11 Aralık 1964 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 25

11 Aralık 1964 tarihli Akis Dergisi Sayfa 25
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

seleri ortaya atmış, eski zamanı ha- tırlatan şeffaflık ise kapalı yünlü elbi- selerin kollarını ve yakalarını (şeffaf, pliseli garnitürlerle süslemekle yetin- miştir. Parisli bir terzi : eki ama, entelektüeller na- sıl İM diye sormuş ve ceva- bını gine kendisi vermiştir: " " — Değişik şekilde!... Değişik şekil, çıplak vücudu gös- teren büyük delikli bir örgü bluzdur ve meselâ dümdüz siyah bir pantalonun üzerine giyilmektedir veya bluz uzun kollu bir dantel bluzdur da, farklı olarak, dantelden bir de kapüşonu var- dır. Bazen dümdüz şömizye bir elbise- nin şeffaflığı da modayı uygulamaya kâfi gelmekte ve daha çekici, esrarlı olmaktadır. Dekorasyon Fakir görünüş Dekorasyonda çıplaklık ve "fakir gö- rünüş" gündengüne daha fazla rağ bet görmektedir. Meselâ, süslü abajur- lar tamamiyle ortadan kalkmış, yerini çok fakir görünüşlü, ucuz malzemeler- den yapılmış abajurlar almıştır. Eski- nin şâhâne avizeleri yerine yemek veya yazı masasının tam üstüne sallandırı- lan çıplak görünüşlü ışıklandırma ter- tibatı, odaların özelliğini yapmakta- dır. En pahalı mobilya tahtaları bile gösterişsiz, sade bir şekilde işlenmiş- tir. Biblolar yerlerini ihtiyaç eşyaları- na bırakarak ortadan kaybolmuşlar, fa- kat bu sonuncular - meselâ bir testi, bir sepet, bir sürahi - dekoratif şe- kilde kullanılmaya başlanmıştır. Sa- nat zenginliğin yerini almış ve deko- rasyonda birçok malzeme, tabii şekil- lerinde kullanılmaya başlanmıştır. Meselâ, bir memleketin özelliğini teşkil eden bir taş, dümdüz ayaklar ü- zerine oturtularak, masa vazifesi gör- mekte, evin birçok eşyası, mimari ile birlikte ele alınarak, ev yapılırken sağ lanmakta, buna ilâve edilen o birkaç parça ile ev derhal oturulur hale gel- mekte, fakat çıplak görünüşü kaybet- memektedir. Perdeler mümkün mer- tebe basittir. Lüzum yoksa o kullanıl- mamakta ,bazen stor şeklinde açılan ve evin tahta pervazları içinde kaybo- lan modem güneşliklerle yetinilmekte- dir. Işık tertibatı da bazen duvarlar arasından çıkmakta ve ortada hiçbir lâmba gözükmemektedir. Kumaş örtü- ler vesaire hemen hiç yoktur. Tahta, fakir ve çıplak görünüşü ısıtan malze- medir ve bol bol kullanılmaktadır. AKİS, 11 ARALIK 1964 Tarihi Bir Vesika Jale CANDAN 6 Aralık 1934'te, Türkiye Büyük (Millet Meclisi Riyaset Divanı, heyeti umu- miyeye, türk kadınlarından gelen bir mektup okumuştu. Mektup aynen şöyle diyordu: "Dün Büyük Millet Meclisi, türk kadınlarının saylav seçmek, saylav seçilmek kanununa onay verdi. Biz türk kadınları bundan gönenç duyduk. Gerekli olan iş yapıldı. Bu hakikati anlayan, ortaya koyan, kanunla teyit eden büyük türk ulusunun mümessillerine minnet." İşte, bundan tam otuz yıl önce Ankara Halkevinde toplanan aydın türk kadınları, türk kadınının siyasi haklarına kavuşmasını bu seklide karşılıyor- lardı. Büyük Meclis gerekeni yapmıştı. O tarihten otuz yıl sonra ise, Ankara Radyosunun düzenlediği bir açık oturumda bir kadın sesi, oturuma katılan diğer konuşmacılara karsı, kadın haklarının Türkiyeye hiçbir hazırlıksız, âdeta tepeden inme, liderler tara- fından getirildiği tezini savundu! Kadın haklarının memleketimizin her köşesinde istenilen seviyede kul- lanılmaması, hattâ birçok bölgede bu hakların kâğıt üzerinde kalması ve bu bölgelerdeki kadınlarımızın en ilkel bir hayat sürmeleri, bu hakların za- mansız verilmiş olduğu şeklinde değerlendirilmemelidir. Bu hem gerçeğe dayanmaz, hem de Atatürk devrimlerine indirilebilecek en büyük bir dar- bedir. Atatürkün kadın haklarını büyük bir devrim sonucu getirdiği, bu alan- da "evolution" metodlarına değil, "revolution" metodlarına başvurduğu bir gerçektir. Eğer Atatürk olmasaydı, bugünkü Türkiyede kadın hakları ne du- rumda olurdu? Bu sorunun cevabı herhalde hakların zamansız geldiği tezini savunanları düşündürecek niteliktedir. Atatürk büyük bir devrimciydi ama, hayal adamı değil, hakikat adamıy dı. O, herşeyden önce toplumunu iyi tanıyan bir lider olarak, devrimlerinin dayanak noktalarını bulmuş, bunları hesaplamış ve başarılarını sağlamıştır. Bence, kadın haklarındaki dayanak noktası, kadının Kendi gücü ile, müca- dele ederek elde ettiği tahsil hakkıdır. Kadının Türkiyede hiçbir mücadele yapmadan haklarını kazandığı fikri çok ileri sürülmüş oldukça eski bir fi- kirdir. Halbuki 1900 yılından itibaren türk basınını inceleyecek (o olursak, orada Fatma Aliyelerin, Şadiye, Rasime, Faika hanımların, daha sonra da Evliyazade Makbule hanımların, İsmet Hakkının, Nezihe Muhittinin, Halide Edibin mücadelelerini görebiliriz. Bu kadınlar, devrin mutaassıp din adam- larına, şeriata başkaldırmış "taaddüdü zevcat" müessesesine karşı çetin bir mücadeleye girişmişlerdir. Kızların ilkokullara ve rüştiyelere kabulü, kadın- ların bu amaçla çıkardıkları bir gazetenin açtığı çetin mücadele sonunda elde edilmiştir denilebilir. Bundan sonra kızlar için lise, daha sonra da üni- versite açılması ve nihayet 1918 'de tahsil birliği prensibinin kabulü ile kız- ların erkeklerle beraber üniversitelere gidebilmeleri hep aydın o kadınların aydın erkeklerle beraber yürüttükleri mücadele sonunda olmuştur. Atatürk, kadın devrimlerini, umutlarını, inancını işte bu mücadeleye ve İstiklâl Sa- vaşında, yurdun dört bir köşesine dağılan genç ve iman dolu öğretmen ka- dına, toprağını işleyen, savaş meydanına koşan kadına, dayanarak geliştir- miş ve mevcut kuvvetlere, bir büyük reformun gerektirdiği kudret ve oce- sareti vermiştir. Eğer bugün toplumumuzda, bazı belgelerde kadın hakları kâğıt üzerin- de kalmışsa, bu, onları yeteri kadar besleyememiş olmamızdan ileri (o gel- mektedir. Bu, yalnız kadın devrimleriyle ilgili bir mesele de değildir. Denili yor ki, "köyde kadın, oyunu nasıl olsa evin erkeğinin isteği istikametinde kul lanıyor; şu halde kadının oyunu kullanması bir mâna taşımıyor". Ama as- lında, o erkek de oyunu köyün ağasının isteği istikametinde kullanmakta- dır. Demek ki yara daha derindedir. Köyü ağanın hâkimlyetindeki ilkel eko- nomik şartlardan kurtarmak, köyü kötü geleneklere karşı eğitmek o lâzım- dır. Devrimler, ancak eğitimle beslendiği nisbette yararlı olur. Kusuru dev- rimlerin kendilerinde değil, eğitim ve öğretim metodlarında, köstekleyici ekonomik şartlarda aramak lâzımdır. Düne değil, yarma bakmak; çare aramak, Atatürk gibi inanmak ve onun gibi "hızlı" hareket etmek zorundayız. 25

Bu sayıdan diğer sayfalar: