25 Şubat 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 13

25 Şubat 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

aa em RM a e PM e e) Tefrika No:74 İngiliz Casusu KOR “LANRENS iSTANBU 25 Şubat 1922 A Nakleden: |, Nevzat, demir kapıyı kaparken: “Ölünciye kadar burada kalmağa mahkümsun !,, dedi. Bir ot minder, biraz da su verdiler. Türkiyede ilk defa tuzağa düşürülmüştüm... Kapı birdenbire açıldı. Mehmet ağa, kolunda bir ot minderle içeriye girdi. Arkasından Nevzat göründü. — Bu adama duaet.. Sana acidı.. Bir minder getirdi. Onun Üstünde yatarsın! Mehmet ağa biraz & yiyecek yemek ve içecek su da beraber getirmişti. Mahzen kapısını açık görünce dışarıya fırlamak kastile elimi arkama götürdüm. Fakat, silâhımı üzerimden almışlardı. Buradan kaçabilmek için mut- laka bir silâha ihtiyacım vardı. Hasımlarımı şöyle bir tetkik ettim: Yumruklarım, ikisini de bir anda yere yuvarlamağa kâfi ge- lecekti. Lâkin, kapının dışında Üzerime doğru uzanan bir silâh, bütün ümitlerimi bir anda sön- dürmüştü. Nevzadın amcası dişa- rıda nöbet bekliyordu. Bu adam - itiraf edeyim ki - gözümü yıldırmıştı. Insana hücum ettiği zaman neresine vurduğunu bilmiyor; düşünmeden, bakmadan yapıştırıyordu. Hem de ne kuv- vetli ve ağır yumrukları vardı, yarabbi! Kızıltoprağın arka (tarafında metrük bir sultan köşkünde Sazırlanan bu tuzağa, bilhassa Nevzat gibi zahiren çok ince görünen bir genç tarafından nasıl da kolaylıkla düşürülmüştüm!? Nevzat: — Uzun müddet burada kala- caksın! dedi. Seni şimdilik öldür- miyeceğiz. Fakat bu sözümle ölümden kurtulduğunu zannetme! Ben ve amcam çok kindar adam- larız. Ailemize yeni intisap edecek bir kıza karşı uzattığın bu mülev- ves elleri kırıp koparmazsak, aile- nin haysiyetini kurtarmış olamayız. Seni mutlaka geberteceğiz.. Anla- dın mı? » .. Kapıyı tekrar kilitlediler ve gittiler. Ot minderin üstüne uzandım. Gözlerim dışarda.. Düşünüyor- dum. Bu korkulu rüyadan nasıl ve ne vakit uyanacaktım ? Bütüu bu hadisat bende bir rüya tesirini bırakmıştı. (Filistin)- de teşkilât yapmağa hazırlanır ken, bir gece telsiz telgraf mer- kezinde fazlaca viski içerek sızıp kalmıştım. O geceyi hatırladım.. Acaba, hâlâ sabah olmamış mıydı?! Hâlâ uyanmamış mıydım?! Hâlâ telsiz telgraf merkezindeki arkadaşımın portatif karyolasında mı yatıyor- dum?! Kudüse nasıl: geldiğimi; Yusuf Mizrahinin evinde otururken, bir Avusturyalı zabitle nasıl karşılaş- tığımı: Kudüsten Beruta, Beruttan Halebe ve nihayet Halepten de Eskişehire nasıl gittiğimi; gece yarısı Eskişehirde yüzbaşı Kresi tanıyan (Kemal) ile nasıl buluştu- ğumu gözümün önüne getirdim. Sonra, onun vasıtasile Selma ha- nımi nasıl tanıdığımı, Orhan beyin çantasındaki ' mahrem . evrakın süretlerini nasıl çaldığımı hatır- ladım, Bu kadar muvaffakiyetten son- ra; Pervin gibi bir besleme kız yüzünden bu kadar dayak yemek, böyle hatır ve hayale gelmiyen bir tuzağa düşmek.. İşte burasını havsalam almıyor- du. Bu kadar basit bir sebepten dolayı böyle işkenceli bir hayata katlanmak nasıl mümkün olurdu? Entilecens Servis deki muvaf- fakiyetlerim başka milletler ara- sında bile dillere destan olmuş- ken, şimdi, elde ettiğim evrakı tekrar kaybetmenin (| verdiği ıztırap, kalbimde, bütün acılar- lardan daha müdhiş bir para açmıştı. Beynimdeki uğultular gittikçe artıyor, başımı duvardan duvara vuruyordum. Ben böyle tuzağa düşecek bir adammıydım ? Türkiyede daha kolay iş göre- ceğimi zannederken, burada gör- düğüm işkence ve ıztırap bana o kadar ağır gelmişti ki... Gözlerimi açmak istemiyordum. Dört duvar arasında gittikçe bunalıyor, boguluyordum. Karşımdaki iki ufak pencere, bana önümde dikilen azrailin göz- leri gibi korkunç görünüyordu. Halbuki, sabahleyin, gözlerimi açtığım zaman, evvelâ oraya bak- mıştım. Orada, hür insanların teneffüs ettikleri temiz bir hava ve gözlerimi nurlandıran penbe bir ziya görmüştüm. Şimdi bu pen- cerelerden neden korkuyordum? Başımı kaldırdım. Ve pencerelerden birinin, bana hürriyet ovadeder gibi, canlanıp gülümsediğini gördüm. Acaba, hâlâ Flistinde daldığım o korkulu rüya içinde mi çırpınıp duruyordum? (Arkası var) Akşam Yeni neşriyat: Vatandaşlık terbiyesi Muallim Hifzirrahman Raşit B. Alman terbiyecilerinden Georg - Kerehenteinerin Vatandaşlık ter- biyesi isminde bir kitabıni Türk- çeye tercüme etmiştir. Georg - Kerehenstener okütle terbiyesi ve kütlenin tahlil seviyesi hakkında şayanı dikkat eserler yazmış ve bunlar bir çok lisan- lara tercüme edilmiştir. Çocuk ve hal« terbiyesile meşgul mu- allimlere bu kitabı tavsiye ederiz. Kirli elbiseler ve paçavralar gelmiyor Belediye bazı büyük varidat menbalarından başka küçük bir takım gelirlerinide kaybetmiştir. Vaktile almanya ve Amerikadan Istanbula gelen kullanılmış elbise ve eşya ile paçavraların fenni tathiri için bir ücret alınıyordu. Şimdi artık bunlar | Istanbul gelmediğinden Istanbul belediyesi senede iki bin lira bir varidat daha kaybetmiştir. Altay- Karşıyaka muhteliti Parise gidecek Izmir 23 ( Hususi ) — Altay- Karşıyaka muhtelitinin Vehabın delâletile Parise giderek bir maç yapması etrafında muhabere cere- yan etmektedir. Bulgaristanda intihap Sofya, 23 (A.A.) — Dün 1250 nahiye, nahiye meclisleri intiha- batını (o yapmışlardır. Hükümet partileri âranın yüzde 74 ünü ka- zanmışlardır. Komünistler yüzde 13,5 ve sosyalistler de yüzde 10 rey kazanabilmişlerdir. Intihabın en bariz vasfı komünist anasırın köylerden çekilmekte olmalarıdır. Berlin'de “Washington,, isimli bir demiryolu mevkifi yapıldı Berlin 23 (A. A.) — Belediye meclisi, Brâme ve Hambourg'tan Berlin'e gelen Amerikalıların en fazla çıktıkları demiryolu mevkiine Washington mevkifi ismini ver- meği kararlaştırmıştır. Mevkifin isim koyma merasimi bu sabah yapılmıştır. Muğlada hububat borsası Muğla, 23 (A.A.) — Şehrimizde muhtelif havayici zaruriye fiatleri şudur: Muhtelif nevi unların fiati, küçük çuval dört bucuk ile beş lira, büyük çuval 7 - 8 lira, buğ- dayın okkası 6 kuruştur, darının kilesi 50, arpanın kilesi 60, çavdarın 50, burçağın 80 kuruştur. Italyada zelzele Roma 23 (A.A.) — Evvelki gece saat 23te Piza ve Lucgues'de kuvvetli gürültülerle (O müterafik şiddetli iki zelzele sademesi hisse- dilmiştir. Bilhassa bu sıralarda sinemalarda bulunan halk arasında müthiş bir panik olmuştur. : Jose Eu O sabah, güneş doğarken, başımaza hiç umulmadık bir felâ- ket geldi. Kulübelerinde oturup duran adamlar, bir takım çığlık- lar işitmişler; ve sahillere toplan- mışlar. Derede, kauçuk balyaları, ör- dekmişler gibi yüzüyorlardı ; bun- ları su üzerinde sevk ve- idare eden (1) Çauchero, balyaların arkalarından geliyordu. Küçücük bir kayığa binmişti. Balyalar ara- sında bir tarafa takılan olursa onu kurtararaktan yollarına de- vam ediyordu. Kayıktaki Cauchero kulübenin önüne geldiği vakit, hançeresinin bütün kuvvetile kabilenin harp narasını fırlattı: — Tambocas, tambocas!.. Cauchero'lar başlarına kaldılar! Tambocasl.. Bu sözü, işittiniz mi bırakın! Evinizden çıkın! Geçti- ğiniz yerde ateş verin! başka yerde kendinize bir melce arayın!,, demekti. Bunun, ayni zamanda, diğer manası vardı: Âkilüllâhim yani et yiyen cins ;karıncaların hücumuna delâlet ederdi. Bu karıncaların nerelerde böyle kül liyetli omiktar üreyip türedik- leri malüm olmazdı. Karıncalar, kışa yakın, ortalıkta yiyecek şeyler azalınca, çekirğe kafileleri gibi, hicret ederlerdi. Dağları, ormanları, fersah fersah süpürür- ler; her şeyi yer, kemirirlerdi. Uzaktan, sadaları, bir çıtırdı ha- linde işitilirdi: Bir yangın çıtırdısı halindel.. Kanatsız yaban arılarını andı- racak derecede büyüktüler. Baş- ları kırmızıdır; vücutları limonidir. Henı neşrettikleri zehir, hem de adetlerinin (oçokluğu (yüzünden ortalığa dehşet salarlar. Geçtikleri yerde ne bir vahşi hayvan ini, ne bir yılan kovuğu, ne bir insan kulubesi, ne ağaç, ne yaprak, ne yuva, nearı kovanı kalır... Hepsini hepsini, istilâ, yağma, taraç ve hâk ile yek- san ederler. Et yiyen karıncalar, kesif bulutlar halinde ortalığa yayılır; küçük kuşları, zahifeleri siler, süpürür, yer yutarlar. Önle- rine kattıkları insanları ve hay- vanları başka taraflara kaçırtırlar. Kayıktaki adamın verdiği ha- vadis, dehşet saçarak ortalığa yayıldı. işçiler, aletlerini ve eşyalarını elleri ve ayakları korkudan titre- yerek topladılar. Manuel Cardoso sordu : — Ne tarafan geliyorlar ? — Sahilin iki tarafında da ge- (1) Kauçuk ormanlarında kauçuk top- layan ameleye böyle denir. yolcadan) liyor gibi görünüyorlar. Daute'lerle Cauuche'lerle derenin bu tarafını takip ediyorum. Halbuki arılar, öte tarafta bis rikmişler. — Bir başlarına kalan Caucher ler kim? — Beş amele... “süküt,, havza- #ındakiler ... Yanlarında hiç bir müdafaa. vasıtaları yök... — Elimizden ne gelir? Kendi kendilerini müdafaaya çalışsınlar. Imdatlarına gidemeyiz. Bu haşarat bataklığı içinde mahvolmak tec- rübesine kim kalkışabilir? Ihtiyar Clemente Silva: — Ben! - dedi. Lauro Coutinho ismindeki genç Brezilyalı: — Bende gideceğim! - Diye kalkındı. - Kardeşim de onların arasında! İki arkadaş, kendilerini karın- calara karşı müdafaa için lâzım olan kibrit gibi, yangın çıkarıcı diğer tertibat gibi esliha ile mü- cehhez olarak sahilden ayrıldılar; Marie istikametine doğru, sıklaşan ormanın kuytuluklarına, dar bir yoldan girdiler. Çamurlar ve dikenler ortasında süratle ( ilerliyorlardı. Kulakları kirişteydi. Gözleri dört açılmıştı. Bir ân, ihtiyar, dar yoldan ayrılarak, “Süküt,, havzası batak- lığının istikametini tayine uğra- şırken Laure Coutinho duruverdi: — Kaçacak zemanımız geldil - dedi. Tehlikeyle yüz yüzeydiler. Ihtiyar Don Clemente de aynı fikirdeydi: Derhal kaçmak! Lâkin, teklifin genç arkadaşı tarafından gelmesini beklemişti. Gencin tek- lifi üzerine sevindi ama, sevincini gizledi. (Sonu yarına) (Hatice Süreyya) Eski zevcesini tehdit etmiş Çarşıkapıda Nafia H. isminde bir kadin, eski kocası Mustafa efendi ile kavga etmiş, Mustafa efendi evvelki gece Salih isminde bir arkadaşını da beraber alarak son derece sarhoş bir halde Nafia hanımın evine gitmişlerdir. Iki arkadaş zorla eve girerek kadının üzerine hücum ve ölümle tehdit etmişlerdir. Nafia kanımın bağırması üzerine bekçi ve polis yetişerek ikisini de yakalamıştır. Çantayı kapıp kaçarken yakalandı Şükriye hanım isminde bir ka- dın dün çarşıkapıdan geçerken sabıkalılardan Ekre yanına yak- laşmış ve kadının koltuğundan çantasını kapıp kaçarken yaka- lanmıştır. Mütercii Tetrika No 12 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: o (Va - Na) “M... , Zade ailesininen büyük Tefdi, reisi ve Yesimenin- babası olan Mehmet bey, Nişantaşında bir konakta otururdu. Ayni za- manda da, yaz mevsimi müna- sebetile, adadaki evlerini açık bulunduruyorlardı; Nişantaş'ındaki konak, geniş bahçesile, ailenin her ferdi için dairelerile, mükellef salonlarile , otomobil garajile, cidden görüle- cek şeydi. Bina öyle bir binadı ki Mehmet bey de, ogulları ve kızı da, birlikte oturmakla beraber, yekdiğerlerini rahatsız etmiyor- lardı. Bölüklerini kapadılar mı, 25 Şubat 1932) oluyorlardı. Konakta, değil aile efradı için, hatta, uzak akraba için ve dostlar için de kısımlar yardı. Mesela, Vesime'nin Izmir'de oturan bir Pakize teyzesi vardı ki, onun odası, daimi surette hazır tutu- lurdu. Konak öyle böyle, oda, salon, koridor ve sofa tertibatı öyle karışıktı ki, buraya “Lâbirent,, diyenler bulunurdu. “M..., zade Mehmet bey, kısa boylu, tıknaz bir zattı. Kır ve bol saçları vardı. Hareketlerinde iradeli bir adamın sertliği görü- nüyordu. Sesi haşinceydi. Fâkat gözlerinde samimiyet okunuyordu. Bu sayede Mehmet bey, iyi bir adam tesirini veriyordu. Fazıl Alkasdi beyi, büyük bir nezaketle kabul etti. malüm olan basma kalıp havadan sudan mu- havereleri müteakip : Sanki ayrı apartmanda oturur gibi ik bilir miyim ? - diye sordu. Mısırlı Fazıl Alkasdi, hafifçe öksürdükten sonra söze başladı : — Beyefendi hazretleri | Zan- nedersem kerimeniz hanımefendi- nin desti izdivacını talep ettiğimi söylersem pek hayrette kalmaz- sınız. Mehmet Bey, ilk önce, hakika- ten hiçbir hayret ifadesi göster- medi, Vesime'nin desti izdivacını, ondan, daha ilk defa olarak iste- miyorlardı. Sonra, birdenbire ak- lına geldi ki" kızı Vesime, Jülide ların s-ve dizer yer ir Mısırlı gençle konuşu- yormuş. Bu genç, o olacaktı. Mısırlı gencin ilk cümlesine cevap vermedi. Sadece, onun yüzüne dikkatle bakarak, işin arkası ne çıkacağını beklemeye ve düşünmeye koyuldu. 3 — Sebebi ziyaretinizi öğrene- | Fazıl Alkasdi, konuşmakta de- vam mecburiyetinde kaldı: — Kerimeniz Vesime hanıme- fendiyi seviyorum. Onunla evle- nirsem mesut olacağım. Ve ken- disini de mesut etmeğe çalışacağım. — İzdivaç projenizden kızıma bahsedip etmediğinizi sizden sor- mama İlizum yok sanırım. Ş Fazıl Alkasdi: — Kendisile mutabık kaldıktan sonra size müracaata karar ver- dim efendim. “M..., zade Mehmet bey, elini, yavaşça, saçları arasından geçiri- yordu. Ne zaman tereddüt içinde bulunsa, bu jesti vanardı. yapanı; Nihayet : — Ailemize gösterdiğiniz te- vecçühten dolayı size çok teşek- kür ederim! - dedi. - Fakat, müsaade buyurun da azıcık dü- üneyim. Sizden saklamıyorum. ızım için, doğrudan doğruya Türk olan bir zevç terçih eder- o sizi behemehal istiyorsa, arzusu hilâ- fına hareket edecek değilim. Mehmet bey birdenbire ilâve etti: | dim. Maamafib, şayet — Affedersiniz, efendim. Zati- aliniz, mühendisliği nerede tahsil buyurdünuz? Fazıl : Alkasdi, bu altı suale muhatıp olmağı hiçte beklemi- yordu. onun için, bu suale cevap vermek hususunda bir saniyenin beşte biri mikyasında bir zaman geç kaldı. Ve bu geç kalış, “M...,, zade gibi rel v6 dikkatli bir adamın gözünden kaçmadı. Mısırlı: — Mısır'da tahsil ettim! - dedi. Vesime'nin babası: — Pek alâ, efendim! cevabını vermekle iktifa etti. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: