29 Nisan 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İ hşîha":mame okunup ta muhakeme taf adığı zaman birer birer Kürt Mus- ). © Faşanın karşısına çıkan ittihatçı- '; Cesaret ve mertlik bakımından da Vvetli idiler. Bir celse, iki celse, üç ' yje_ bı_l defa hükümet ve İngilizler isaL b"' yoldan gitmekte oldukları- u:nlamakta gecikmediler. Bu sual ve )map’ b_“ muhakeme, bu tavır, itti « ğ âir için bir töhmet ve cürüm ha- miye, Yatmaktan ziyade bir mazlü - l“lhît Manzarası vücuda getiriyor ve »— ©! ve Terakki lehinde bir nevi pro- dak hda şeklini alıyordu. Bu işin için- %aî&abümek için başka bir çare a - &ul.,dıayu’ İngilizler bu çareyi bul - bölse © günün birinde bütün Bekirağa ÜSü sekenesini bir vapura koyup &nta adasına götürüverdiler. Bu gi- k. dostların — ve arkadaşların ar - W::ıd“ı Kuruçeşmedeki yalının pen- ni Yeşil önünde, sakin ve hâli Boğazın Hİ sularına dalarak düşünmüş kal - %ıkı“lduğum günler! Bunlar ne kadar h'irüıl ve hazin günlerdi! Nereye gö- dı“yotlardı? Niçin götürülüyor - y“kt: Kimsenin bunu sormıya hakkı İyeç, Bunların hepsi, derece derece, © Ve kuvvetli insanlardı. Bunlar, şu Na muhtaç olan memleket içinde, bi ! Steş, siyaset tecrübesi görüp ge- lîiqış- Münevver vatandaşlardı. Gü - irinde bunların içinden bu mem- "hiı::: hizmet edecek, belki de büyük ; ıhm,lftler yapacak insanlar çıkacaktı. lİı der, —niçin ve ne hakla bunları ! .h:' gitmişler ve hiç kimseye bu hu - h €i küçük bir izahat vermeğe bi- lüzum görmemişlerdi? Bir hissikablelvuku ı'!İı:ı““i-'hı". tevkifler başlamazdan ev - Bi Seondan ilk defa olarak İistelerin y rlanmakta bulunduğu haberini al- . h;t: olduğum sıralarda, hemen etraf- d e Ö O_Stlara malümat vermeğe teşeb- .e “tiğim sırada, Cahit Beye de git- ::?_ Ve ona listelerin hazırlanmakta ol- Sünu göylemiştim. Cahit Bey ©o Ükçen B* kaçmak, ne de sakianmak — Tnde olmadığını bildirirken: V'Iî Bana ne yaparlar? Ne cürrqüm | .MBG“ harp esnasında mühim hiç bir Oynamadım bile... ' ..D'"nîşti. O zaman kendisine ben Mıe söylemiştim : — Sizin ve bizim ve daha bir çok- N İhin en büyük kabahatimiz münev- _ ı.“_f':;’lmak, meşrutiyet ve hürriyet ta- Dtk Hi bulunmak, vatanımızı sevmek- O ğn Peilizler, şimdilik buna razi de - 'hı irler. Bizim bu kabahatimizi affet- ;hu:'eceklerdir. bizi ya ezecekler, ya - — da ezdirecekler. | — Ne yaparlar? b 'h"'* _Hiç bir şey yapamazlarsa bizleri b .P bir tarafa sürerler, uzakta bir yere, — pPüstemlekelerine, meselâ... e) * lâhza durmuş ve zihnen sürüle- % bir yer aradıktan gonra, dilimin u- & ilk gelen kelimeyi söylemiştim: . B" «..Meselâ, Maltaya! hi emek, hissikablelvukua inanmak t' M geliyor! İki, üç ay evvel, bir Bi : ablelvuku bu Malta seyahatini K " hi | | — gi | 'üx-:]n zihnime sokuvermiş, ben de, aç Ecek o kadar İngiliz müstemleke- vâi'::ı&en, yalnız Maltayı hatırlayarak, | Şı olarak göstermiştim! | ı%h'“dı onlar, oraya niçin gidiyor - _%_’ Ne zaman döneceklerdi? Dö - qu.*—, ilecekler miydi? Boğazın yeşil ,fiâhâ'“a dalarak, hüzün ve ıztırap ilg » bu suallere cevap âramak üze- î ' '“itlcrcı: zihnimi patlattığım gün - g yi hatırlarım. Bu suallere cevap K '_rîek imkânsızdı. Bu gidişte her şey i b h. | : Münevverler Maltaya s İttihat ve Terakkide on sene Id üncü kısım No, l8 —— İTTİHAT VE TERAKKİNİN SONU Talât, Enver ve Cemal nasıl kaçtılar, nasıl öldüler? Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen —— ürülüyorlardı Münevverlerin sürüldükleri Malta adasının Hmanı Bir İngiliz divanıharbinin kurşun - larından, ebedi bir menfiliğe kadar hiç bir şey haritanın dışında değildi. Bu - nun için, günlerce kolum ve kanadım kırılmış, ümitlerimi ve cesaretlerimi kaybetmiş olarak yaşadım. Memleket, şüphesiz, bunlardan ibaret değildi. Daha bir çok kuvvetleri vardı. Fakat, bunlara böyle yapanlar, onları serbest ve rahat bırakacaklar mıydı? İşin ve- hameti gidenlerin şahsında değil, gidi- şin şeklinde, götürenin kafasındaki maksatlarda idi. Bunun için, o günler- de, bir tarafa saklanıp ele geçmemiş ve memleket topraklarından ayağım yamadım. Ben de gidenler kadar bet- baht, onlar gibi muztarip oldum. Ha- yatta daima nikbin bir adam olmama, hiç bir zaman neş'emi kaybetmememe rağmen o günlerde çok bedbindim ve etrafım kararmıştı. Ben, bu karanlık içinde yaşarken, aksi gibi, o günlerde başıma bir de bü- yük bir gaile çıktı: Bir gün henüz sabahleyin odamda gazeteleri okumakla meşgulken, yalı- da yetişmiş kızlardan Habeş İkbal koşa koşa, telâş içinde adama geldi: — Aman beyim, polislerle İngiliz- ler geldi!. Dedi. Nasıl? — Polislerle İngilizler mi? Benim burada olduğumu nerden haber almışlardı? Pek yakın dostla - rımdan maada hiç kimse benim bura- da olduğumu bilemezdi. Hattâ akra - balarım arasında babamdan başka bir bilen yoktu. Yalıya girip çıkarken son derece iti- na eder, sokak kâmilen tenha olma - dıkça ne çıkar, ne de girerdim. Bütün bunlara rağmen bu herifler benim bu- rada olduğumu nereden haber almış- lardı? Bu fena haber, bu baskın üzerine ilk hareketim, yakalanmamak için kaçmayı düşünmek üzere hemen gi - yinmek oldu. Hem giyiniyor, hem de ne suretle kaçabileceğimi düşünüyor - dum. Gözüm dişarda, denizde idi. Rıhtımın biraz ötesinde sabahtanberi balık tutan bir balıkçı kayığı vardı. Rıhtiımin benim dairemin önünde bu- iunan kısmı, iki tarafın bina çıkıntıları ile saklanmış olduğu için balıkçı kayı- ğını çağırıp atladığım takdirde, belki de kimseye görünmeden yalıdan u - zaklaşabilirdim. Pencereyi açtım ve ancak balıkçının duyabileceği bir ses- le kendisini çağırdım!. O dakikada zihnimden balıkçının da bir gözçü ol- ması geçiyor ve tereddüde düşüyo - rum, Hayır, balıkçı, her gün buralar- da balık tutan hakikt bir -balıkçı idi. chreddüde ms.hal yoktu. T ANÇA a. kalkmamış olmanın tesellisini bile du- 5 - J ai k & - « eç 4 u0 SÖRE KDü Zömi ai lll Giyinmemi bitirdiğim sırada balık- çı rıhtıma yaklaşmış, niçin çağrıldığı- nı anlamak üzere bekliyordu. Bu sıra- da odaya koşa koşa ikinci bir kız gel- di: — İngilizler evi işgal etmek istedik- lerinden gezmek istiyorlarmış! Dedi. Oh, çok şükür! Beana değli - miş! Böyle zamanlarda şaşırmamak iyi sey,. Hemen İkbali, aşağıya balıkçı - dan balık almaya gönderdim. Ben de işin alt tarafını bekledim. İngilizler, evi gezmek istedikleri takdirde ben de onlarla beraber gezebilirdim: Onlar bir merdivenden yukarı çıkarlarken ben de ötekinden aşağıya inerdim. Geniş bir nefes aldım. Bu sırada üçünçü haber ve üçüncü insan geldi. Bu da evin kalfası idi. Muhtar ve polislerle beraber gelen İn- gilizler, yalıyı işgal etmek istedikleri için gezeceklerini söylemişler. Gezme- lerine mümaneat Jimkânı yoktur. Perver kalfa bana, yukarı katta kapalı ve kilitli duran ve içinde yatak, yor - gan, eşya dolu bulunan odaya saklan- mayı teklif etti. Odayı kilitleyecek ve anahtarı kendilerinde olmadığını söy- liyecekti. Bu, daha makul idi. Hemen ben de yukarı çıktım ve kilit girdim. altına (Arkası var) VZYT DÜ OAT Te RADYO Bu günkü Program 29 - Nisan - 937 - Perşembe Öğle neşriyatı: " 12,30: Plâkla Türk Musikisi, 1250: Ha - vadis, 13,05: Muhtelif plâk neşriyatı, Akşam neşriyatı!: 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,00: Çocuk Esirgeme Kurumu namına kornferans: — Dr, Şükrü Hâzım. 19,30: Gitar solo; Maryo Pa- rudi, 20.00: Sadi ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları. 20,30: Ömer Rıza tarafından arapça söylev 20,45: Safiye ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat Âyatı, 21,15: Orkestra, 22.15: Ajans ve borsa haberleri. 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, BUEKREŞ 18,20: Plâk neşriyatı, 19,25: Beethoyen - den havalar, 20,15: Örkestra, 21: Koro, 21,30: Haberler. a Yarınki Program 30 Nisan 937 : Cuma — İSTANBUL Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk Muüsikisi, 1250: Ha - Akşam neşriyatı: / 17: İnkilâp dersleri - Üniversiteden nak - len - Recep Peker, 18,30: Plâkla dans musi- kisi, 19,30: Spor müsahabeleri: Eşref Şefik tarafından, 20: Türk musiki heyeti, 20,30: Ömer Rıza tarafından arapça söylev, 20,45: Vedia Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15: Orkestra, 22,15:'Ajans ve borsa habetle — » » kxğr gl4 Üsted teratndanız. PUmha anlğı ** _.G'ı el Picsutous, sanki vurulmuş gibi, bir- denbire yıkıldı. Evin bayanile efendisi derhall uşak- larının başına koşarak ona sirke k?k ğ lattılar. Bir taraftan hizmetçiyi gön - dererek doktoru çağırtmağı da unut - mamışlardı. Bir kaç saat sonra doktor geldiği va- kit Picoutous ta kimıldamağa başlamış, bir kaç söz söyliyebilmişti. Yalnız sol tarafı tamamen tutulmuş- tu. Doktor: — Bir şey değil, dedi, fakat dikkat edilmezse sonrası fena. Sıkı bir per - hiz lâzım. Kahve, likör, şarap yasak. Picoutous: ; — Nasıl? Şarap yok mu? diye ye - rinden sıçradı. — Elbette ya. Şarap ta yok, et te... Tabif az miktarda olursa müstesna. — Et te yok ha! Ne et, ne şarap... — Ne yapalım, fazla kanlısınız. Si- zinle bahse girerim ki dün pazar diye fırsattan istifade ederek kafayı çekti - niz, değil mi? — Elbette! — EKaç kadeh içtiniz? — Onun da hesabı mı olurmuş: — Daha neler yediniz bakalım? Kuzu eti, tavşan... — Doğru. — Öyle ise ben de doğrusunu söyli - yeyim: Böyle devam ederseniz bir se- ne içinde ölüp gidersiniz. — Ölür müyüm? — Bir seneye varmaz bile... Belki şimdi iyileşirsiniz amma, sonra dikkat lâzım! Açık konuşuyorum, zira sizin gibilere her şey söylenmezse olmaz. H- ğer hep böyle içer ve fazla yerseniz, kan başınıza bir daha hücum eder, o zaman işiniz tamamdır. Hastanın fena halde üzülmüs bir ha- li vardı. Kendisi altmış yaşında idi. Bu çiftlikte otuz iki senedir hizmet görü- yordu. Âdet edinmişti, her pazar gidip kafayı çekerdi. Demek ki şimdi, yer yüzündeki biricik zevkinden de vaz geçmesi lâzımdı. Artık kimse ile kadeh çarpamıyacak, kimsenin şerefine içe - miyecekti! Etrafındakilere «şerefinize» diyememek, hey Ulu Tanrı, buna im - kân var mı idi? Doktor emretti: Yemek olarak süt, içki olarak su içecektir. İşte bu kadar... Hasta ürpererek sordu: mam, öyle mi? — Bir sene demek bile fazla. Haydi Allaha ismarladık. Doktor, kendinden memnun bir hal- de çıkıp gitti. Bu, genç bir delikanlı idi. Ona göre, köylülerin kendilerine zımdı. Yoksa... Doktorun dediği gibi Picoutous ya - vaş yavaş iyileşti ve sekiz gün içki iç- memek mertliğini gösterdi. Fakat son- ra... Bu akılkârı mı idi? İhtiyar uzun uzun düşündü. Her şe- yi iyice tarttıktan sonra artık tereddüt etmedi. Eğlence, içki âlemini kaçırmaz oldu. Efendilerine: —— FEyvallah! dedi, ben gidiyorum. Beş on para toplamıştım. Mademki bir senelik ömrüm kâaldı, paramın altından — Demek bir seneden fazla yaşıya- | bakmaları için onları korkutmak dâ -| ŞEREFİNİZE! Çeviren: F. Varal patlasın, çal oynasın. Bundan sonra her gün içecek, boğazımdan hiç bir şe yi esirgemiyeceğim. Bu “uretle bir sene yaşamak, öbür türlü yüz sene yaşa - —“maktan daha iyidir. Bana süt, su olur mu? Kedi miyim ben? Gebermezden evvel bir kere: «Şere- finize» diyerek içeceğim. Ölürken ağ: zımdan çıkacak son kelimeler bunlar olacak. Yalvarırım size, beni gömdük- leri vakit ağlamayın. «Safa sürdü, ya- şamasını bildi» deyin, bilâkis. Benim hatıramı taziz için hepiniz üç gün, üç gece kafaları tütsüleyin!... * Picoutous dediği gibi yaptı. İşi gücü bırakarak, yalnız bir şey düşündü: İyi yemek ve iyi içmek, Girmediği mey - hane bırakmadı. Yediği şeylerin de haddi hesabı yoktu: Önünde bir sene- lik ömrü kalmamış mıydı? Vur patla- sın, çal oynasın!.. ' Nereye gitse kadehini kaldırarak: «Şerefinize arkadaşlar!» diye çekerdi, durmadan çekerdi. Her ay sonunda bir kere parasını ; yoklardı: Çıkımı öyle çabuk eriyordu ki... Fakat ne çıkar, çok geçmeden öle- cek değil mi idi! Bazan o kadar yer ve :çerdi ki onu gören patlıyacak sanardı. Fakat ihtiyar gene aldırmaz, kadehini kaldırıp «şe - refinize'» diyerek çekerdi, Bununla beraber yavasş yavaş endi - şelenmeğe başladı: İkinci kan hücumu çabuk gelmiyordu. Sekiz, on, on bir ay geldi.. Hiç. Daha hâlâ yaşıyor ve kendisini her zamandan daha iyi his - sediyordu. Yoksa şu budala doftor?.. İhtiyarın cebinde sade altı yüz fran: gı kalmıştı. Bir kaç hafla sonra ne ile yaşıyacak, günlük şarabın! ne ile temin edebilecekti. Daha fazla yedi, daha fazia içti. Fa kat sıhhatini değil, parasını tüketmek- ten başka bir şey yapmış olmad. Ö - lüm gelmek bilmiyordu. Picoutous meyhanelerde, parklarda, masaların üstüne çıkarak: — Aptal! Budala! Ahmak! Seni mah: kemeye vereceğim! diye haykırıyor ve bütün hiddeti doktora oluvordu, Eğer biri kendisine' sorsa: — Tabii dava edeceğim ondan, di « yordu, şahitlerim var. Bana bir seneye varmaz ölürüm dedi. Yedim içtim işte bakın öldüm mü? Fakat şu budala dok torun yüzünden şimdi dilenmeğe mec- bur olacağım, Revayi hak mı bu? Yirmi beş bin frank ezdim, Versir paralarımı bakayım. * Bir kaç hafta sonra genç doktorur, bahçesinde yeni bir bahçıvan görün dü. Bu yeni bahçıvan Picoutous idi. Doktor onu hastalarına göstererek: — Bakın, derdi. En muvaffakiyetl tedavilerimden birine bu adam şahit: tir, Kendisini muhakkak bir ölümder kurtardım. Her gün sarhoş gezinen Picoutous ta öbür taraftan ilâve ederdi: — Bu doktor bir harika doğrusu! Öyle isabetli teşhisi var ki... Beni öyle bir vaziyetten kurtardı ki... Şerefinize! ' Yarınki nushamızda : - Zührenin tosunu Hi d ıağik

Bu sayıdan diğer sayfalar: