mütareke yılların- da Zeki Bey, Sarayı Hümayun Orkest rasının şefiydi. İstiklâl Marşını, İz- mir zaferinden sonra, Mehmet Akifin "İstiklâl" şiiri Üüzerine bir — milli "hymne" olarak besteledi. Atatürk besteyi dinledi, beğendi ve Türkiye Cumhuriyetinin milli marşı olarak kabul etti. Daha sonra Zeki Bey, Sa- ray Orkestrasının bir devamı, olan ve Türkiye Cumhurbaşkanlığı Flâr- moni Orkestrası sıfatını alan toplulu- ğun ilk şefi oldu. 1927'de Ankarada Musiki Muallim Mektebi -bugünkü Devlet Konservatuvarı — kurulduğun- da Zeki Bey müdür tâyin edildi. 1930 da Zeki Bey artık, Türkiyenin bir musiki öncüsü olarak vazifesinin sona erdiğ'ne inanmıştı. Hem yaşı da iler- liyordu. Üstelik kulakları da ağır işit- meye başlamıştı. 'Kolları ağrıyordu; keman calamıyordu. Meslek hayatını bıraktı, Modadaki evine çekildi. Kemancı olarak Zeki Bey, gerek resital halinde, gerekse orkestrayla peknok konser vermişti. Öğretmen o- larak hiçbiri virtüöz olamadıysa da, sayısız genci çalıştırmıştı. İstiklâl AKİS, 8 MART 1958 İ K İ Marşının nasıl çalınması gerekeceği hususundaki isteğine gelınce herne- adar bu parça, ismine rağmen bir yürüyüş havası olmayıp bir "hymne" idiyse de, bir zamanlar olduğu gibi matem havasını andıran yavaş tem- poyla değil, şimdi yapıldığı gibi hızlı ve enerjik çalınmasını tercih ediyor- du. Konserler Fransız viyolonselci enç bir Fransız viyolonselci, Guy Fallot,.geçen hafta Ankara ve İstanbulda verdiği konserlerde, epey zamandır iyi bir yabancı vıyolonselcı dinlememiş olan musikiseverlere bu zevki tattırdı. İstanbulda Saray Sine- masında verdiği ilk resitalde salon halkın viyolonsele' ilgi göstermediğini G uy Fallot Şarkı söyleyen teller düşündürecek kadar boştu. Bin kışı— lik sinema salonunun ancak üçte ri dolmuştu. Belki herkes hevesını bir konserto dinlemeye saklıyordu; belki de ilk konserde genç Fransızın değerini öğrenen dinleyiciler onun propagandasını yapmışlardı. Fakat apaçık görünen, halkın bu ikinci kon- sere çok daha büyük bir rağbet gös- terini olduğuydu. Koca salonda boş koltuklar tek tüktü. Guy Fallot, Fransız Kültür Mer- kezinin bu mevsim Türk dinleyicisine sunduğu en iyi musikişinas sayılabi— lirdi. Gerçi onu, tamamen cağımıza has bir kategorının entellektüel icra- cılar kategorisinin bir mensubu say- mak mümkün değildi. Guy Fallot ro- mantik davranışlı bir halk konserci- siydi. Fakat zamanda seçtiği yolun ileri gelen musikişinaslarından biri olacağı anlaşılıyordu Çaldığı her parçada, besteciyi kendi şahsiyetin- den üstün gördüğü seziliyordu. Bir e- serin mânasını iyice kavrayıp akset- tirmeye muvaffak olmadığı zaman- larda bile açık sözlülüğü tercih edi- yor, anlatışını gösterişe ve mugalata- ya boğmuyordu. Küçük, fakat kesif ve aydınlık bir tonu vardı. Vibratosu dar aralıkli ve hızlıydı. Yayının sağ- lamlığı ve uzun notaları rahatça, sal- lanmadan ve kısa kesmeden icrası, çalışının dikkat çeken vasıflarından biriydi. Entonasyonu genel olarak doğruydu. Ancak arada bir, bilhassa tiz bölgede, bütün konser -boyunca ancak üç veya dört notanın tam yeri- ne oturmadığı oluyordu ki bu da Guy Fallot'nun çalışının ana vasıflarından biri olan bu değere bir zarar vermi- yordu Lirik çalış E ntonasyon doğruluğu, Guy Fallot'- nun çalışının asıl büyük özelliği- nin dinleyici üzerinde tam bir tesir yapmasını sağlayan — meziyetti. Bu özellik de genç çellistin bilhassa lirik hatları candan, samimi bir .duyguyla çalması, adeta "teganni" etmesiydi. Nitekim Loeillet'nin sonatı, yahut Dvorak konsertosunun lirik pasajla- Ti gibi onun bu meziyetini gösterme- ye bilhassa imkân veren bir musiki karşısına çıktığında Guy Fallot, ifa- d esindeki belâğatin zirvesine ulaşı- yordu. Öte yandan bu usta çellistin çevik parmakları, hızlı pasajların da kesinlikle icrasına imkân sağlıyordu. Fakat Guy Fallot bu tip musikide din. leyiçiye pek fazla tesir edemiyordu. Çalışında gerçi virtüozların kesinliği vardı ama, parlaklığı, — gösterişçiliği yoktu. İstanbuldaki Filarmoni kon serinde, ilk kısımda orkestrayla bir- likte Dvorak konser tosunu çaldıktan sonra, ikinci kısımda Cemal Reşit Reyin piyano refakatiyle icra ettiği iki parça, Fallot'nun ne tip musikide başarı gösterdiğini dinleyiciye kolayca bir kıyas yapma fırsatını vererek a- çıkladı. Guy Fallot'nun tini oi?n mu- siki, Faure'nin Elegie'siydi. Popper'in Macar Rapsodisi değil.- Bundan baş- ka, derin psikolojik mânaları olan e- serler de henüz bu u genç İcracıya sır- larını açıklamıyorlardı Beethoven'in ajör Sonatı, resitalinin, mânası karanlık kalan bir eserdi. Fakat bu eserin icrasında viyolon- selci herşey değildi. İyi bir piyaniste de ihtiyaç vardı, Oysa Ferdi Statzer, bu ihtiyacı karşılıyacak bir piyanist olmaktan çok uzaktı. Guy Fallot. çık— tığı ilk dünya turnesi sırasında kiye'ye gelmiş bulunuyordu. Birkaç ay önce Amerika ve Kanadadsu da kon- serler vermiş, büyük' başarılar ka- zanmıştı. Fakat diğer memleketlere, kızkardeşi Monigue Fallot ile gitmiş- ti. İmkân olup da Türkiyeye de piya- nist kızkardeşiyle gelseydi herhalde resitalleri daha tatmin edici olurdu. 33

Bu sayıdan diğer sayfalar: