Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
| | Ker Vke N î) Sıwfa — ———t v ON POSTA TEMMUZ 1914 Nakleden: H. R. — Kızım Doktor: Semi Ekremea — v LÜ Umumi Harp Nasıl Patladı ? Yazan!: Emil Ludvig Hudutlarda Dövüşülürken Viyana, Fransa İle Münasebatını Kesmemisti Berhtold — apansızın sulhçu, sakin bir adam olmuştur. Rus sefirile öz iki kardeş gibi görüş- | | mektedir. Sefir kendisine Alman- yanın harp maksatlarından - şi- kâyet etmektedir: — * Halbuki bizim aramızda hakikatte büyükçe bir sui te- fehhümden başka bir şey yok. , Demektedirr. Berhtold kendisi- nia de anlattığı üzere bu müna- sebetler esnasinda Almanyanın lehine söyliyecek tek bir kelime bulamıyordu. Halbuki Almanyayı bu son noktaya götüren kendi- sinden başka kimdir? Bugün Rus sefirinin yanında böyle — davrandığı gibi, yarın Fransız sefirini de bu zeminde serbest bırakacaktır. Hatta Fran- sız sefiri bizzat Almanya İmpa- ratorunun aleyhinde söylendiği halde ! * Diğer taraftan Berlinden tel- graflar yağmıya başlamıştır. Tel- graflar diğerlerinin tasavvur ve tasmim — ettikleri harbi şimdi şedit bir üslüp ile ve bihakkın istemektedir. Bu münasebetle Avusturyanın Rusyaya vermekte muztar kaldı- gı ilânı harp notası resmen o ka- dar kaba ve müşevveş bir halde yazılmıştır ki bununla Viyananın harbe Berlin tarafından cebren sürüklendiği — gösterilmek isten- miştir. * Fakat neden Fransa ile de münasebeti kesmeli ? O kadar uzun zamandır hars sahasında Viyana ile birleşmiş olan İngilte- reden niye ayrılmalı ? KI Daha şimdiden binlerce Alman maktul olarak Habsburg şerefine hudutlarda — yatmaktadır. Hab- buki Kont Berhtolt, her gün müttefikinin düşmanlarını kabul etmektedir, Hayfa ki Fransızlar siyasetlerini okadar ciddi tutu- yorlar. Ne pahasına olursa olsun Viyana ile münasebetlerini kes- mek istiyorlar, halbuki Avusturya buna hiçbir sebep ve illet bula- mamaktadır. “ Almanya ile harp başladıktan bir hafta sonra, Fransız - sefiri Viyanada soruyor: * — Avusturya Alsasa asker gönderdi mi, göndermedi mi? Berhtold —infial ila inkâr ediyor: -— — Âman yarabbi, kendisine böyle bir hareket nasıl isnat olunabilir? Fakat bu bususta Almanlar da bihakkin endişede- dirler: Müttefikleri şark harbine iştirak — edecek mi? Almanya kendi kendine bu suali sormakla beraber bitaraf memleketlerde Avusturyalılar birlikte ve dirsek dirseğe — olarak — harbettiklerini işaa ederler, Almanlar. Habsburg hanedanı için bir haftadanberi siperlerde dövüşüyor, Fransız sefiri Dümen Viyanada gün geçtikçe tazyiki artırır. Suali- ni yeniden sorar, yeniden rahatlar, ve nihayet Avusturya askerlerinin garbe — gönderildiklerini öğrenir, pasaportlarını ister. — ÂAvusturya hariciye nezareti kedere garkolur. Yalnız Viyana şehremini - bütün şu devletliler alayının ne mal olduklarını gösterecek bir meha- ret ibraz eder; demek Fransızlar bizimle harbedecekler öyle mi, durun ben kim olduğumu şimdi onlara göstereyim, der ve şehre- manetinin balkonuna — çıkarak halka şu yalanı ilân eder: — Pariste ihtilâl çıktı. Cüm- hur reisi katlolundu. * Bu sırada İngiltere seflri Vi- yanada Avusturya sefiri de Lon- hudutlarda — yaltıyorlardı gibi rahatlarındadır. Alman sefiri Prens Lihno- vski Londradan çıkarken Avus- turya sefiri kendisini gara kadar teşyi eder ve memnun bir vazi ile kendisi kalmak — niyetinde olduğunu söyler. Filhakika otuz gün daha kalmıştır, artık şifreli telgraf çekmek imkânı — yok- tu. Bu esnada Grey ile ayrıca bir itilâf akti çarelerini mükerre- ren görüşmüştür. Kont Mensdorf: — “ Aramızda hiç bir türlü husumet bulunmaması daha eyi değil mi? İki zümreden birer dev- İetin temasta kalmaması — arzu olunmaz mı? Diyordu. Fakat nihayet matbuat ken- disini çıkıp gitmiye davet eder ve Grey Eeı:ıdisîne: (Arkası var) — Â YE Bu Sütü_nda Hergün Resminizi HALİL MUZAFFER B. ; Mü- — dekkiktir. A- raştırıcıdır. Tarzı — teleb- büse itina eder, — şıklığı ye — temizliği sever, kadın, macera sevgi ve hayal mev- zularına karşı alâka ve zâfı vardır. Moda cereyanlarına tâbi olmak ister. Maddt mahrumiyete, -“Üzüntü ve sıkıntıya tahammül edemez. . « 93 LEYLÂ Hanımın küçük ar- kadaşı; ( fotoğrafının dercini is- temiyor ) Şen ve şakraktır. Her- şeye ehemmiyet vermek istemez, alaycı, şakacı ve dili bir parça da çapkıncadır. Sözleri batmaz. Kendini beğenenleri, gurur ve | kibarlık taslıyanları alaya alır. Arkadaşları tarafından aranır ve sevilir. Bu hallerine rağmen iyi kalpli ve cömert bir genç kız -hissini vermektedir. Fotoğraf Tahlil Kaponunu 11 inciSayfamızda bulacaksınız, ei G6 deedğüe ee Bize Gönderiniz, * * Size Tabiatinizi Söyliyelim... * EMİN SAİT B.; Zeki ve so- kulgandır. Sür- atle mütehey- yiç olur. İyi söz söyliyebi- lir. Münaka- şadan çekin- mez, — yalnız fili mücadele- den — hazet- mez, münaka- şayı davet eden mesailin fikren ve sulhen halline taraftardır. Tenkit yapar, Başkalarının iradelerine uysallık göıtermeı, daha ziyade kendi kirlerinin kabul edilmesine ça- lışır. Sadeliğe mütemazildir. Ar- kadaşları tarafından bazı ahvalde kıskanılır, His ve heyecan mev- zularına yabancı kalmak istemez, © MEHMET SALİH B.; Azim- İ kâradır. —Mih- net vemeşek- kati — taham- mül —gösterir rahatına pek düşkün değil- dir. Bazan İnatçı ve asabi olur. -İğbirarı devamsız de- sildir. Fena- lıkları çabuk unutııığ:lzd." Başkala- rtına karşı itimadını israf etmez. —— ——T ! S p Kezbanın —— — —— —— Dünkü Hikâyenin Hulâsası Eski Istanbul dersiâmlarından Abdülahat Ef. aksi, — nalet, kötü huylü bir adamdır. Bir uşağı vardır. Onu en haksız vesilelerle tazip, tekdir eder, Fakat birçok sualler sorduğu halde uşağin göze batacak hiç bir kusurunu bulamıyor. Bugünkü hikâyemiz, efendile uşak arasındaki ihtilâf sah- nesini şöyle devam ettiriyor. — ğ .- Dersiâm —Efendi — çıldırmak raddelerine gelmişti; yüzü mos- mor kesilmiş, gözleri korkunç bir surette dışarı uğramış tel tel kabaran sakalı titriyordu. Fakat aklına birdenbire yeni — birşey geldi; mosmor kesilen yüzünde geçici bir tebessümün çizgileri | gezindi. drada güya bir şeyler yokmuş | — Mektupları ne yaptın? Ce- vap ver bakayım!, Uşak hiç istifini bozmadan cevap verdi: — Cevaplarını dün akşam masanıza bırakmıştım. Ahat Ef. düşündü; uşak doğ- ru söylüyordu, mektupların ce- vaplarını dün akşam okuduğunu şimdi hatırlamıştı. Beynine sanki milyonlarca karınca dolmuş gibi kafatası gıcıklanıyordu. ağzından inler gibi bir cümle daha dö- küldü: — Sana, şu pis kemençeni gıcırdatma diye yüz kere tembih ettiğim halde bu sabah menhu- sun sesini yine duydum, Uşağın ablak — yüzünde hande koşuştu: — İnsaf büyurun efendim| dedi. Daha dün akşam bin parça etmediniz mi idi? Ve İstanbul dersiamının kanlı dudakları tükürmek istiyormuş gibi buruştu ; titredi ve bu kalın dudakların arasından galiz bir küfür fırladı : — Tuh, hay!.. Lânet olası! İki taraf ta bir lâhza sustular, Ahat Ef. kanlı gözlerini uşağın bir üzerinde — gezdiriyor, — şikârına nereden saldıracağını arıyan bir vahşi hayvan gibi, — etrafında dönüyordu. Birden bire durdu. Aklına birşey gelmiş gibi elini alnına götürdü; kırmızı yanaklı yüzünü hudutsuz bir sırıtma kapladı; çürük dişli ağzından bir kahkaha boşandı; kırmızı yanaklı yüzünü çerçeveliyen abanoz sakalı tel tel oynadı, tel tel sıçradı. Kendi kendine: “Ah ulan teres! diyordu.. Ulan teres! Girdin mi kapana ? Bir sıçradın çekirge, iki sıçradın çekirge.. Şimdi buyur bakalım! ,, Ve uşağa, burnuna burnunu değ- dirircesine yaklaşarak teker teker 'göyledi : ' — Ulan, sana Kezbanın oda- sının önünde dolaşma! diye kaç defa söyledim!.. Dün, yine, ora- larda... Fakat Müderris Ef, lâkırdısını tamamlamadan genç uşağın pen- be derili yüzüne sinsi bir tebes- süm işlendi; sonra, bu tebessüm genişledi; gözlerinde bir istihza şimşeği parladı; boğazından küs- tah bir kahkaha fıkırdadı ve demindenberi göğsünde sabret- tiği sesinin, en serbest tonile: orını — şişirdi; Nakili : Ahmet Naim —— — Efendi! Efendil. dedi, hani gerçek olan Haktaalâ haz- retlerine malüm.. Kezbana gönlüm akmadı değil:.. Ammal.. Sizden, ön art yok ki... Sal ah geçiyorum, siz oradasınız; öğleyin bakıyorum, başbaşa... Uşak Efendinin kafasını sal- lamasından ve kaşı ile gözü ile işaretler yaparak neyi anlatmak istediğini bir türlü kavrayama- mıştı; fakat insiyaki bir sabır- sızlıkla başını geri çevirdi ve hanımı ile yani Ahat Efendinin zevcesile burun buruna geldi. Uşağın kocasına söylediklerini ta- mamile duyan Hanimefedi fena halde sinirlenmişe benziyordu; yür bir naş gibi sararmıştı, dudakları titriyor, açılıp kapanan burun deliklerinden — keskin — soluklar çıkıyordu. Uşağa bir kelime bile söylemeden kocasının — üzerine yürümiye başladı; biraz evvel köfte kızarttığı iri bir — maşayı havaya kaldırdı; — Kezban, ha! Dedi. Tuh.. Utanmaz, hayasız! Ben zaten.. O ne feci veyahut o ne gü- lünç manzara idi. O pür gazap ÂAhat Efendi nerede idi!.. Şu karısının — salladığı maşanın karşısında — bir fino — köpeği gibi — geriliyen, — fersiz — gözlü balmumu gibi sararmış adam, hiç biraz evvel gür sakalı titri- yerek asıp kesen Ahat EF. ola- bilir mi idi? Vaziyet gittikçe — komikleşi- yordu; dersiam efendi gerile- dikçe, — kendisini — manyetizme eden müthiş maşa havada teh- ditkâr bir daire çizdi; sonra za- vallının omuzuna bir gürz indi. — Kezban hal.. Ahat Ef. nin korkudan buyü yen gözleri, kadının elindeki silâha saplanmış yalvarıyordu: — Hanım, hanımcığım !, Val- lahi, billahi, tallahi hepsi yalan hepsi yalan, hepsi... Fakat hanımın keskin bir çığlığı zavallının sözlerini ağzına tıkadı : — Sus 111... Ve iri, ocak maşası kısa fasılalarla havaya kalktı ve indi ; — OEFEF H — Kezban ha ? — Of * Uzaktan, efendisile hanımının harp oyununu seyreden — uşak, ahır kapısından girmeden evvel, iri ocak maşasının havaya kalkıp Ahat Efendinin omuzlarına inme- sini saymıya başladı : — Bir, iki., üç, dört, beğ... sekiz., on.. on iki.. on beş.. on altı.. Ocak maşası, Hanımın sinirli ellerile, dersiam efendinin omu- zuna on yedinci defa inerken, uşak sayı ameliyesini bıraktı: gözlerini açtı, yüzünün damarla- Parmağını havada sallıyarak biraz evvel Efendisinin kendisine yaptığı ayni sahneyi tekrarladı : — Sana Kezbanın odasının nde dolaşma diye kaç kere fğ;ıledim.. ıl;ıâıı yine yhı!.. Hal.. SON gibi