24 Şubat 1960 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 29

24 Şubat 1960 tarihli Akis Dergisi Sayfa 29
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Deneme Sahneleri Bizde ötedenberi eksikliği duyulmuş olan sahnelerden biri de Deneme sahneleridir. Batı memleketlerinde, resmi, tahsisatlı ve muayyen bir geleneğe bağlı tiyatroların dışında kalan bütün tiyatrolar, Bulvar tiyat- roları bilhassa "avant-garde" tiyatrolar, yeni ifade şekilleri yaratmak is- tiyen her sanat topluluğu bu ihtiyacı kendiliğinden karşılar. Ama onla- rın giriştikleri deneme bambaşka bir denemedir. Şekli olduğu kadar muh- tevayı, metni olduğu kadar oyun ve sahneye koyuş tarzını, hatta dekoru da kucaklıyan bir yenilik denemesi. Batıda tiyatro tarıhıne geçen yeni akımların, yeni çığırların çoğuna bu deneme sahneleri öncülük etmişler- dir. Bize lazım olan, şimdilik bu değildir. Biz, henüz, sahnede ayakta durabilecek, bir temsil müddeti içinde seyirciyi sıkmadan, alakasını gev- şetmeden, kendini kabul ettirebilecek yerli piyes peşindeyiz. Milli bir Ti- yatromuz var, diyebilmek için hiç olmazsa sahnelerinizle rejisörlerimi- zin sayısı kadar tiyatro müellifine sahip olmalıyız. Her mevsim sahnele- rimizi kaplıyan yabancı eserleri yarıya indirecek, Repertuar ihtiyacı- mızın yüzde ellisini olsun karşılıyacak kudrette, iyi piyes yazan, verimli müellifler yetiştirmek zorundayız. Bu "yetiştirme" lafla olmaz. Tiyatro müellifi Konservatuardan, tiyatro Enstitülerinden yetişmez. Yetişse yetişse Sahneden yetişir. Ama sahneye aktör, rejisör olarak değil sadece "yazar" olarak çıkmak şartıy- la, yani yazdığı piyesi sahnede göre göre... Bu ise bizde kolay erişilir bir bahtiyarlık değildir. Çünkü tiyatrolarımız kendilerine verilen telif eser- lerde, daha ilk eserde, orta halli bir yabancı piyeste, hiç değilse o güne kadar yazılmış yerli piyeslerin iyilerinde Aaradıkları meziyetleri, haklı olarak, arıyorlar. Bu yüzden de tiyatro yazmıya özenen birçok gençlerin hevesleri kursaklarında kalıyor. Çünkü ilk denemeler, hemen daima, kusurludur. Bu kusurları sahnede görmedikçe, "düzeltmek" şöyle dur- sun "“anlamak" imkanını da bulamazlar. Bu imkânı bulamayınca da, ikin- ci, üçüncü piyesleri hep aynı fasit daire içinde dolaşır, durur. Sonunda ya küser, haksızlığa uğradıklarına hükmederek bir köşeye çekilirler, ya- hut, hıçbır zaman müsbet bir netice elde edemiyeceklerine kani olarak, piyes yazmaktan vaz geçerler Her iki hâlde de Tiyatromuz yeni bir müellif kazanmak ümidini dai- ma "kaybetmiş" olur. İşte bize lâzım olan Deneme Sahneleri, bu ümidi tiyatromuz ve tiyatro yazıcılığımız hesabına, daima "kazandıracak" kü- çük sahnelerdir. Devlet veya Belediyeden tahsisat alan tiyatrolarımız, salonu ve sahnesi kadar işletme masrafları da küçük birer "Deneme Sahnesi"ne sahip olmalı ve bu sahnelerde, en küçük ümit parıltısı veren, ilk telif eserleri oynamalıdırlar. Umulan ilgiyi görmediler mi, birkaç haf- ta oynandıktan sonra iner, yerlerini bir yeni ümide, bir başka "deneme"- ye bırakırlar. Ama bu arada tutmıyan ilk telif piyesin yazarı, eserinin sahnede ne hal aldığını, kendisine güzel gibi görünen sahnelerin, konuş- maların ramp ışığında neden o kadar güzel görünmediğini, hatta neden "uzun ve sıkıcı" kaldığını görür, anlar, Ancak seyirci önünde yapılan bu "tatbikat" ona tiyatro yazıcılığının kitaplarda yazılı olmıyan, mektep- lerde de öğretilmeyen sırlarını öğretebilir. Meşhur tiyatro müelliflerinden çoğu muvaffakiyetin anahtarını karanlık bir salonda, seyirci ile sahne arasında beliren o derin sessizlik uçurumlarında bulmuşlardır Devlet Tiyatrosu Oda Tiyatrosunu böyle bir deneme sahnesi haline getirmeği denemekle bu yokla ilk ciddi adımı atmak şerefini kazanmış oluyor. Kurulduğundan bu yana, ilk defa, bir telif eseri, Cahit Atayın ilk piyesi "Pervaneler"i Oda Tiyatrosunda, Konservatuardan ye- ni çıkmış taptaze bir sanatkâr kadrosuyla Ankaralılara sunmuş olması bunu gösteriyor. Denemenin tam olması için eseri sahneye koymuş olan Saim Alpagonun da yerini talebelerinden en gencine bırakması kâfiydi. İleride bu da olacaktır. Temenni ederiz ki "Pervaneler" bir istisna olmasın. Genç bir kale- min bu ilk tiyatro denemesi tutsa da, tutmasa da onu başka genç kalem- lerin başka denemeleri takibetsin ve Oda Tiyatrosu, müellif yetiştirmeğe bütün tiyatrolarımızdan daha çok emek vermiş, müsbet neticeler de al- mış olan Devlet Tiyatrosunun Türk sahnesine kazandırdığı ilk profesyo- nel Devlet Tiyatrosu olsun. AKİS, 24 ŞUBAT 1960 Cahit (Ekmel Gürol) bunca kadın a- rasında silinip gitmiş... Muazzez Kurdoğlunun rejisi şekil bakımından, eserin "presentation"u bakımından pek itinalı, Seza Altın- dağ'ın dekorları da öyle. Ama reji de, dekor da -bir zabıta piyesi için iyi dü- şünülmüş olan ve iri bir gözü andı- ran tavana rağmen- esere, telif her esere, lüzumu olan mahalli rengi, ha- vayı vermiyorlar. Mizansenin göze çar pan bir eksiği de vakanın "cinayet" tarafını, aksiyon lmıyan bir piyes- te ılgıyı çekebılecek 'araştırma, me- gilendirmiyecek larla meşgul olmayı tercih etmiş ol- masıdır. İki kız kardeşten Nükhetde Bey- han Gönenç, dipdiri, tansiyonlu bir oyunla bütün temsilde alakayı en çok uyanık tutan sanatkar olarak mu- vaffak oluyor. Fakat onun da müelli- fin çizdiği portreye uyması için biraz "çirkin ve yaşlı" görünmeye katlan- ması lazımdı. Böyle olmayınca ölen kocasının bu kadar "taze ve hoş" ka- rısına neden iltifat etmediğini, o ka- dar "cazip" bir kadının da, dişilikten yana, neden aşağılık duygusuna ka- pıldığını anlamak zor oluyor. Leylâ- da Elçin Saracoğlu, çok değişik bir kompozisyon içinde, yaşından ve tec- rübesizliğinden umulmıyacak kadar başarılı, zarif bir mariz ve hassas gençkız tipi çiziyor. İkinci dereceden rollerde Türkân Bora (Dadı Zehra) ile Attila Eldem (Uşak Ali) müellifin düşündüğü ki- şileri isabetle canlandırıyorlar. Da- dının kızı Filizde Jale Uzman, evin hanımlarından şık ve bilgili — giyini- şiyle müellifin anlattığı "mahalle kı- zı" olamıyor. Perihan Zorlunun akıcı, tabii bir diyalogu var. Kişilerini iyi konuştu- ruyor, ruh hallerini de iyi aksettiri- yor. Bu diyalogu, vakayı hikâye ha- linde "anlatmak" için değil de "aksi- yon" halinde "yaşatmak" için kullan- ü " " dan sıyrılıp ler yazması güç olmayacaktır. ERDAL ÖZ En güzel sekiz hikayesini YORGUNLAR adlı kitabında topladı. YORGUNLAR Dört renkli kapak içinde 5S0 (Ödemeli olarak ve 250 kuruş- luk posta pulu karşılığında gönderilir). İsteme adresi: "Özer Özler, P.K.: 3 Aksaray - İSTANBUL 29

Bu sayıdan diğer sayfalar: