ABPULHAMİDİN Gonrn GÜNLERİ. £ Abdulhamıt Bugün De Hü üm Süren Tifüsü Merak Ediyor Doktoru Hareme Çagırtarak Uzun, NAKİLİ — ZİYA ŞAKİR Her hakkı mahfuzdur ' — 245 — Bu hâdiseden sonra Abdül- hamidin sevgisi, papağana mun- hasır kaldı zannedilebilir değil mi?. Fakat hayır.. böyle olmadı. Hayatında, kediye en büyük bir rakip — nazarile — bakan papağanın birden bire neşesi kaçtı. Daima düşünüyor, © bem- beyaz — rakibini arıyor, — Ab- dülhamidin elile verdiği badem- lere bile iltifat etmiyordu. Nihayet zavallı papağan, müt- hiş bir rakibi ve fakat eski bir dostu olan - kedinin acısına da- yanamıyarak on beş gün geçen kederli bir hayattan sonra göz- lerini ebediyen hayata kapadı. Ona da ayni merasim yapıldı. Fakat kedinin boynuna kırmızı kurdeleden — yapılan — fiyonga mukabil, papağanın sağ ayağın- da mavi bir boncuk bulunuyordu. Yine öyle hazin ()) bir — cenaze alayı ile götürüldü. Kedinin me- zarı yanında veni acılan mezara defnolundu. Birini müteakıp böyle iki sadık ve vefakâr dosttan ayrıl- mak, Abdülhamidin ruhu — üze- rinde çok büyük bir tesir hâsıl etti. Şimdi daima — onlardan bahsediyor. Ve onların yerini tutacak yine bir kedi ve yine bir papağan aratıyor. 29 Nisan 917 Bugünkü gazeteler, (İsmail Canbulat ) ın (İsveç ) sefaretine tayin olunduğunu ya- zıyorlardı. Abdülhamit, bu tev- cihe pek manidar bir surette güldü. * Pu-ün, Boğazında bir gıcık ve yanıklıktan şikâyet etti. Dok- tora yine elektrik fenerile mua- yene ettirdikten — sonra ( aspi- rin) ve bir ( gargara) istedi. « Mayıs 917 Garip sey.. Abdülhamit bu vabah kendisine takdim edilen gazeteleri elile iterek: — Bırakın — şunları.. — Artık okumıyacağım. Dedi. Harbin uzayıp gitmesi, onun ÂAsabı Üzerinde fena bir tesir bâsıl ediyor. 3 Mayis 917 Geçen gün aldığı (gargara) Abdülhamidin boğazına iyi geldi. Fakat şimdi de (tifüs) olduğunu işitmiş. Bunu merak ediyor. — Acaba kibar aileler ara- sında da var mı? Diye soruyor... 5$ Mayıs — 982 Abdülhamit, bugün — sureti mahsusada Doktor Atıf Beyi ha- reme çağırtarak ( Tifüs ) hak- kında yeniden izahat aldı. Ve sonra: — Mademkı Doktor Rıfııt Bey şimdi ( Tifüs ) lülerin teda- visile meşgulmuş.. Ona ( söğüt O yaprağı ilâcı ) nı tavsiye etseniz. Ben bu ilâci, (İbni Sina ) nın (Tıp Kitabı ) nda — gördüm. Orada: ( söğüt yaprağı ekşi sütle macun kıvamına gelinciye kadar — bir havanda halledilerek — hummalı hastaların vücuduna sürülse, — şi- fayı temin eder. ) diyor... Ben, ( 313) Yunan muharebesi esna- sında ( Yıldız hastanesi ) nde bunu — tatbik ettirdim. Birçok hastalar, — şifayap oldu. Rifat Beye söyleseniz de, bunu bir kere kendi hastaları üzerinde tecrübe etse... Dedi. Abdülhamit, gazeteleri kadın- lara okutuyor, onlardan hâdisa- tın hulâsasını öğreniyor. Ahvalin henüz sulh ve salâha meyyal ol- madığını gördükçe fena halde sinirleniyor. Bugün, boğazında yine bir yanma vardı. Naciye Kadmefendi: — Cigarayı biraz az içseniz. Dedi. — Abdülhamit, — yüzünü buruşturarak cevap verdi: — Sanki bu zıkkımdan mem- nun muyüm kadınım?.. Ne ya- payım, içmesem, olmuyor. Bir türlü vakit geçmiyor. Burada böyle yalnız oturmak kolay mı?. başına * Bu gece yine havagazrleri yanmadı. Abdülhamit gece bir kaç defa koridor ve salonlara çıkarak petrol İâmbası yanan yerleri dolaştı. Hem dolaşıyor, 'hem de: — Hayırlısı ile şu Beliyyeden kurtulsaydık... Diye söyleniyordu. 4 AMayis 917 Dündenberi(Dilrüba kalfa) nın yüzünde şiddetli bir ağrı var. Abdülhamit bunun dişten - oldu- ğunu iddia ediyor. Bugün doktoru çağırttı, kalfanın yarın, diş tabibi Rifat Beyle müştereken muayene edilmesini reca etti. Sonra dokto- ı kahve içmeye davet ederek görüşmeye başladı: Söz, yine Rus- lara intikal etmişti. Abdülhamit: — Benim bu husustaki (fikri mahsus) um şudur. Rusyada ( ba- zı zevat) düşündüler: Rusyayı bir an evvel harpten kürtarmak için bu isyanmı çıkardılar. Bu ve- sile ile ( münferit sulh ) yapup kurtulmak istiyorlar. Hakikaten, düşünülecek olursa, bundan baş- ka da çare yok. Fakat.. Sulhu imzalamak için bir (reisi hükümet) (âzım. (Cumhuriyet idaresi )Rüsyanın işine gelmez. Bunu yapacaklarını hiç zannetmem. İhtimalki ( Çar)ın biraderini ( İmparatör ) yaparlar, sulhu -o imzalar, Üzun lzahat Aldı Abdülhamıt bugün doktord. n iki cam huni ile birkaç pakette beyaz süzgeç kâğıdı istedi. Dok- tor, bundan birşey anlamıyarak bunları ne yapacağını hayretle sordu. Abdülhamit, şu kısa ce- vabı verdi, — (Saparna ) kayanatup içe- ceğim. Dedi. Bu cevaba karşı, doktor içinden bir (lâhavle) çekmekle ik- tifa etti. ; Havaların pek soğuk gitme- sine rağmen Abdülhamidin ök- sürüğü tamamile geçti. Bugünkü gazete havadisleri- ni yine kadınlardan öğrendikten sonra ahvalı şöylece bir muhake- me etti ve şu neticeyi verdi. — Ruslar, üuzun müddet bu vaziyette kalamazlar. Oraya mut- lâka bir (diktatör) lâzım.. Ruslar çok kurnaz davrandılar. (Münfe- rit sulh) yapmadan evvel, Ame- rikayı Almanların aleyhine kış- kırttilar. Almanlar bunların han- gi — birle — başa — çıkacak?.. Ben artık neticeden ümidimi kesiyorum. Görünüşe bakılırsa galebe, İngilizlerde kalacak. Fa- kat ozaman, bizim halimiz ne olacak ?.., Gazeteler, Hicaz sahi- line ( İngiliz askeri ) çıktığını söylüyor. Fakat, zannetmem... İngi- lizlerin oraya çıkardığı asker, ya Hintli yahutta Mısırlıdır... Ne olursa olsun, memleketin her taraftan istilâya uğraması insanı ağlamak derecesine — getiriyor. Teessürümden ne — yapacağımı bilmiyorum. Dedikten sonra sözü iktisadi mecraya döktü : ( Arkası var ) Sinema Ve Tiyatrolar ALKAZAR « Evvelâllah ARTİSTİK — Mm. Dubarri ASRİ — Kanlı köprü ELHAMRA — Kongre eğleniyor ETUVAL — Göl Cehennemi GLORYA — Prensesin Geceleri HİLÂL — Kaçakçılar KEMAL 8 — Volga sahillerinde MA JİK — Hicran MELEK — Ağzımdan değil MİLLİ — Çanakkala OPERA — Ayatı İsa şıK — Parlali Kahveci Kadıköy Süreyya — ÂAmerikalhı bakirsler ÜSKÜDAR HALE — Düztaban Bastıbacak Bağdatta, | bir kulübemiz bile yok... Yeni Neşriyat Kadro Mecmuası İkinci sayısı birçok — kıymetli yazılarla çıktı. Kadro, aylık fikir mecmuasıdır. sadi ve içtimai en kıymetli, en yeni yazıları Kadro mecmuasında bulursunuz. Mecmuanın — birinci — numarası ikinci defa olarak basılmıştır. Rüya Kitabı Birinci ve dördüncü formalar çıkmıştır. Hurufu heca tertibi ile” gayet kolay bir surette ve doğru olarak yazılmıştır. Diğer forma- ları da muntazaman neşredile- cektir. LN 3 KAEREECR Yaran Bu akşam eve gelirken tram- vayda çok garip bir hâdise oldu. Ben tramvayda ikinci sıra da oturuyordum. Arkamdaki sırada da temiz giyinmiş iki bey oturu- yordu. Bunlardan biri, hararetli hararetli birşeyler — anlatıyordu. Önce hiç ehemmiyet vermediğim bu muhavere, gittikçe — nazarı dikkatimi celbetti. Bu iki bey, aşağı yukarı şöyle konuşuyorlardı. — Söyle azizim.. Ben bu adamın tahakkümünü nasıl çeke- bilirim ? — Elimde, koskoca Üüç mektebin şahadetnamesi var. Bu kadar senedir de bu memleketin ilim ve irfan hayatına hizmet ediyorum. Herif bunları görmü- yor. Beni adeta bir uşak gibi kullanmak istiyor. Ben buna ta- hammül edebilir miyim?.. — Tahammül edemezsen, aç kalırsın azizim. — Niçin 7.. — Şunun için ki, nereye gitsen, azçok fark ile yine böyle adamlara tesadüf edeceksin.. Bu- gün, yalnız ilmin ve irfanın başlı başına bir sermaye olması imkânı yoktur. Herşeyden evvel bece- riklilik lâzım. Ben de biliyorum ki zekisin. Okumuş yazmış bir adamsın. Seni tanıyanların ara- sında da oldukça mühim bir şöhretin var. Fakat azizim, bunlar kaç para eder? Soruyorum sana, zekânı işleterek kaç para kaza- nabildin?. Hiç.. yalnız bir ekmek parası değil mi?.. Şu halde, senin zekân on para etmiyor değildir. Faik Cevdet Beye ge- lince.. Evet, ümmi adam, cahil adam. ciğerini satsan, beş para etmez bir adam... Herkes bili- yor ki üç sene evvel Ahırkapı iskelesinde odun satacağım diye çöplükleri beklerdi.. Fakat bu- gün herifin koskoca iki fabrikası işliyorya.. Sen ona bak... Azizim, bugün zekâ denilen şey, muvaf- fakiyetle ölçülüyor. Sen, ben da- ha bizim gibi bir çokları, (Mek- tebi Mülkiye ) de okumuşuz. Arkasından bir de hukuk tahsili yapmışız. Daha sonra da iki lisana Aaşınayız, çalışıyoruz, didiniyoruz, ancak bir lokma ekmekle bir ev kirası temin ede- biliyoruz. Hatta başımızı sokacak Sonra, öte tarafta cahil bir herife bakı- yorsun. Dün, sürüm sürüm sürü- nürken bugün iki fabrika, üç apartıman, mükemmel bir oto, Yeşilköydede bir — villa sahibi olüyor. — Amma- nasıl - oluyor ?.. Oluyor ya.. Nasil olursa — olsun Sen bu herifi gördükçe, artık işin yoksa: — Benim zekâm var.. Benim ilim, ve İrfanım var. Diye tepin dur. Yalan azizim.. Ne senin, ne benim, ne de bi- zim gibi bu iddiada bulunanların zekâ namına hiçbir şeyimiz yok. Ne ilmimiz, ne de şahadetname- lerimiz, bunlar da on para - et- miyor. ÂAsıl zekâ sahibi, o he- riftir. Çünki ne yapmış, yapmış bayatta muvaffak olmuştur. He- rif kazandığı paraları bankaya DAKTİLO Bugünün Romanı Z. Sakir istif ederken, hiçbir banka di- rektörü: — Efendi.. Bu paraları nasıl kazandın?. Diye sormuyor.. Öteki Bey buna itiraz etmek istedi : — Yok azizim, böyle değil.. İçtimat Vicdanı sarsan... — Bırak canım böyle kitap tabirlerini... Senin içtimal vicdan dediğin şey — ile — çocukluğu- muzda okuduğumuz Ebcet ara- sında ne fark var.Ebcet okumak- tan ne hayır gördükse İçtimai Vicdan felsefe ve nazariyesinden de.o faideyi bulursun... Senin Faik Cevdet Bey bu paraları kazanırken, adam öldürmüş mü?. Hayir., Gidip te Kefalonyalı bir kasa hırsızı gbi falan ve yahut filânın kasasını soymuş mu? Ha- yır.. Kanunun takibine uğrıyacak bir harekette bulunmuş — mur?. Ona da hayır.. Şu halde, bu adama ne söylemiye hakkın var?. Gözünü açaydın. sen de kaza- naydın.. Emin ol ki, senin ve benim bugün Faik Cevdet Beye olan hiddetimiz, sadece hasetten başka birşey değildir. Elimize bir fırsat geçmiş te biz onu kul- lanamıyacak kadar ahmak birer adammışız. İşte, mesele bundan ibarettir. Nene lâzım. Bak şimdi biz, şu çöp tene- kesi gibi kokan dolmuş tramvay- da içimiz, bağrımız dışarı çıka- cak gibi sarsıla sarsıla evimizin dört duvarı arasına tıkılmıya giderken, senin Cevdet Bey mükemmel ( limozin ) ine kurul- muş, kimbilir hangi salonun zevk ve neşe ile malâmal havasında saadetle yaşamıya gidiyor: Sen şimdi onu bırakta, bu ay bak- kalla kasabın borcnnu düşun Geçen ay tam yirmi.. — Tophane Efendim. Var mı inecek 7?.. * Firuzağa yokuşunu yavaş ya- vaş çıkarken, düşünüyordum. Şu halde Sait Beyin ne suçu var ?,, Ama Ahmet Çavuşun hakkını yemiş.. Bu kabahat Ahmet Ça- vuşun değil mi?. Ahmet Çavuş, daha zeki daha becerikli dav- ransaydı da hakkını Sait Beye yedirmeseydi ?.. Madem ki bugün hayat, bir zekâ ve muvaffakiyet meselesi imiş: şu halde Sait Bey hakkında niçin fena hüküm ve- riyorum., Amma iki sene evvel, bilmem hangi dağda amele ça- vuşluğu ediyormuş. Bunun ne ehemmiyeti var ?. İşte, Faik Cevdet Bey de üç sene evvel oduncu imişya.. De-- mek ki şu gördüğümüz göz ka- maştırıcı insanlar arasında daha kimbilir kaç tane Sait Beyler, Faik Cevdet Beyler var?,. Nete- kim yarın öbür gün Şişlide bir apartmanım, kapımda mükemmel' bir. otomobilim olduğu zaman benim için de kim bilir ne söy- leyecekler?... Ne yapalım, ma- demki bugünkü hayatın felsefesi bu imiş.. Biz de kulaklarımızı bu sözlere karşı tıkayı — veririz. Refah ve saadet içinde yaşamak yolunu bulamıyan ve aç kalan ahmaklar; varsınlar, ne söylerler- se söylesinler. ) (Arkası var)