15 Eylül 1940 Tarihli Yarım Ay Dergisi Sayfa 20

15 Eylül 1940 tarihli Yarım Ay Dergisi Sayfa 20
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Sen dans etmiyecek misin kızım? Yüzüme bakarak güldü: — Siz edecek misiniz P. Takma bacağımı gösterdim: — Bununla mı? — Ne olur?.. Pek âlâ edebilirsiniz. — Çocuğum, deli misin?, bu kalabalı: ğın içinde bu mümkün mü? zaman omuzlarını silkti: — Ben de elmem öyle isel. — Niçin?, Seninle ben bir miyim ?, Bu sırada Muhtar karşdan geldi ve Mefkürenin önünde eğilip kendisini dansa davet etti, O reddediyor : — Afedersiniz beyefendi, biraz rahat- sizim, diyordu, Fakal ben israr ellim: — Melküre inât etme kizim. Dansede- miyecek kadar hiç birşeyin yok... Muhtar da ilâve elti; — Çok değil... bir def'i. hem pekaz.. Benden imdat bekliyormuş gibi yüzü- me bakiyor, Fakat ben büsbütün israr e- derek ; — Haydi kalk diyorum. Kalkmazsan darılırım... Çaresiz kalktı. Şinasi beyin küçük kı- zından güzel dans öğrenmişti. Muhtarla dönen çiftlerin arasına karıştılar. Dans bir çeyrek kadar sürmüştü. Cazbant durduğu zaman yanımda otu» ran Şinasi bey güldü: '— Şu bizim babadan kalma orta oyu- nunu seyretmek bu fırıldak gibi dönülen dansın seyrinden bin kat daha zevkli de- gil midir? Bu suale alt tarafımızda oturan yaşlıca bir hanım cevap verdi : — Elbette beyelendi .. nedir bu firenk oyunu böyleP.. Biribirine sarılıp savrul- manın da zahir kendine göre bir zevki var... Bu sırada Mefküre ile Muhtar yanımı- zı geldiler. — Melküre yoruldun mu? diye alay eltim. N Muhtar bey onu metediyordu ; — Çok güzel dansediyorlar efendim. Demin biraz nazlandılar #mma |. Mefküre gülerek karşıma oturdu, Ö- nümüze çaylar gelmişti, Muhtarda bizim masaya olurdu. Samiye İanım pasta daği- tıyor, kocası çayları koyuyordü. Bir aralık Muhtarın Mefküreye dikkatli dikkatli bakması nazarı dikkatimi celbetti. Gayri ihtiyari gözlerimi çevirdim, ve belli etmeden kızimi telkik etmeğe başladım. 20 Yazan: KERİME NADİR o Tuhaf şeyl. Mefküre hakikaten bu akşam gok güzeldi, Bal rengi bir abajurdan dö- külen kuvvetli ziya altında, gözlerinin ren- gini andıran mai elbisesile ve büyük bir itina ile toplanmış dalgalı saçlarile bütün mazarları kendine çekecek kadar güzeldi, Ben şimdiye kadar onun bu güzelliğine dikkat etmemiştim. Muhların mülecessis bakışları bana ilk def'a kizi mı seyretmeği hatırlatmışlı, Çay pörtisi bitti.. tekrar dans başlıyacaktı, Muhtarın bir dans teklifine hazırlandığını hisseden Melküre bana dön- dü ; — Bu seler de sizinle dansedeceğim.. demin ben sizin sözünüzü dinledim. şimdi de siz benim sözümü dinliyeceksiniz.; ga- rip ve hâkim bir vaziyetle cevabımı bek- liyordü, Gülmeğe başladım : — Herkesin içinde ben dansedemem. kızım... Eğer mutlaka benimle dansetmek istiyorsan şu bitişik odaya geçelim. ora- biraz güyret ederim belki. Cazbant başladığı için ortada dönenler küre beni idare edeceğini söyliyordu, Fa- kat ne olsa sakat bir bacakla dansetmek kolay birşey değildi. Derinden gelen güzel bir valsa uyarak dönmeğe başladık, Önceleri ayaklarım do- laşıyor ve sık sık şaşırıyordum, Fakat ya- vaş yavaş alıştım ve hareketlerim düzeldi. Şimdi tatlı bir rüzgâra tabi olmuş akı- yor gibi idik.. mavi bir ampülün aydınlat- tığı küçük oda, gözlerime mehtaplı bir yaz gecesinin parlak rüyası gibi görünüyordu. Bir aralık Melküre başını omuzuma daya- dı. Derin nefesler alıyordu. Yorulmuş mu idi?.. Sormak istedim. Fakat aramızdaki esrarlı sükütü bozmamak için vaz geçtim. Cazbantla berabe ayaklarımızda durdu, Fakat o hâlâ ayni vaziyeti muhafaza ediyor. du, Avucumdaki küçük elini sıktım; efküre, Bir rüyadan uyanır gibi silkindi, — Yoruldun mu kızım ?, —Hayır muallim bey... İsterseniz çıkalım. Salona çıktığımız zaman Muhtar bey gülüyordu : — Hanım efendinin arzuları yerine gel- di artık değil mi Azmi beyelendi?.. Gülüştük ve yerlerimize oturduk. Va- kıt epey ilerlemişti. Bazı davetliler evlerine dönüyor, bazıları da bahçede bir mehta gezintisi yapmayı teklif ediyordu, Mefkü- reye sordum: — Gidelim mi kızım ?, — Siz bilirsiniz. İsterseniz gidelim... — Durun bakalim... Ne oluyorsunuz ?, Dünyada: bırakmam şimdi... haydi 'bah- çeye çıkacağız... Güzel bir mehtap vardı, biraz evvel rüya sını gördüğüm: parlak bir mehtap... Kela- balık, bahçenin her köşesine dağıldı. her taraftan sesler ve kahkahalar geliyordu. Mefkürede halif bir neş'esizlik görü: yordum. Acaba eve gitmediğimize mi canı sıkılmıştı ? Zaten çok kalacak değildik ki! ir aralık onu yanımdan kaybeltim. Fakat meraka düşmedim. Belki bir sebep: ten dolayı köşke dönmüştü, Halbuki biraz sonra, Muhtarla birlikte arka kapıdan geldiklerini görünce kalbi- me bir şüphe girdi. Kızımın gözlerinde şüphemi takviye edecek izler aradım, Li- kin bulamadım, Öfkeli ve sinirli idi. Yanıma geldiği zaman aşikâr bir can sıkıntısıyla ; — Artık gidelim musilim bey, dedi. Bu sözü benden başka kimse duyma- mişlı, Zaten duyacağını bilse bana « Mu- allim bey» diye hitap etmezdi. eki, dedim, Mademki istiyorsun... Ayrılırken ortada Muhtarı göremedim. Acaba neden Mefkürenin canı sıkılmıştı?. olda ona bunu sordum. Omuzlarını kaldırır gibi bir hareket yaparak: — Hiç bir şeyim yok! dedi. Fakat ben; — Muhtarla ne görüştünüz; diye ilâve eltim. Birdenbire başını kaldırarak dikkatle yüzüme baktı: — Onunla görüştüğümü siz nereden bi- liyorsunuz ?.. gil zam ben

Bu sayıdan diğer sayfalar: