20 Mart 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

20 Mart 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

sSoN P OS_'I'A Öğretmen “Korjik ,, in Anton Petroviç Korjikin odasındaki eski duvar saati boğuk bir inilti ile ge- cenin onunu vurduğu zaman Korjik, ya- vaşça masasından kalktı; gerindi. Biraz evvel tashihlerini yapmış olduğu bir yı » n talebe defterir uriyet ve istih- fafla karışık mütek bir. göz atlı Lâümbayı eline alarak odanın bir köşesine me Or tüne kaydu. Üzeri duvar kâ tülü, duvardaki küçük bir dolabı açtı çinden iki yüz elli gramlık bi şesi, siyah ekmek dilimlerile dolu bir ta- ada, lümbayı bir başka masaniın Üz- ıdlarile ör- t bak çıkardı. Bunları da masanm üzerine| koydu. Dolabın kapaklarını dikkatl2 kas padı, Masanın karşısında büyük bir kol « tuğa oturdu. Yanını, camlardaki mavim- tırak buz parçaları arasından mehtabli kış gecesinin içeri bakmakta olduğu pen- cereye verdi, Masanın üzerinde votkadan, mezeler « den ve lâmbadan başka üç çerçeve de vardı. Bunlardan biri, siyah kumaştan yapılmıştı; içinde, geniş yüzlü, gerdanı kât kat yaşlı ve tombul bir kadın portre- si vardı. Bu, iyi kalbli, yumuşak bir anne yüzü idi. Diğer bronz çerçevede ise, ba- dem gözlü, üst dudağı şişkin ve yukarı doğru kıvrık, koyu saç dalgalarile çevrili genç bir kız yüzü muallime bakmakta idı Üçüncü çerçevede zırhlar giyinmiş bir Romalıyı gösteren bir gravür var. Gra-| vürün, ustura İle traş edilmiş yuvarlak bir başı, keskin bir yüzü, ve çukurları i- çine derince gömülmüş gözleri vardı. Bu yüz, bir aktör yüzü gibi traşlı ise de, bu| meslekteki insanlar için fazla manalı gö- Tünen hatlar taşıyordu. Muallim Kaorjik, bir kaç saniye hate « ketsiz durdu. Aklından geçen düşüncele- ri zor yakalıyan bir insan halile, rastge- le fakat sabit bakışlarla, resimlere bak' Sonra, votka kadehini doldurdu; onu, yavaş bir hareketle ağzına götürdü ve içti; bir an için gözlerini süzerek, adetâ boğazından akan yakıcı mayiin lezzetine varmak ister gibi, başını oturmakta oldu- Bu koltuğun arkalığına dayadı.. Bu kadehten sonra bir kadeh daha dol- dürdu. Bunu, bir üçüncüsü takip etti. Ve ancak bundan sonra tabaktan bir lokma ekmek aldı, gözlerini süzerek ve hep ma- tadaki portrelere bakarak yavaş yavaş bu ekmeği çiğnemeğe başladı. Bundan az evvel hüzünlü ve carısız olan kırk yaşlarındaki bu bekâr «memur yüzü- | biyikli, çatal sakallı, uçları manalı bir şekilde aşağıya doğru kıvrık — dudaklı bu sarı yüz birdenbire kırmızı lekelerle canlandı; umumiyetle çekingen, süzgü ve bulanık duran gözler büyüdüler, mu- &llimin yüzüne canlılık ve düşünceli bir ifade vererek onu asilleştiren bir iç pırılk tısile yanmağa başladılar. Bir kolunun dirseğini masaya dayıya!: bir kadeh votka daha dole düran muallim, yarım sesle, adetâ fısıle dayarak: tık başlıyorum, anne... d Muallim bunu söylerken, yaptığı haree ketin müdhiş âkıbetini sezen fakat bu- nun yapılmasını da gayri kabili ictinap sayan mütevekkil bir gülüşle, biraz ka - bahatli, bir çok da hüzün dolu bir gülüş! gülmeğe başladı. Dördüncü kadehe kadar muallim Kor- jikin istirahat usulü daima aynidir; her zaman böyledir. En ufak hareketlerine varıncaya kadar böyledir. Fakat dördün. cü kadehten itibaren muallim - elinden gelen her vasıtaya baş vurarak zamanını değişiklik içinde geçirmeğe çalışır.. O bazan Anne Senek'e (1) hitab eder, çünkü küçük gözlü Romalı meşhur Sto- jiklerdendir. * ve yanm sesle — «Suci. Hus'a (2) mektublar» üslübunda medhi yelere başlardı. — Senek, derdi, sen iki taraflı yolların bir sonu vardır demekle ne kadar doğru söylemişsin!. Hele: «Masallar gibi, hayat da, uzunluğile değil, muhtevasile kıy « öteki elile d (D Sönögne, sabır ve tahammül tavsiye eden Staleisme mesleğinin mürevviclerinden bir filozoftur. (2) Les kettres â Lucilias Sönögue'in ese- eidir, VA votka şi-i metlendirilir!» sözünde ne büyük bir isabet var. Sen gsabri. öğretmesini bildin, sen akıllı, ilerisini gören bit insandın!. |Fakat ne de olsa ölümünden on se- kiz asır sonra insanların herhan gi bir muhteva olmadan yaşama tan'atıni öğrenebileceklerini ve hayata karşı -senin onlara sabrı öğretmekle telkin etmek is- tediğinden de fazla- bir alâkasızlık gös- terebileceklerini tasavvur edemerzdin!. Çünkü, her ne kadar sen Lucilius'a: |*Oh Lucilius! iyilik ve fenalığın mukad- derat tarafından bize — gönderildiğini zannedenler yanılıyorlar!.» demiştin ama, ayni zamanda «Ruhumuz mukadderattan kuvvetlidir!» sözlerini de ilâve etmiştin İŞimdi ise insanlar iyiliğe de fenalığa da| lâkayddırlar: ruhlarında — herhangi bir kuvvet de yoktur; kendilerinden utan - madan, ve herhangi bir mücadele yapma- dan mukadderatın ilk darbelerine tâbi olarak ona köle olmağı kabul ederler. Oh Senek, işte ben de böyleyim... böyleleri daha pek çoktur. | Müuallim, zaman zaman duruyor, ka- dehine votka doldurüyor, içiyor, ve her yeni bir kadeh içtikçe yüzü daha fazla kırmızılaşıyordu. Jestleri, yavaş yavaş, daha keskin bir hal almıştı; fakat henüz metaneti kaybolmamıştı. Kadeh müntazama ağzına kadar dolduruyor, b ötürürken eli henüz titrı kadehi ağzına boşalttıkça artık bir hırıltı halini almağa başlıyan bir fısıl- tı ile: — Anne, içiyorum... der ve kabal kabahatli gülerek tombul kadın çehresii başile selâmlardı.. Sonra başını pencereden yana çevirdi. Pencere, bahçeye bakardı. Muallim - da, ıhlamur ve akçe ağaçlarının harı Ve leylâkların buz tutmuş dallarını, mavim tırak gümüş bir kar tabakasım görürdü. Bütün bunlar hareketsiz ve sessizdi. Pencerenin dışında kar fırtınası islik çaldığı zamanlar, ağaçların gövdeleri ve fidanların dalları, hafifce cama vüran kar bulutlarının arkasında bir an için gizle- mirlerdi; gizlenirler, tekrar — görünürler, yâalnız bir an için görünerek tekrar bu- Jamık kar bulutları arasında kaybolur- lardı.. bunlar sanki durmuyorlar, bahçe- de, bir yandan diğer yana, adetâ dehşet içinde, koşuşuyorlardı. Ve kar fırtınası © kadar hazin inliyor ki.... Fakat bazan, kendi şarkısını bile bozacak kadar, öfkeli ve kahkahalı sesler çıkarır. Muallim bütün bunlara bakar, sorra başını çevirerek bir kadeh daha içer, ge ne bakar ve tekrar içerdi.. Müallim, mehtaplı ve sakin gecelerde ışıksız oturmağı severdi. O lâmbayı İcürdüğü zaman bir an için bütün oda yürüyor.. diyor, ve elini şişeye a ; | Muallim, ; | 'dayadı ve portreye ketsiz ve karanlık gövdelerini, vişne ve| titrer ve derhal karanlıkla dolardı. Fakat bunu takib eden ikinci bir anda pencere- den içeri bir ay ışığı hücum eder, ma - saya, döşemeye, ve daha ilerdeki geniş kanapeye kadar yayılırdı.. Bu ışık dilimi üzerine rastlıyan bahçe- de, pencere önündeki ak ağaç dallarının işlemeli gölgeleri pek zor farkedilebilir- di.. muallim sanki bunların, bu - ebedi gölgelerin neden burada bulunduklarını ve kendi işlemelerile neler ifade ettikle. rini keşfetmek ister gibi uzun uzun ve ısrarla bunlara bakıyordu.. Rüzgür, bah- çedeki ağaçları salladığı zaman o sırada » masada, döşemede, kanapedeki « yölge- ler de kımıldıyorlardı. Anton Petroviç derin derin nefes aldı, kuvvetle alnını sildi.. ve mırıldandı. — Alfet anne... Daha içeceğim!. Ve gene içmeğe başladı.. saat çoktan on biri vurmuştu. İşte saat, gene hırıle damağa, boğuk boğuk sesler çıkarmağa, ve on iki ağır ve kuvvetli vuruş birbırini takip etmeğe başladı. Neden- sonra, saa- tin bilinmiyen bir yerinde bir yay, geçen günün hazin bir aksi sadası gibi daha u- |zun müddet inledi... Muallim saatin vuruşlarına tempo uy- durarak | — Hayat geçmişi unutturup, yıkarak ve eniden yaratarak yorulmaz adımlzt'a uzalı- yor... Fakat artık eli eskisi gibi değildi; ka- dehi derhal dolduramadı; çerçevele | rptı odaya hazin bir se: masaya |birine ç gülümsedi - sanki | kabahatinin affını ister gibi sâf bir te - bessümle gülümsedi ve vazih bir sesle: Affediniz, Jenya dedi, galiba camı- mıza vurdum. — Siz ne iyi bir kızsınız!'.. Bü kadar uzun müddet hatırımda yaşamanıza mü- saade etmek suretile zaman sizi ne kadar kayırıyor.. hemen hemen on iki sene olu-| H larından öğrenmek de istemiyorlar.. ille hoşum... Kâinata gelince, enun ne oldüi yor... Halbuki ben her şeyi pek güzel ha. tıtlıyorum.. siz ilk görüşte hoşuma gitmiş. Ytiniz!. Ve siz bunu anlamıştınız!! Size gös- İterdiğim saygılar hoşunuza gidiyorau., &- vet anlıyorum... Evet... Akıllı bir kızdı- nız!. Beni daima kendinizden uzakta tut. tunuz!, Ve...... — İçiyorum, anne... Affet!. — Ve siz, gittiniz, kayboldunuz, kayıb- Jara karıştınız!, Ben sizi tamıdığım o iki ay içinde size hiçbir şey söyliyememiştim. fakat ben sizi çok düşünmüştüm.. siz kay- boldunuz!. Evet... Bir ben kaldım bir de sizin fotografınız kaldı... Bu da iyi., siz benim karım olsaydınız ihtimal daha fe- na olurdu... Sevgiliye beslenen saygı ka- rıya karşı beşlenemiyor... İşte artık siz yoksunuz!. Ne dersiniz?. Lâkin ben yaşı- yorum ve sizi tbkı ilk gördüğüm gün gibi Ruscadan Muallim bütün bunlara bakar, sonra başını çevirerek bir kadeh daha içer ve tekrar içerdi. hatırlıyorum.. siz her halde beni unuttu- nuz!, ve... — Ben gene içiyorum, anne... Senin| oğlun sarhoş oluyor.. zarar yak. O SEE| anlıyor, kendini büsbütün kapıp koyu- vermiyor.. sen merak etme anne o ken- dini şimdiki halinden aşağılara düşür -| Tez!.. Yeter artık!.. | — Jenya, belki de siz, hiç de benim sizi |bildiğin gibi bir insan değilsiniz!. Her- halde bu böyle olacak... Siz bütün ka -! dınlar gibi fena, pis, kötü dilli, alçak ve âdisiniz!, Fakat ben sizin bu huylarımızı görmeğe vakıt bulamadım. Ve şu ana ka- dar, on iki senedir, sizi kadınlar arasında en mükemmel bir İnsan olarak sayıyo -| rum.. size hürmet ediyorum, hatıralarınızı | saklıyorum.. hayatın bir zamanlar bana vermiş olduğu biricik en iyi bir şey alarak onu saklıyorum. Ben haris değilim. hıç bir şey istemiyorum. Maamafih, gene içi- yorum... | — Ben çok içiyorum, anne, bu böyle | işte... Biliyorum, alçakça içiyorum, domuz gibi içiyorum, sonra uyuyorum, sonra u- yanıyorum, sonra... Anton Petroviç, sözün buraşında kendi- ni oturduğu koltuğun arkalığına iyice da- yadı. kaşlarını çattı.. gözleri korkumç bir hal aldılar... | — Büyük alçaklık... «Piç kuruları»nı' öğretmeğe gidiyorum.. evet onlar küçük fakat budalalıkları büyük... Hepsi kalın | kafalı... Hem bunları ne diye bu kadar er.| n | ken öğretmeğe kalkıyorlar.. onlar, okuma. nın zaruri olduğunu anlıyabilecek bir va- | ziyette değillerdir. Herhangi bir şey. Herhangi bir şey bilmenin faydalı oli ğunu.., Hele, Senek'in dediği gibi zevki tanımaktan âcizdirler.. canları cehenne- |me, ben onlardan nefret ediyorum.. bel İ|ki anların çağu da benim gibidir... Yani Lonların ekserisi... Bu muhakkak... Her şeyleri bunu gösteriyor.. maamafih on- lara acımak lâzım... Evet!. Onlar yalnız atı bilmemekle kalmıyor, onu başka- kendi tecrübeleri... Fakat insanın kendi tecrübesi insana pahalıya mal oluyor. | Zavallılar, bu teerübeyi ne ile ödeyecek- ler?.. Ben bu küçük yavrucuklara acı - yorum.. — Lâkin'ben artık adamakıllı sarhoş oldum..anne, ben bunun çok iğrenç oldu-İ ğunu biliyorum.. fakat ben artık kırk altı yaşındayım.. yer yüzünde bana ihtiyacı olan tek bir insan yok.. Öyle değil mi an- ne?. Üzülme anne? Ben kimse jye “lâzım — değilim, hiç kimseye!. Ve galiba bana da artık hiç kimse lâzım değil!.. Çünkü ben... Hım!.. Ben ne? Jonya? Ha?, Ben sarhoşun biri- yim. daha neyim?. Daha... Ben yakında hayat yolumu da tüketiyorum., kâfi mi?, Bu ne?.. çeviren: H. ALAZ Muallim etrafına bakındı.. birisi, derlif bir iç çekişile kendisinin sarhoşça sayıkı lamalarını kesti gibi geldi ona... Oda, # laca karanlık ve sessizdi, Saatin rakkafl hafifce ıslıklar çalarak saniyeleri sayı yordu.. yalnız adam, artık iyice sarhoştüew Bir elile kuvvetle alnını sildi. elile de kı dayar kalkmağa çalıştı, fakat kalkamadı.. — Adamakıllı içmişim anne!. gibi!.. Başını meyus bir eda ile göğsüne bıralit Üem — Senek; sen: Hayat olsa bile.., Kendi kötü mi idrak ettiğim için..... Onu satın almıyacağımi demiştin!.. Sen onu satın almadın!, Asilde ne öldüm!.. Halbuki ben onu Satın alis yorum... Hayat bana neden lâzım?;, Niçlk lâzım?. Bana ve yüzbinlerce benim gibis lerin nesine lâzım?. Sen, «Hayat bize fes na bekcilik ediyor!» demiştin!. Evet, lâe kin biz oldukca... Kurnazca ölümden kâ4 çınıyoruz., bu konuşan kim?, O tekrar, faltaşı gibi açılmış ve falçır nağına dönmüş gözlerile etrafına bakındım. kimsecikler yoktu. — Evet... demek kimsecikler yokmuşa. balbuki be ben bunun nf Olduğunu biliyorum.. anlıyorum.. val ben sarhoş değilim.. fakat ben neye içi * yorum?, Neye?, Anne, neye?. Ben böylü hareket etmekle kendimi mahvediyo * rum... Sarhoşca sayıklamalar, feryada benzi: yen ağlamalarla kesildi.. muallim başınl göğsüne eğerek ve kollarını oturmaktâ olduğu koltuğun yanlarına dayıyarak kendi kendine, sessizce ağlamağa başla« dı.. Zira, o kendine, yavaş yavaş mahvoli makta olan bu 'adama şiddetle aciyör... Dünyada samimi olarak acıdığı tek adami, kendisi olduğuna göre bu acıyış dahâ kuvvetli bir hal alıyordu.. o, ne kadaf sarboş olursa olsun, ıztırab çekerse çeke Bin, onda gene yaşıyan ve gözyaşları arâs sında öona bu sözleri söyleten bazı duygu" lar var, — Gerçekten bu ben miyi: Acabâ ben mahvolur mu idim?...... Eğer birisl çıksa idi... Hiç olmazsa bir defa... Barf sen annı Oğlunu - okşıyabilseydinle ğun kenarına sığıt yi ve çok büyük va: sesle) WYılmı sen, benim kıymetli anneciğim-« Benim sevgilim... O, annesini hatırladıkça, sarhaş ve ki* zarmış gözlerinden yaşlar daha kuvvetlt boşanıyordu.. Oda, karanlık ve sessizdi; çünkü ay &1“ tık yükselmiş, ışıkları pencereye vurmak olmuştu. Muallimin gözleri masaya dikilmiştla, şişede votka bulanık bir leke gibi görü* nüyordu; tıbkı perde inmiş iri bir göz g* bi... — Artık yatmalı... Ayağa kalkmağa' çalıştı; bir hayli v raştı, fakat kalkamadı.. yüksek sesle: — Amma da içmişim ha!... diye söğf* İlendi.. başı mocalsiz bir halde göğsünt düşüverdi, — Her insan bir kâinattır. her metâf taşının altında bütün bir tarih gömülüe dür... Romantik Heine'in paradoks estf* leri... Neden bütün meşhur Yahudiler # dealist ve romantik oluyorlar?.. Evet « Ne olüyor?, s«Mezar... ve içinde ben - cihanşümul bi tarih... Bu gülünç bir şey... Ben bir saf* ğunu şeytan bilir.. fakat ben onun Açın“ yalnızım.. Boğazına tıkanan hıçkırıklarla mücade* le ederek söz söylerken, yüzü; sarfettüi gayretten takallüs ediyordu.. yanaklarW akan yaşlardan ıslanmıştı., — bıyıkların?? uçları aşağıya sarkmıştı.. boyunbağısı Bİf yana çarpılmış, asabiyetle nefes almaklâ olan göğsü, açılan gömleğinden dışaf? fırlamıştı.. 7 Zaman zaman odada yalnız santin tik takları, ve sarhoş adamın boğuk bol nefes alışları duyuluyordu.. Lâkin bu an çok sürmüyordu.. çünkü muallim hep bir şeyler söylemek istiyöft © anlaşılmaz sözlerini mırıldanıp Gw" yordu.. (Devamı 13 üncü sayjada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: