22 Şubat 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

22 Şubat 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İ i ülzmieiimbenmekeiii — kesilmişti. ” Tefrika Ye 7 İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! 22 Şubat 1912 Nakleden : Bacaklarımı kıvırdılar ve üstümü örterek, Bl imebiln içine yatırdılar. Sustum.. Kımıldıyamadım. Ayaklarile mütemadiyen karnıma basiyorlardı. Nereye gittiğimizi bilmiyordum! İki yoldaş, başı ucumda, şen kahkahalarla gülüşüp konuşuyor- lardı. Iri boylu haydudun birden sesi Merdiven gıcırtıların- dan, aşağıya indiğini anlayordum. Nevzat odada yalnızdı. Başıma bir tekme daha indi: — Alçak, köpek! sevğilimden ne isteyordun? İstanbulda hiç bir kadın bulamadında bu zavallı öksüzemi göz diktin? Hiddetini bir türlü yenemeyen delikanlı odanın içinde dolaşıyordu: — Fakat, emin olki, biraz sonra, senin, o sevgilime bakan gözlerini İ oyup çıkaracağım! Evin içinde, geldiğim dakikadan beri devam eden kadın sesleri, çığlıklar, hınçkırıklar kesilmişti. Aşağı yukarı inip çıkan iri boylu adamın ayak seslerinden başka bir gürültü işidilmiyordu. Kadınların kaçtıklarını ve bil- hassa ( Pervin)in evden uzaklaş- tarıldığını tahmin etmek güç de- gildi. Bittabi, bu meyanda, ca- ketimde diğer masruk eşya ile birlikte kaçırılmış olacaktı. En büyük endişem, caketimin bir daha ele geçip geçmemesiydi. Ya onların izlerini bulamazsam..? Caketimi bir daha nasıl ele geçirecektim? Kendi kendime : — Keşki plânları aşırdığım gece çıkıp gitseydim... Diyerek, hiddetimden kendimi yiyordum. Elleri ve ayakları iple bağlan- mış bir adamın halâ pılân dü- şünmesini hayret ve istigraple karşılayorsunuz.. Hakkınız var! Fakat ben, - gözlerim kapalıda olsa - madamki düşünebiliyorum... Madamki beynim işliyor.,. O hak de, her şeyden evel, hiç şüphe yokki derühde ettiğim vazifeyi düşümeğe mecburdum. Ben hayatını istihkar etmiş, ölümden ve ateşten yılmaz bir adamdım. Hayatıma, ancak, mem- leketime nafi olabilmek için kıy- met veriyordum. O dakikada hayatımın hiç kıy- meti yoktu. Fakat, bin müşkülâtle elde edebildiğim siyasi dosyaları bir an evel memleketime ulaştır- mak için, gözüme, hayatımdan çok daha kıymetli birşey görünmiyordu. Bu basit tuzağa nasıl düştüğü- mü hatırladıkça şakaklarımın çat- larcasına çarptığını hissediyordum. kendi Iri boylu adam birdenbire oda- dan 'içeriye girdi ve Nevzada türkçe bir şeyler söyledi. Bu kısa muhavere içinde bir tek kelimenin manasını anlamıştım: Lia Başka birşey anlayamadım. Nevzat başımdan, arkadaşı da ayaklarımdan yakaladı. Sürükliyerek merdivenden in- dirdiler. Beni nereye götürüyorlardı? Bunu anlamak güçtü. Aşağıda üzerimi iyice sardılar. Kollarımı, ayaklarımı tekrar mua- yene ettiler. Otomobil tam sokak kapısının önünde durmuştu. Gözlerim görmiyordu. Fakat, mütecavizlerin attıkları adımlar- dan anlıyordum ki, otomobil ka- pıya rampa etmişti. Bacaklarımı kıvırdılar... Başım sert bir yere temas etti. Bir az depreşmek istedim. o Karnımın üstüne bir kaç yumruk darbesi birden yedim. Beni daima baygın bir halde bulundurmak kastile ikide birde mideme vuruyorlardı. Sustum.. Kımıldamadım.. Can- sız bir ceset gibi, otomobilin içinde iki büklüm kaldım. Otomobil hareket etti. Dört ayak bütün kuvvetile üze- rime basıyordu. Şoföre evvelce nereye gideceği bittabi söylen- mişti. Mütecavizler (sigaralarını yakarak konuşmağa başladılar. (Arkası var ) masura Izmirde menenjit hastalığı Izmir, 20 — Aydın ve Denizli vilâyetlerinde baş gösteren (Me- nenjit iltihabı sehaya) hastalığı vukuatı ahiren İzmirde'de görül müştür. Vilâyet sıhhat komisyonu vali paşanın riyasetinde | toplanarak halkın sıhhatile alâkadar meseleyi ve bilhassa iltihabı sehaya hasta- lığı hakkında müzakeratta bulun- muş ve icap eden kararları ittihaz etmiştir. Tarsus köylerinde şap hastalığı Tarsusun Tekeli veren Yunus oğlu, Tekir, Naili hürriyet, köy- lerile Hakkı bey çifliğinde şap hastalığı sönmüştür. Hastalık azalmış olduğu için evvelce Tarsus ırmağı üzerinde konulmuş olan roktaların kaldırıl- masına karar verilmiştir. Tetrika No 9 ww“ 22 Şubat 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: O (Vâ- Na) Sevişdiği her kadının zülfünden bir tek tel koparıp ta bir araya getirseydi, kocaman bir balat meydana gelirdi. Parası, dans etmek iptilâsı, ha- rici şekil ve şemaili, dil bilmesi, sokulganlığı, hayatta muvaffaki- yet elde etmesi için vesileler teş- kil etmişti. Hafif meşrep kadım- ların hepsi, onun kurduğu tuzak- lara düşüyordu. Hattâ, bazan lekesiz ve bedbaht aile kadın- larını da iğfal edebiliyordu. Maalesef, son zamanlarda, tica- relte ovurgunculuğun : kalkması yüzünden, fevkalâde ziyan etmişti. geraitle sigorta etmekledir. Kazandığı on binlerle ayni süratle erimekteydi. Hattâ, erimiş, tükenmişti bile... Dillere destan serveti, hakikatte lafı güzaftı... Bankalara, sağa sola piyasaya borcu vardı. Hesaplı ve iktisat dairesinde hareket etmek!.. Bu, Fazılülkasdi için mümkün değildi. Kazanmak, kazanmak, gene kazanmak, mütemadiyen kazan- mak istiyordu. Kumar oynamazdı. Lâkin ticari işlerini kumar oynar gibi yapardı. Şimdi, bu neviden ir iş arıyordu. Mısırlının o yazıhanesi üzerinde bir takım evrak vardı. Bunlar, sınai teşebbüslere aitti. Zonguldak limanına ve oradaki kömür ocak- larına dair bir takım projelerdi. Bütün bu evrakı tetkik eder- seniz, görecekdiniz ki, Mısırlının işleri hiç te iyi gitmeyordu. Bu zat, kargaşalık devirlerinde, ibti- 1 ilân olunur. DARÜLBEDAYİDE : Eninde sonunda... Darülbedayiin sevimli, zeki; eli kalem tutan artisti Bedia hanım, bir zamanlar sabnemizde halkı güldüren. Ibnirrefik Ahmet beyin yerini tutmıya başladı. Abmet bey, eski fransız vodvillerini, kârıkadim bir teknikle sahnemize naklederdi. Bedia hanım da fransanın asri bir vodvil muharririni keşfetti. Her mev- sim, aradasırada, Darülbedayi sa- lonunu kahkahaya boğuyor. işte “Eninde sonunda..,,da, ortalığı kahkahaya boğan bir vodvil. Pek güzel terceme edilmiş, pekâlâ adapte edilmiş bir eser. Tarzı temsil de oynak, şakrak, mükemmel. Esasen bunun aksi olmasina imkân yok. Vodvil üstat- larının hepsi bir araya toplanmış: Behzat, Hazım, Vasfi, Halide... Bu dört sanatkârı bir vodvilde beraber seyredip te, beğenmemek, gülmemek kabil midir? Bilhassa Hazın, şaheser bir oyun oynadı. Kısaca anlatayım. Çok kıymetli sanatkârımız M. Kemal birdenbire (hastalanmış - (Geçmiş olsun der ve afiyet temenni ederiz). Hazım Kemal'in yerine oynuyor. Fakat öyle ansızın bir oynayış, ki demeyin gitsin. Rolünün ne ne olduğunu biliyor, ne de tek kelimesini... Fakat care yok, perdeyi açmak lâzım... Perde açıldı ve Hazım... sevimli hareketleri, güzel mimikleri ile ortalığı gülmekten kırıp geçirdi. Yalnız bizi, seyredenleri değil, sahnede oynıyan (o arkadaşlarını bile güldürdü. Velhasılı kelâm yili. aksatmak şöyle dursun, bilâkis ihya etti. Bunda, rölünü çok iyi bilen Şaziye hanımın büyük yardımını zikredelim. Hazım beye hayli oyardım etti, eksik kalan bir çok cümlelerini derhal tamamlıyordu. “Eminde sonunda..,, nın asıl kahramanı bizzat Bedia Hanımdı. Bir kere iyi oynadı. Sonra iyi giyinmişti, daha sonra da giydiklerini -her zamanki gibi- yakıştırmıştı. Tasavvur edin: Kıvır kıvır siyah saçlar, pırıl pırıl siyah gözler, beyaz bir elbise, kırmızı bir kemer, ince, ten rengi ipek çoraplı bombe ayaklara giyilmiş kırmızı ıskarpinler... Bu şekilde bir misafir gelse, âşık olmaz mısınız? Işte “Eninde sonunda... ,, da paşamın evine böyle güzel bir misafir geliyor ve evin içini altüst ediyor , bütün erkekler âşık olu- ... Nasıl olmasınlar, bu mi- perdede odört ayrı tuvalet giyiyor ve eninde sonunda eski sevğilisi ile evleniyor. Perde kapanmadan evvel Vasfı bey Zehra hanımı göstererek Bedia hanıma: Ben senden iyisini buldum! diyor. Sanat noktai na- zarından mukayese yapılama zamma, Zehra hanımı cidden iyi idi. Velhasıl “Eninde sonunda...,, mükemmel di. Güldük, eğlendik, beğendik. Müsahipzadenin Okaba saba ortaoyunlarından sonra, aradasıra- da böyle güzel tuvaletli, zarif nükteli eserler seyredip gülmek hiç fena olmuyor. Selâmi İzzet kârlar arasında, Cemal paşa'ya şu beye, bu efendiye yanaşarak, işle- rini iyi idare edebilmişti. Setvetini nemalandırmıştı... Lâkin, bilâhare, ortalığa sükün arız olunca, bütün harp ve ihtikâr zenginleri gibi, yüzbinlerle birden kazandığını, gene yüzbinlerle olarak eritmişti. Hülâsa, baydan gelen huya gitmişti! Tabii ve sükünet zamanlarında işlerini idare edememişti. Faz:lülkasdi, bütün hesaplarinı göz önünde tutuyordu. Doğrusu, vardığı neticeden inkisarı hayale uğrayordu. İstikbalinin feci ola- cağından, beş parasız kalacağın- dan korkuyordu. Şimdi dimağında, yine aynı korku vardı. Asabiyet içindeydi. Köşedeki divanın üzerine ken- dini attı. Yanında, ufak bir tabu- re duruyordu. Parmaklarile, bu tabure, üzerinde, ağır ağır tram- Yaya yek np Aaşıauan yUnOYUCU SIParış Ka. Her akşam bir hikâye Cırrr... Telefon çaldı. Yazı masamın başında, yapaca- ğım köprünün plânını hazırlamakla meşguldüm. Telefonu açtım. — Allo... Kimsiniz? - diye sor- dular. — Mühendis Ali Riza. — Beyefendi... Ben, komşunu- zun oğlu Reşit! Sizden bir şey rica edeceğim. — Emredin. — 16 dan 4 çıkarsa kaç kalır? — Kaç kalacak? 12 kalır. — Ben de öyle diyorum ama, öyle değilmiş meyer... Ahizenin yanında bir de kadın sesi belirdi: — Aman of, bu kocamda... Yeni yeni icatlar çıkarıyor... Ek bette 12 zait 4 16 eder... — Peki efendim, teşekkür ederiz. Telefon kapandı. Birşey anlıyamadım. Fakat, bu meseleyi daha fazla düşünmedim. Zira, köprünün plâ- nını yapmakla meşguldüm. Ertesi gün, yine. Cırrrr... Telefon. —Bendeniz, Reşit... Aman bey efendiciğim. Zatı âlinize mühen- dissiniz diye müracaat etmiştim 16dan 4 çıkarse kaç kaldığını sormuştum. İ2 kalır dediniz. Hal- buki 12 kalmazmış... Meseleyi bir türlü doğru halledemiyoruz. — Ne meselesi bu? Dünkü kadın sesi, telefonun öte tarafından: — Sen dur, Reşit! -dedi.- fena anlatırsın... Beyefendiye meseleyi ben anlatayım: Efendim, bir ağa- cın üzerinde 16 tane kuş varmış. Avcının biri ağaca bir tüfek at- mış.. 16 kuşun 4 tanesi vurulmuş agaçta kaç kuş kalır? 12 kuş kalmazmı? 16 nakıs 4 müsavi 12 değilmi? Gülmeğe başladım. meğer şu meşhur çocuk bilmecesi imiş! — Ağaçlarda hiç kuş kalmaz!- dedim.. - zira, avcı tufeği atınca vurulmayan İ2 kuşta uçar gider... — A... Sabi... Hay allah razı olsun, bey efendi... üç günümüz zehir oldu idi... Bir türlü, mesele- yi halledemiyorduk. Reşitte: — Teşekkür ederim, artık ra- hatladık! - dedi. Telefon kapanırken, öte tarafta bir öpüşme olduğunu işittim. Bir hafta sonra, Reşid'i gördüm; Kadıköy vapurunda oturmuş, bir deftere, harıl harıl bir şeyler yaz- makla meşguldü. pet çalmağa başladı. Trampeti de, cuşuhuruşla, maharetle çalıyordu. Bacakları çarlistona ne kadar müsaitse, parmaklarda, bu iptidai tempoyu tutmağa o derece müsa- itti. Ayni zamanda, dudakları ara- sından, vahşi bir hava, sanki bir kabile havası mırıldanıyordu. Sonra doğruldu. Bir esrar sigarası sardı. İçti. Ooo... Esrar sigarasını gayet güzel sarardı : Iki sigara kâğıdını yan yana yapıştırır, tütünü, geniş geniş bu çifte kâğıtın üzerine yayardı. Sonra, tütünün arasına mini mini, mercimek kadar ko- parttığı esrar parçalarından on beş yirmi tane yapardı. derken, sigarayı huni şeklinde dürerdi.. Bir de zivana takar, öyle içerdi. Ancak, bu akşam, esrar siga- rasını sonuna kadar içmesi müm- Aşk ve riyaziyat Omuzu üzerinden baktım : (28: 14-32) 4-16-36—? Bu meseleyi hal ile meşgul. Dayanamadım. Reşit'le ilk önce alay ettim. Sonra onu sıkıştırdım. Sırrını ağzından aldım: Meğerse Reşit, diğer komşu- muzun karısı Aliye hanımla mer- cimeği furuna vermişler. Lâkin, Aliye hanımın zevci Muallâ bey, şu fikirdeymiş: “Kadınların koca- larını aldatmalarının sebebi gayet basittir. Kadınlar, evde işsiz, güç süz oturiyorlar. Dımağları bir şeyle meşğul tutmalıyım. Ona bir iş gördürmek kabil değil. Zira, iş görmeğe alışmamıştır. Onun için, karıma bilmeceler (hallettiririm. O'da altı saat mi bulunnuyacağım. Karımın altı saatte halledeceği kadar bilmece bırakırım. Akşama kadar onları helledemezse sinema yok...,, Aliye hanım, hem sinemadan mahrum olmamak, hem de koca- sının altı saat gaybubeti zamanıni âşıksız geçirmemek için bir çare bulmuş: Bilmeceleri Reşitle bera- ber hallediyorlarmış, Üç saat çalışiyorlarmış. Mütebaki üç saat, sevişmek için kalıyormuş. Lâkin, bazan böyle bilmeceler günlerce hal idilemiyormuş.. Gene, bir haftadır yukarıki meseleyi helledememişler. Ben, mühendis olduğum için yeleğimin cebinden kurşun kale- mimi çıkardım. Bir çırpıda, mese- leyi hallettim. ld a e e e Ertesi gün: Cirrrer Telefon — Ben Aliye... Ali Rıza bey.. Reşitten öğrendim ki, siz, bir kalemde bilmeceleri hallediyor- muşsunuz. Kuzum, ber gün on birden itibaren bizim eve gelir misiniz?... Size yaptıracak bazı şeylerim var... Aliye enfes kadın... O günden itibaren beraberiz.. Ben, bilmeceleri on dakikada hallediyorum.. Altı saatın beş saat elli dakikası aşkımıza tahsis ediliyor. Aşıktaşlığa yarayan daima şiir ve edebiyat değildir ya.. Bazen de riyaziyattır. ( Hikâyeci | aranan Irlanda intihabatı Doublen 21 (A.A)— Fırkaların intibabattaki vaziyeti şudur : Hükümet taraftarları, 50. Müsteakiller ve çifçiler 15. Cumhuriyetçiler, 65. —— —— Lefes ancek çekmiş bim ki, o telefon çalındı. Telefonu açtı. — Alloo... Alloo... — Allo... Alloo... — Orası Fazıl Alkasdi beye- fendinin evi mi? — Burası efendim. Ben kendi- siyim. — Merhaba, ya seydi... Keyfe bâlek?.. Inşaallah mabsut? — Sizmisiniz, Salihe? — Benim, koca eşekl.. Katır senil. Bana me zamandan beri “siz, diye hitap ediyorsun?... Utanmada “zatiâliniz,, de baril!.. — Ben sana daima “siz, derim... Telefonla bir kadınla kunuştuğum esnada teklifsizlik etmek itiyadında değilim. ' — Hafızan pek zaif öyleyse... Seninle neler kunuşmuştuk, neler... — Ne söyleyeceksen söyle, bakalım. i (Arkası var) 5 Mi MA mmm amman

Bu sayıdan diğer sayfalar: