23 Eylül 1967 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 20

23 Eylül 1967 tarihli Akis Dergisi Sayfa 20
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SOSYAL HAYAT yaz şapkaları, kadınları hem iki sa- niyede en mükemmel şekilde giy- dirmekte, hem de çok şık göster- mektedir. Günün her saatinde bu tip şapkaları kullanmak da müm- kündü Yazın en çok moda olan biçim- ler, bütün başı içine alan, yumuşak kumaşlardan yapılmış, ufak çiçek- lerle süslü şapkalardır. Bunların çe- şitleri vardır. Kışın çorap nasıl ki kıyafetin tamamlayıcı unsuru ise, yazın bu şapkalar da çıplak elbise- lerin tamamlayıcısı olarak kabul e- dilmiştir. Takma saçlara ve kumaş şapka- lara rağmen bazı kadınlar saçlarını göstermeyi tercih ederler. Bu kadın- ların, tatile veya geziye çıkmadan önce berberin kursundan geçmeleri, Bile bile.. AKİS üç veya dört bigudi ile saç düzelt- meyi öğrenmeleri şarttır. Gerçek- ten, berber saçı ona göre keser ve akşamdan takılan birkaç bigudi ile saç, derhal şekil alır. Yumuşak bi- gudiler, gece yatarken o takılmaya elverişlidir, hiç acıtmaz. Üstelik, bunları şık bir file ile örtmek, böy- lece yatak şıklığını korumak da mümkündür. Türkiyenin oldukça zengin ve üstelik bazı turistik imkânlara kavuşmuş, oldukça mutlu sayabileceği- miz bazı ilçelerinde birkaç gün geçirdikten sonra, insan, büyük şehirlerimizi taran gecekondu âfetinin nedenlerini, kitaba, rakama bakmadan, öyle uzun boy- lu ekonomik araştırmalara başvurmadan anlayabili- yor. Örneğin Alanya gibi, dünyanın cenneti, oldukça müreffeh, yeni yeni imkânların eşiğindeki umutlu ve mutlu bir ilçenin gece görünümü, Ankaranın gece- kondu bölgelerinin gece görünümünden çok daha sö- nük. Evlerin çoğu ya ışıksız, ya da elektriği kullana- mayacak derecede yoksul. Şimdi, Anadolunun ışıksız, yolsuz, susuz köylerini düşünürsek, değil kışlık katığı- nı, kışlık kuru ekmeğini dahi bulamama kaygısı için- deki köylünün, yorganım sırtlayıp, düşlerine giren "ağasız köy" hayali peşinde göç etmelerini anlama- mak mümkün değildir Bugün iktidardaki politikacılar, Türkiyenin ger- çeklerini acı bir dille yansıtan sanatçılara, yazarlara ve, Tanrıya şükür, cesaretle bunlara katılabilen poli- tikacılara kızıyorlar, Türkiye, oldum olası yar Neden, birden herkes bu daraca karamsar oldu? Dü- zen değişikliği ile istenen nedir?" diye soruyorlar. Evet, Türkiye, oldum olası böyleydi. En bol İm- kânlar İçinde sefalet ve açlık çemberini bir türlü kı- ramadı, kendi bağrından yetiştirdiği aydınlar onu sır- tından yurdular, özlediği uygarlık seviyesine bir tür- lü ulaşamadı. Ama dün, böylesine umutsuz değildik. Türkiyenin yoksulluğunun nedenlerini dün, gereği ka- tlar bilmiyorduk. Ayağı çıplak çocuğun, avurdu avur- duna geçmiş köylünün, açın, çıplağın ıstırabında, ta- sidiğimiz sorumluluk payını ölçemiyorduk. Demokra- sinin en büyük faydası, bence, bilmediklerimizin su yüzüne çıkmasına yardımcı olmasıdır. 1950-60 arasın- daki çetin siyasi mücadelenin attığı tohumlar İra bu toprakta yeşeren 1960 ihtilâli, Türkiyenin ıstırabının nedenlerini, artık, şüphe götürmeyecek derecede orta- ya çıkarmıştır. On yıllık kalkınma plânını şu veya bu noktadan tenkit etmek, yeterli bulmamak belki münı kündür. Fakat bu plân, Türkiyenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal çıkmazı, gerçekçi bir şekilde dile getirmiştir. Çarelerini ise, teferruatta hatalar bulun- la da, ana hatlarıyla, bilimsel yoldan, herhangi bir 20 politik kaygıdan uzak, bütün açıklığıyla göstermiştir. Üstelik, o beğenmediğimiz koalisyon hükümetleri devrinde köylü ve kentli bu plâna inanmış, ona bel- bağlamış, Türkiye yavaş veya hızlı, plânlı,ve gerçekçi bir kalkınma yoluna girmiştir. Ben, bu devirde, bir- çok köyde, yarının ekmeğinden emin olmıyan köylü- nün plâna güvenle baktığına tanık olmuştum. Hatır- lıyorum; Marmaranın İlhanlar köyünde, bir balıkçı kahvesindeki köylüler, "Yolunuz var mı?" sorusunu, hep bir ağızdan "Yok! Ama, plânda var. İki yıl sonra yapılacak" diye cevaplandırmışlardı. imdi, bildiklerimizden geri dönmek durumunda bırakıldığımız için, umutsuzuz. Örneğin, Türkiyede bütün gerekli araştırmalar yapılmış ve toprak refor- mu gerçekleştirilmeden Türkiyenin kalkmamıyacağı gerçeği, inkâr kabul etmez şekilde ortaya çıkmıştır. Devlet Plânlama Teşkilâtı raporlarına göre de, Tür- kiyede işlenebilir otoprakların yüzde 6l1.S'i, toprakla uğraşanların yüzde 20'sinlin elindedir; geriye kalan yüzde 80 ise, ekilebilir toprakların yüzde 38.5'ini pay- taşmak durumundadır. Bu sonuca göre, yuvarlak ola- rak 300 bin aile, tamamiyle topraksızdır ve ağa elin- de esaret hayatı sürmektedir. Gene yuvarlak rakam 400 bin aile, ortalama 3 dönüm araziye sahiptir ve ço- galan çocuklarıyla bu topraktan geçinmeğe çalışmak- tadır. Oysa, 491 ailenin elinde 4 milyon 56 bin dönüm arazi bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar, köylüye kuru bir toprak dağıtımının hiçbir şey getirmiyeceğini, bunun, top- rağı işleyecek araçlarla, tarım reformu ile, kooperatif ellik ve kredi dağıtımı eşitliğiyle (o desteklenmesi ge- rektiğini bir bir ispatlamışken, şimdi, iktidardaki par- tinin, devlet hazinesine alt bir miktar toprağı köylüye dağıtmağa kalkması, sadece yetersiz değil, manda zararlı ve umut kırıcıdır. Çünkü bu, yalnızca köylünün işine yaramamakla kalmıyacak, başarısızlık- la sonuçlanmaya mahküm olduğu için, toprak refor- mu inancını kökünden kazıyıp, ağanın ekmeğine yağ sürecektir. En tehlikeli şey, yapılacak işi yapmamak değil, yapar görünüp, o konuda beslenen umutlan kö- künden söküp atmak, Türkiyeyi kurtaracak tedbirleri dejenere etmektir.' Jale CANDAN 23 Eylül 1967

Bu sayıdan diğer sayfalar: