March 20, 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2

March 20, 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

2 Sayfa Hergün Hitlerle Mussolini Dillerinin altında Neyi saklıyorlar ? Yazan: Muhittin Birgen vusturya vukuatı karşısında İtal- yanın aldığı vaziyeti izah için geçen gün bir nutuk irad eden Bay Mu- solini, sözlerini karışık bir cümle ile bi- tirdi. Avusturya vukuatının Berlin - Ro - Ma mihverini asla bozmadığını ve boz- mıyacağını söylerken dedi ki: «— İttihadı gerek zaman ve gerek va- gıtalar jitibarile birbirine benziyen iki millet, politika ve hayat düşüncelerinde de bir olarak, endişe içinde bulunan kıt'amıza, bütün milletlerin nihayet sulh içinde müsmir bir surette işbirliği yapma« n mümkün kılan yeni bir müvazene vücude getirmek için birlikte yürüyebi- lirler.» Bu sözler, kâsden bir buluta sarılmış olarak ortaya atıları bir fikrin, müphem #Hadesini andırıyor. Bay Musolini, endi- şe içinde bulunan Avrupa kıl'asına ve - rilmesi elzem olan yeni bir müvazeneden bahsediyor. Bu, öyle bir müvazene ola - Cak ki, bugünkünün yerine gelecek ve ayni zamanda milletlerin sulh içinde ve müsrtir bir surette iş yapmalarını müm- kün kılacakmış. Her müvazenenin iddissı ayni şeyleri yapmaktır. Bunun için, işin bu tarafını «beylik iddimn» olarak bir ta» rala bırakırsak geriye müvazenenin de- Üişmesi meselesi kalır. Ayni zamanda bu sözler o tarzda ve a yerde söylenmiştir ki, Bay Musolininin bu sözleri söylerken di- linin ucuna kadar gelmiş olan diğer ba- zi sözleri yutmuş olduğunu iddia etsek Ppek de yanılmış olmıyacağız, * Öte taraftan, Bay Hitler de mütema - diyen bir iki nokta üstünde ısrar edip duruyor, Berlin - Roma mihverinin şim- di kaptanlığı rolünü ifa eder görünen bu heyecanlı hatib, mühim bir meseleyi bir hafta içinde iki defa diline doladı ve ga- yet vazih ve kuvvetli cümlelerle tekrar etti; «— Gerek İtalya ve gerek Fransa ile hududumuz artık tesbit edilmiştir ,dedi; her iki memlekete karşı da söz verir ve taahhüd altına girerim. Benim sözüm, bütün Alman milletinin sözüdür,» İtalya ve Fransa gazetelerinin bu söz karşısında aldıklariı tavra bakılırsa, an- ların da bu sözlere inandıkları kuvvetle tahmin olunabilir. Hitler, şimdiye ka « dar yapacağını söylediği şeyleri yaptı ve yapmıyacağını söylediği şeyleri de yap - madı. Şu halde, Fransa ve İtalya hudud- larını kat'i surette tesbit etmiş olduğunu söyliyen Alman devlet reisi, diğer hu - dudlar hakkında musırran süküt ederse, bunun manası, bilâhare tutamıyacağına emin olduğu bir taahhüd altına girmek- ten korkması demek olmaz mı? Şu halde, onun da dilinin ucunda bazı sözler dolaşmış, fakat, bu sözler, du - dakların arasından dışarı çıkamıyarak ftekrar yutulmuştur. Hiller, Fransa ve İtalya hududlarında kendisinden emin - dir: Bunlar değişmiyecek, yani bunları değiştirmek için Almanyayı he: hangi bir harekete sevketmiyecektir. Fakat, di- ğer hududlar? İş oraya gelince, Bay Hit- ler sadece yutkunuyor ve susuyor, * «Endişe içinde bulunan kıt'amıza yeni bir müvazene vermek» fikri ile, değişmi- yecek hududlarla, değişip değişmiyeceği hakkında bir harf bile söylenilmiyen hu- dudlar arasında acaba hususi bir müna - sebet var mıdır? Acaba, bu iki fikir ve politika arkadaşı, bu meseleleri araların- da ötedenberi konuşmuş ve bazı geyle- Te karar vermişlerdir de bugün muay - yen bir Avrupa vaziyeti karşısında ayrı ayrı söz söylerken, biri bir taraftan, di- ğeri de öbür taraftan söyledikleri ve söylemedikleri şeylerle, birbirlerini ik « >Mal mi ediyorlar? Bu sözler, bu bir kısmı bülbül gibi, tam bir talâkatle ifade edilen, diğer bir kıs- mı da dokuz boğumu boğazın sekizini ve| hattâ dokuzunu da aşıp dilin tam ucuna | geldikten sonra tekrar yutulup :çeılyeW gönderilen fikirler, insana meraklı bir romanın henüz okunmıyan fasıllarını hatırlatıyor. Demokrasi ve sosyalizm â - Jemlerinin «sergüzeşt» veya <avantür> diye tavsif ettikleri bu roman, yirminci asrın birinci ortasına doğru — Avrupada yaşıyan milletlerin hayatlarının romanıs dır. Bunu yazanlar ister birer sergüzeşt- Çi, isterse birer klâsik roman müellifi lnılın-lı::.—illeuırin ve bizim hayatı « SON POSTA DE Sark felsefesi, garb felsefesi. 36 Şarkın en meşhur bir şatri dünyâya gelmiş olmaktan müşteki idi. Şiirlerinde: — Ey gönül, madem ki senin nasibin kanamaktır, her gün perişan olmaktır, Ey ruh madem ki encamın bir gün çıkıp gitmektir, o halde bu bedene ne diye geldin? derdi. Garbin ayni derecede meşhur bir şairi ise şiirlerinde bir dakikalık hayatın kıymetçe cihanm bütün hazinelerine muadil olduğunu terennüm ederdi. Ön asır evvel şark âlemi, mamur, müreffehti. Garb ca - hil, harab, fakirdi. On amr sonra vaziyeti altüst eden tek Amil birincısinin tevekküil ve bedbini felsefesine kapılması, ötekinin ise her dakikalık hayata ayrı bir kıymet vermesi oldu. Hayat muvakkat, dünya fanidir, demiyelim. Bizden ev- vel başlamıştır, çocuğumuzla bizden sonra ebediyete dar devam edecektir. Vazifemiz muhiti karanlık değil, aye danlık görmektir. Sosis yiyen Garib bir nebat ru mu? Kaliforniyada yetişen ve Darlingto- | | tım. nia ismi verilen bu nebatın, Sosis'e karşı bususi bir iştihası vardır. Yuka- rıdak! resimde bunu nasıl yediğini gö- rüyorsunuz. Bu nebat, kendisine So- sis'ten başka, sucuk, soğuk et filân ve- rildiği zaman bunları da reddetme- mektedir. Meşhur mucidA Edı';;ıuu garib bir vasiyeti Meşhur mucid Edison ruhlara çok inanırdı. Ölümünden birkaç ay evvel on kelimelik bir yazı yazıp Josef Du- ninger adında bir vekile tevdi etmiştir. Ölümünden bir müddet sonra Ediso- nun ruhunu çağırmağa muvaffak ola- cak ve bu yazıyı ruha tekrar ettirecek olan adama 10.000 dolar' vermeği ta- gırmış: İ HERGUN BİR. FIKRA Dolandırıcı Bir tarihte meşhür bir dolandırıcı varmış. Her kimle konuşsa onu mu - hakkak dolandırırmış. Zamanın hü - kümdarına haber vermişler: — Şu adamı bulun, demiş, bakalım beni dolandırabilecek mi? Dolandırıcıyı hükümdarım huzuru » na çÇıkarmışlar, hükümdar sormuş: — Sen herkesi dolandırmışsın, doğe — Evet doğrudur. — Öyleyse beni de dolandır. Dolandırıcı bir an düşünmüş: — Peki ama bunun için öletlere ih - tiyacım var, Gerçi denim öletlerim tamamdı ama, geçende parasız kal - dtm, bir yere on liraya rehin bırak - Hükümdar on lirayı vermiş, do - landırıcı çıktp gitmiş ve bir daha ge - ri dönmemiş, Hükümdar merak et - miş, tekrar aratmış, buldurmuş, dolan- derrer huzura çıkınca hükümdar ba » — Hani beni dolandıracaktın, üste- lik âletlerimi rehinden kurtaraca - ğım diye ön lira mı da aldın? — Emrinizi yerine getirmiştim hü- kümdarım, âletlerimi rehinden kur « taracağım diyerek on liranızı dolan - dırdım ya, daha ne yapaydım! Elektrikli pudra Kutusu icad edildi Maruf Amerikalı *| Bir prensesle evlenen Amerikalı gazeteci 42 yaşlarında bulunan Amerikalı st- yast —muharrirlerden Woodford, bir İprenses Tsonlankidze ile evlenerek Nevyorka gidecektir. Prenses Pariste bulunuürken, apaşla- İrın tehdidine maruz kalmış ve günler- ce evine kapanmıştır. Bir gün kalaba- /hk bir caddede gezerken, üç serseri (karşısına dikilerek kendisini soymak için kamalarına davranmışlar, Bunu gören prenses, bir çığlık kopararak kaçmıya başlamış, o sırada uzun boylu bit adam yetişerek, serserilerden biri- . ni bit yumrukla haklamış, ve kadını bir ötomobile bindirerek evine götür- müştür. Maceradan kurtulması şerefi- ne, Pariste bir Rus kahvesinde eğle- âşif Nikol HYĞA Tüla nen ve kendisinin Amerikan muhar- ahhüd etmiştir. Şimdiye kadar birçok tecrübeler yapılmışsa da bu yazı ruha tekrar ettirilememiştir. mızdan bahsediyorlar. Gönül istiyor ki dillerinin ucundakilerini de meydana vur- sunlar; biz de anlıyalım, Avrupanın han- Ki müvazeneye doğru götürülmek isle - nildiğini görüp şu meraktan kurtulalım! Bu ramanın en heyecanlı sayfaları üze- Tindeyiz ve neticeyi öğrenmek istiyoruz, kabil olsa, bütün sayfalarını atlayıp, he- yecan verici zabıta romanlarında yaptı - ğımız gibi, hemen sonuncu sayfaya geçe- ceğiz... Fakat, kabil değil k! Muhittin Birgen icad ettiği elektrikli pudra kutusunun ihtira beratını almıştır. Bu ihtira saye - sinde kadınlar artık pupla veya pamukla yüzlerine pudra sürmekten kurtulacak - lardır. Pudra kutularının arkasında bu - lunan elektrikle müteharrik küçücük bir makine kutuyu ufki şekilde iki müsavi bölmeye ayırmakta ve müteharrik maki- nenin sarsılmaları, yüze çok muntazam surette pudra atmaktadır. Bu suretle yü- zün her tarafına bir tarafa daha çok, di- ğer tarafa daha az olmamak üzere pek büyük bir intizamla pudra yayılabilmek- rirlerinden biri olarak takdim eden Woodfond, sabaha kadar devam eden bir dans faslından sonra, genç prense- se evlenmek teklifinde bulunmuş. Prenses te kabul etmiştir. Prenses, bir çok filmlerde rol almış, atlâ mania ya- rışlarında madalya kazanmıştır. Sekiz Jisan bilmektedir. Daha iki Hsan öğren- mek sevdasındadır. Balalayka çalmak- ta, birçok aşçıları kıskandıracak dere- cede nefis yemekler yapmaktadır. tedir. Makinesinde bir saat için elektrik | geceği nazarı dikkate alınınma bu makl- cereyanı bulunacaktır. Bir kadının pud-|ne ile altmış defa pudralamlabilecektir. ralanması için bir dakikanın kifayet e- Makineye tekrar cereyan verilebilir. İSTER İNAN, Şehrimizde çıkan gazetelerden birinin dünkü nüshasmda muhterem hir meslekdaş Avrupanın siyasi vaziyetinden bahsederken aynen çöyle diyordu: «Rama ve Berlinin mutabık kaldığı süylenilen şartlara göre, Çekoslovakya, Romanya, Danimarka, Holanda, İsviç- re, Bulgaristan, Arnavudluk ve Mısır da müstakil devlet olmak vasfını muhafaza edemiyecekler, Flüman, Belçika ve Yugoslavyanın Hırvat, Sloven ve Boşnaklarla meskün İSTER İNANMA! İSTER İNAN, İSTER İNANMA! olan kısımları da Berlin ve Romanın nüfuzu &ltına sokula- caktır. Portekizle Frankist İspanya ikinci sınıf müstakil birer müttefik devlet halinde Roma ve Berlin mihverine peyk olacaklar, Fransa Korsikayı ve bütün şimalt Afrika müstemlekelerini kaybedecek...> Biz bu saturları okuduktan sonra söyliyenlerin açık gözle bir rüya görmüş olduklarına inandık, fakat ey okuyucu sen bu tahminlerin bir gün tahakkuk edebileceğine: : 20 —e Sözün Kısası Ah, genç!ı'z“— Bilseydi!, H aydarpaşadan, tâ Diyarbakıra ve daha da öteye giden tren, haree ketine bir saatten fazla vakit olduğu hal. 'de ağız ağıza dolmuş. Alü kişilik bir ikinci mevki kompar » timana güçbelâ kendimi attım. Beni gıya- ben tanıyıp da saygı gösteren bir yol are kadaşının lütfen bana terkettiği köşeye büzüldüm, oturuyorum. Karşıma tesadüf eden diğer köşeyi de, yaşlıca bir zat işgal ediyor. Bir aralık, içimizden biri kendisine sordu: — Ankaraya mı? O, sebebini sonra anladığım titrek bir sesle cevab verdi: — Ben gitmiyorum, efendim. Mah « dum.. Kayseriye gidiyor.. Orada memur. dur. Azıcık Kadıköyünde akrabadan biri» ne kadar gitti, ben de buraya, trenda Mart E. Talu kendisine yer tutmağa geldim. Dikkat ettim: Evlâdının rahatını temin etmek için âdeta kımıldamadan, — ncfes almadan oturuyordu. Arada bir, kapı ta- rafına bir göz atıyor, sahibini bekliyen muti bir fino köpeği tevekkülile, kori « dordaki ayak seslerin! kolluyordu. Hareketimize on dakika kalarak «mah- dum» geldi. Açıkbaş, geniş omuzlu, sü- lün gibi bir delikanlı.. Bir saattir beklet. diği babasına tek bir özür kelimesi olsun tekellüm etmeden içeriye girdi. Baba, mağrur bakışlarile ömrünün fk danını baştan aşağı süzüyor, bir yan « dan da telâşlı telâşlı onu lâkırdıya bos ğuyordu: — Bu palto ile üşümüyorsun a?. Şu se- petin içinde yiyeceğin var. Termos ora « da. Şu kâğıdda sarılı olan çikolâtadır. Yolda ağzın acırsa, bir tane yiyiverirsin.. Gece, ayaklarmı gu battaniye ile iyice sarmala. Eskişehirden sanra soğuk olur., Kibritin var mı?., Bak, yolda okursun di- ye gazeteler de aldım, Başka bir şey is- tiyor musun?. Sabun ufak bavulun için- dedir. Annen havluyu da çift koydu.. Ne olur, ne ölmâz? Mendillerin de oradadır. Paran kâfi mi?.. İhtiyar, gırtlağını tıkıyacakmış gibi co- şan şefkatinin zebunu olarak ve belki de daha ziyade pek yakın bir ayrılığın illk iğne saplantılarını kendi kendine duyür imamak için boyuna söylüyor, 0 esmmada mahdum babasının bu düşkünlüğünden üdeta mahcup ölüyormuş gibi önüne ba » kıyor, susuyordu.. Son kampana çaldı. İnmeğe mecbur ©: Jan teşyicilerle beraber Ihtiyar baba da istemiye istemiye kalktı, ciğer paresin « den ayrılmağa hazırlandı. Kapınnın ö « nünde, solmuş dudaklarından son bir hi- tab döküldü: — Sık sık mektub yaz, oğlum! Dedi, ve uzaklaştı. O vakte kadar töf bir söz söylemiyen delikanlı, tüysüz dü- daklarını büktü ve: — Oulr! Aklıma eserse yazarım!. ce « vabını vecdi. Bereket versin, bu covabı ihtiyat ba « ba, düşkün' baba işitmedi. Yoksa, evlâ » dının ayrılığı ile şüphesiz zindana dönen evine, yaralı gidecekti.. Ah, gençlik! Bir baba gönlünün nasıl bir sevgi ve şefkat hazinesi olduğunu takdir etseydin!, Bilseydin ve anlasaydın.. İhtimal ki, ine sanlık daha mes'ud, hayat daha az elemli olurdu!.. Tz TAKViM Kui sadca 1304 Ârahi sana 1357 20 Resini vana

Bu sayıdan diğer sayfalar: