March 10, 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

March 10, 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SARAY ve BABIÂLİNİN İÇ YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM —Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur Z Tetrika No. 103 Pusudan netice elde edilemedi, başka tedbir lâzım geliyordu Araba Beyazkuledeki akaretler önü- ne gelince karşı cihekten gelen bir tramvay arabasının ön! tarafında du- ran süvari yüzbaşısı Cemil bey - şimdi liva ki mütekalddir - kalabalık ifasından Sü- leyman Fehmi beye: — O aradığın adam vüliğede yok- muş! Diye bağırdı ve bu $ö?leri bir defa daha tekrar elti. (Bu Cemil bey bir-aşker paşasının oğlu idi. Bağdadda doğduğu için ken- disine Bağtindl denilirdise de hâlis Sürktü, Cemiyete gir gn evvel Av- #upadan getirilip ol Üzere ken- disine verilen her grete ye risale için birer mecidiye verirdi, Çemiyete gir- dikten sonra daima, serbes v& pervasız hüreket etmiştir.) Tramvây Beyazkul& önünde durun ca"Mehmed' Ali efendi koşkrak Süley- man Fehmi beye yanağtir > — ia aradımşbelimadım. Hik Nâzım bey ttlrrihaydan inin- <e Akaretlerdeki evine gitmişti. 'Tramvây tam hareket sedeceği si- Tada arabaya mülâzım Mustafa Ne- cib efendi bindi ve Süleyman Fehmi beyin yanında durdu.. Selâmlaştılar. Cemiyetçe or bir numarada mukay- yed olan Mustafa Necib Avrethisa- rından mezunen Selâniğe gelmişti. Süleyman Fehmi bey “bundan ev- vel de Mustafa Necib bi Nâzım beyi vurmak için merkezi umumi ta- rafından Selâniğe celbedilmiş bulun- duğunu Rasim beyden düymuştu. Süleyman Fehmi bey — Yarın Nâ- zum bey İstanbula gidiyor. Dedi. Yüzü sapsarı kesilen Mustafa Ne- eib yanaklarını şişirerek bir-of çekti! — Şu adama bir GN atamadık! beyahul Dedi. Yanlarına gele biltçiye: — Burada ineceğim. Diyerek ilk durak yerinde Süley- man Fehmi beye veda ile tramvay- dan atladı. Münih birahanesine avdetinde Sü- Jeyman Fehmi bey Nâzım beye fakat bu akşam mutlaka müfettiş Hüseyin Hilmi paşaya gideceği içiti sebze bah- çesinde pusu kurulması. elzem bu- Yunduğunu söyledi. Mehtab devam ediyordu amma fırsât aramaktan başka çare kalmamıştı. Arkadaşlar buna karar verdiler, Pusuya memur edilenlerden birisi mülâzım Himi efendi idi. Diğeri de gene mülâzım ... efendi idi, (1) Bu İki fedayi evvelâ o civarda emin bir evde beklediler. Cemiyete mensub olan müfettişi umumi yaveri jandar- ma mülâzımı Tuiçalı Süleyman efen- di, Nâzim beyin müfettiş konağına geldiğini gidip fedayilere haber verdi. (Tulçalı Süleyman efendi Balkan harbinden sonra sadaret yaverliği etmiştir. Mücadele senelerinde mü- tekaid olark bulunduğu Mersinde balkondan düşüp ölmüştür.) İki fedayi hemen sebze'bahçesinde- ki yerlerine giderek beklediler, Lâkin Nâzım bey avdetinde (Saul) sokağından çıkar çıkmaz Yalılar ci- hetinden gelen bir traiivay araba- sını durdurarak binmiş olduğu için bekliyenler kendisini araba #çinde gördüler. Başka yolcuları da ölüm tehlikesine o düşürmemek için ateş edemediler. Pusudan bu defa dali beklenilen netice bu suretle. elde edilemedi. Mustafa Necib bey tramvaydan in- dikten sonra doğruca Yalılarda sü- vari yüzbaşısı Bağdadı Cemil be- yin evine gitti, Cemil beye bu gece Nüzim beyi mutlaka vuracağını söy- ledi. Emir neferini çağırarak leğen, #brik istedi. Getirilinee kalkıp âptest aldı; iki rekât namaz kıldı. İstib. dada karşı gaza edeceğine bütün sıdk ve hulüsile inanıyordu ol Bu da bitince Mustafa Necib o civanda oturan mülâzım İsmail Canbulatın evine gitti ve maksadını anlatarak: — Bite ben gidiyorum, yüreğin gö- türürse sen de gell Kendisini aşağı indir. Ben vururum. Dedi. İsmail Canbulat beraber git- meğe razı oldu. Çıktılar, Nâzım beyin evinde aşağıdaki mi- safir odasında ışık yoktu. Müfettiş Hilmi paşa nezdinden he- 'nüz evine gelmiş olan Nâzım bey yu- karıya çıkmıştı, İsmail Sanbulat” evin köpisini çal- dı ve kanun neferi tarafırdan kapı açılınca içeriye girdi. Mustafa Ne- cib sokakla kaldı. İçeride Nâzım bey yukarıdan kim geldiğini sordu. Nefer: — Mülâzım İsmail Canbulat efendi! Cevabını verince o misafir odasına almasını emretti. İsmaili Canbulat efendi aşağıdari: — Beyeferidil' Yarın İstanbula gi- deceğinizi haber aldım. Benim terfi işim var, biliyorsunuz. Tarih ve nu- marasını - getirdim. Zahmet bufur- maymız. Ben yazarım. Dedi ise de Nâzım beyin ısrarı Üze- rine misafir odasına girdi. Elektrik lâmbası yanınca kapının yanında ve ev sahibinin pencere başındaki yerinin karşısında oturdu, Nâzım bey de ine- rek yerine geçti. Canbulatın çıkmadığını ve odada ışığı görünce Mustafa Necib binanın önündeki küçük bahçeye girdi ve ka- fesli pencereye yanaştı. Elindeki yüksek arpacıklı Golt tabancasının namlusunu kafes aralığına sokmağa uğraştı. (Arkası var) * “ Balıkesirden bay D. Müren aldı- ğm bir mektubda (1908 senesinde Selânikte ni ta- lebesi idim. Bununla beraber milletçe hürriyetin Hân edildiği 10 - 23 temmuz - perşembe günü yapılan nümayişlere işti. Tük etmiştim. gele” hüküm “İoragı Taşmmzği kahve ve ve agi dairesi önünde, hü- kümet konağı merdi toplanmış halk arasına katılmıştım. Burada genç bir mülâzum, bir beyanname okudu; pek çok alkışlandı. Arkasna büyük bir kafile ile Kule kahvelerine gittik, Ba- yanname orada da okundu. Bu —— bir gin sonra müs- ishasını elde et- bir suretini gönderiyorum.) Bay D. Eğriboru hem böyle bir vesika suretini gönderdiğinden, hem de mekbu- bundaki teşvikâmiz itfatlarından dolayı teşekkür ederim. Gönderilen beyanname sureti aynen şudur. Umum ehaliye Karieşler, müjde! Otuz iki senedir sevgili topraklarımı- sın bir çoğunu vücudü vatandan koparıp ayıran, elimizde kalanları al kanları bo- yayan, otuz iki senedir otuz beş milyon İnsanı hayvan sürüsü gibi kullanıp yıl- kardeşlerini birbirine düşman ederek rahat yüzü gös- termiyen, kimimizi sürgünlerde, kimimi. zi zindanlarda helik eden, askerin slâ- hını susistimal, memurların ahlâkını if- sad eden, zenginlerin malını harab, fıka- ramızın kesesinden para sirkat eden, otuz #ki senedir yalancılıkla, alçaklıkla, na- mussuzlukla idareye çalışan sekiz, on hainin, milletin elğerine saldıkları zulüm pençesinin yırtıcı tirmâklarından artık kurtuluyoruz! «Osmanlı İttihad ve Terakki cemiyeti) bülün vatanı ve vatan kardeşlerini, Al- ayrılmamakladır. Vatan namına cemiyet yalnız bunu is- tâyor, Yaşasın vatan, yaşasın milet, yaşasın hürriyet, isulbdad! Belinik 10 temmuz 1324 - 25 Cemaziyel- eyvel 1328 perşembe, (1) Albay Tunçay hayatta olan bu za- fan İsminin neşrine kendisinde salâhiyet görmediği için biz de bunu zikredemedik. AKŞAM Aslan adam (Baş tarafı dokuzuncu sahifede) — Evden de beklerler hani.. Merakla iğildi: — Yoksa siz de karınızdan korkar mısınız? Suali değiştirmek için ben ona sor- dum; — Ya siz? Kahramanca itiraf O kahramanca itiraf etti, güldü: — Ben doğrusunu söylerim. Karım- dan korkarım... «Aslan adam» evinde «Kuzu adamı oluyor... Maamefih ca- nım bugün de yemeği stüdyoda yiyi- Verirsiniz, ne olur. Hem şimdi şu te- pedeki kocaman direği gördünüz mü? Onun üstünden; eh tepeden atlıyaca- ğım... Meraklı sahnedir.... Alliyacağı yeri elile göslerdi. Ora- ya bakarken âdeta başım döndü. Ko- nuştuğumuz bir saat içinde pek sa- mimi ahbab olmuştuk.. Asian adam atlıyacağı yere tırmanırken yanıma bir genç artist yaklaştı: — Biraz vahşi tabiat değil mi?. Pek konuşamıyor... dedi; Omuzlârımı kaldırdım: — Yoo0... Bilâkis... Şu dünyaca meşhur sinema artist- lerinin'bazan'ne garib şöhretleri var. Çok defa onları beraber çalıştıkları insanlar bile tanımıyor. Aslan adamın artık rolü bitmişti. i *Şimdi yemeğe gidebilirdik. Ben onun ! makiyailı yüzünü yıkıyacağını, üstün- deki garib şövalye elbisesini çıkaraca- ğını sanmıştım. Fakat Buster Krab: — Yooo.. dedi, ağtistler lokantasına böyle gidebiliriz... Aslan adamı bekliyenlerle Böyle söyliyerek' stüdyonun kapı- sından çıktık. Lokanta caddenin öte- ki tarafında idi, Bir sürü ihtiyar ecne- bi kadınları stüdyonun önünde top- e e giremedikleri için adamın çıkma saatini bekliyor- pe Aslan adam'dey gibi vücudile dışarı çıkınca gözlerini süzerek biri- birlezini dürttüler; — Aslan adam... Ah Aslan adam. — Ne kadar yakışıklı... — Mister Buster Krab bir fotograf imzalar mısınız?” Diye etrafımızı Sardılar, Aslan adam bu bir sürü ihtiyar kadının arasında ne yapacağını şaşırmıştı. Fakat o'ur şey değil... Kadınların içinde onun iri, kocaman bazularını bile muayene edenler vardı... Güç hal ile kendimizi lokantaya atabildik. Bu Universal filim şirketi- nin artistler yemek salonu, dünyanın en garib lokantası idi. Lokantada ben- den başka yüzü boyalı olmıyan iki üç kişi daha vardı. Bunlar da çevrilen fi- Umlerin rejisörleri imiş... Evvelâ figüranların ve ufak tefek artistlerin yemek yedikleri salondan geçtik. Sonra gayet şık kapısının üs- tünde «Yıldızlara mahsustur.» cümle- si yazan bir yerin önünde durduk. Ka- pının yanında iki zebellâ gibi arab du- Tuyordü. Biri bana sordu: — Sizin buraya ie için kartı- niz var m1? Aslan adam: — O benim arkadaşım... diyince arablar kapıyı açtılar, İçeri girdik... Burası. hakikaten ömür bir yerdi. Köşedeki masada Marlene ile bir çok filimler çeviren meşhur jönprömye Herbert Marşal yemek yiyordu. Biz de üstünde «Aslan adam» yazılı masaya yerleştik. Aslan adam evvelâ bir do- mates suyu içti, Arkasından «meyva kokteyli» denilen bir meyva salatası yedi... Tatıdan sonra tuzlulara geçti. Her dakika bana İlstedeki bir yemeği tarif edip: — Mutlaka bundan yemelisiniz. diye ikram ediyordu. Bu sırada kapı açıldı. İçeriye bir kaç gün evvel kendisile görüştüğüm Danlelle Darrisux girdi. Aslan adam; Gi Daha, dedi, kendisile tanışma- Güzel Fransız artisti yanımızdan geçerken bana takıldı: — «Aşk nedir?» sualine cevap ve- ren kimse buldunuz mu?.. Arkadaşı. nız meşhur «Aslan adam» değil mi?.. Ayni stüdyoda çalışıyoruz da daha Hikmet Feridun Es 10 Mart 1938 a KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertel ——— Tefrika No, 164 Kılıç Ali paşa ertesi gün dananmanın başına geçmişti. Bütün denizciler kaptan paşa geldi diye seviniyorlardı. Mahmud reis o gece kendi gemisi- | ne gitmişti. Hüsrev reis yatağına uzanmış, uktan başı dönük, gözleri .. Gene Sinanı düşünüyor- — Allahım, sen beni affet! O çocu- ğun başını ben yaktım. Panayır ge cesi onu Kefalonya limanında yal niz bırakmasaydım, Filip onu götür- meğe cesaret edebilir miydi? Ve bu vakâyi hâtırladıkça, yapılan işkenceleri az görüyor: — Bu melün herif hâlâ bizi deli- liklerilâ avutuyor. Diye söyleniyordu. Bu sırada güverteden acı yükseldi: - Uzakta ilerliyen gölgeler görü- joruüm, Bir başka gözcü de şunları ilâve etti: — Gölgeler bize doğru geliyorlar..! Hüsrev rels yatağından fırladı. Kendisine haber vermeğe koşan nö- belçileri arka kasaranın önünde kar- şıladı: Nöbeçliler: — Düşman göründü. doğru geliyor... Dediler. Yalan değildi bu, Gittikçe büyüyen kara gölgeler 18- sız adaya doğru ilerlemekte devam ediyordu. Hüsrev reis bütün donanmaya ak- şamdan icab eden emirleri vermişti, Reislerin hepsi kuşkuda, gözcülerin hepsi ayakta bulunuyordu. Bu göl geleri öteki kadırgalar da görmüş- lerdi. Donanmanın bütün -fenerleri sö- nüktü. Yalnız paşa gemisinin iki direğinde birer fener yanıyordu. Hüsrev reis derhal fenerleri sön- dürttü. Şimdi denizin üstü kapkaranlık olmuştu. Gözgözü görmüyordu. Fa- kat, garip şeyl Uzaktan gelen gölge- ler artık sayılabilecek kadar yaklaş- muşta. Hüsrev rels parmağile: — Bir. iki. üç. sekiz, dokuz... İş- te dokuz gölge. Diye saydı. Bunlar hiç şüphe yok ki, Venedik gemileriydi. Kim bilir? Belki de (Korkunç Filip) e yardım etmeğe çıkmışlardı. Türk denizcileri ayakta idiler. Her- kes uyanmış, İş başına geçmişti. Hüsrev rels gelen gemilere iki fişekle: «— Yaklaşma, yakarım!» İşaretini verdi. Topçular top başında ateş emri bekliyordu. Bir kaç dakika sonra'gelen gemi- lerden şu cevap verildi: xYabancı değiliz.» Ah. o ne?! Bu, ancak Türk donanmasında kullanılan “bir işareti. Hüsrev reis: — Bunlar da kim? - diye bağırdı - bizi aldatarak içimize kadar girmek istiyorlar galiba..! Gece karanlığında yapılan bütün baskınlar şimdi birer birer aklına ge- Hiyordu. Türk donanması toplu bir halde bulunduğu için, gelen gölgelerin düş- man gemisinden başka bir şey olma- sına ihtimal verilemezdi. Hüsrev reis fener işaretile sordu; «— Kimsiniz?» Büyükçe .bir yelkenliden şu ceva- bı verdiler: «— Türküz.» Ve bu sırada Hüsrev reisin gemisi- ni solda birakarak, karanlığı yara yara gölgelere doğru ilerliyen Doğan reisin kadırgasından gök gürültüsü- ne benziyen neşeli sesler yükseldi: — Kaptan paşa geliyor. kaplan Denizciler bu sesi duyunca şaşır- dılar; — One... demek... rinden şüpheli konuşmalar baş- Filipe bir ses üzerimize Kaptan paşa geliyor — Bu, düşmanın bir hilesi olmam sın?... — Hayır. Bize türkçe cevap veril yorlar. Hile olamaz. — Sesleri duymuyor musunuz be? Gelin gemicilerin hepsi türkçe bağır rıyorlar, Kaptan paşa gelmiş... — Kaptan paşayı biz İstanbulda basta döşeğinde bırakmıştık. Nasıl olur da gelebilir? - Eh.. insan hasta döşeğinde kırk yıl yatmaz ya, sesler; «Kılıç Ali paşa, Hüsrev reisin gö misini ârıyor.» Artık, kaptan paşanın geldiği an- Jaşılmıştı. Denizin üstünde neşeli bağtışma- lar göklere yükseliyordu. Kılıç AM paşa: dokuz-yelkenli ile Akdenize, Türk donanmasını aramağa çıkmış ve onları tesadüfen 1ssız ada önlerine de bulmuştu. Şimdi her iki tarafın da fenerleri yanıyor, ortalık şenleniyor, herkes birbirini görebiliyordu, Kılıç Ali paşa donanmanın başına geçiyor Kılıç Ali paşa ertesi sabah donan manın başına geçmişti. Denizciler; — Kaptan paşa geldi. Galiba sr vaş var! Diye seviniyorlardı. Kılıç Ali paşa güneş doğar doğmaz Kalktı. Bütün relsleri paşa gemisine topladı. — On beş gündür sizi arıyordum, dedi, Kefalonyaya gittiğinizi söyledi- ler. Oraya gittim. Oradanda çö- bük ayrılmışsınızl Nerelerde idiniz bakalım? Kılıç Ali paşa eskisi kadar kuvvetli ve sıhhatli değildi. Belliydi ki, mü- him bir hâdise üzerine yola çıkmıştı. Hüsrev reisin büyük kadırgasında toplanmişlardı. Hüsrev reis, Kılıç Ali paşanın gel- diği gemiye geçecekti. Reislerin piri olan Mahmud rels 8ö8 alarak dedi ki: — Korkunç Filipin Arşipele keç- tığını haber almıştık. Oraya gittik... — Buldunuz mu o canavarı ör da? — Bulduk ve bacaklarına zincir vurup donanmaya aldık. Kılıç Ali paşanın gözlerinin içi gü- Tüyordu: — Nihayet buna da muvaffak ol- duk demek... Ben böyle hayırlı bie haber alacağımı ummuyordum. Si- ze teslim olurken çarpışma falan ol” du mu? Hüsrev reis başını salladı? — Hayir, Arşipel şövalyesi önü hapsetmiş. Biz sıkışlırınca teslim! mecbur oldu. Filip, böyle kolayca tes” lim edileceğini umimamış olmalı kl, bize gelir gelmez çıldırdı. — Ne diyorsunuz. çıldırdı mı? Far kat, o bu kadar korkak ve ölümden yılan bir adam değildi... — Sahte yapıyor sanmıştık ilk ön- ce. Söyletmek için ne mümkünsü yaptık. Ağzından bir tek kelime al madık. — Yakalandı ya.. ağzından lâf alıp ne yapacaksınız? Bırakin canavlari kendi haline. İstanbula gidincey9 kadar aklı başına gelir. Hüsrev ve Mahmud relsler birbir” lerine bakıştılar. Hüsrev, Sinanın esir düştüğünü bir türlü anlatamıyordu. Nasıl anlatsındı? Sinanın kaybol" masına kendi sebep olmamış mıydı? Şimdi kaptan paşaya 8öz bulamıyordu. Bütün reisler son sözü Mahmud relse bırakmışlardı. Bereket versin ki, Kılıç Ali paşanın Mahmud reise çok güveni vardı. Mahmud rels, kaptan paşanın bi” rinin araştırdığını bakışlarından 89 ziyordu. Kılıç Ali paşanın gözleri, belliydi ki, Sinanı arıyordu. (Arası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: