ULUS | [ Yabancı basında okunuklarımızî - Fransızlar Fasta daima çok uyanık bulunmak mecburiyetindedir F astaki fransız himaye idaresinde bir takım anormal vaziyetler baş- göstermektedir ki hükümetin bütün dik katini oraya toplamaktadır. Bunlardan birincisi biribirini takib eden, iki hasadın gayet kötü olmasın - dan dolayı Atlas dağlarının şarkında ve cenubunda bulunan yerli halk bir kıt - lık tehlikesi karşısında bulunmaktadır. Bu yetişmiyormuş gibi 1937 senesi ha- sadı da su ve yağmur yoksuzluğu yü- zünden çok fena olmuştur. Onun için 50.000 yerliye açlıktan ölmemek için hükümet tarafından erzak dağıtmak :ycd hasıl ol ktır. Bunu önlemek için kuraklık ve böl - gelerinde kadınlarla yaşlılara hükümet tarafından yiyecek dağıtılmakta, gücü, kuvveti yerinde olanlar ise gündelikle yol inşasında çalıştırılmaktadır. Bu - ralara kamyonlarla yiyecek gönderil - mektedir. Gönderilen yiyecek maddeleri arasında başlıcası pirinçtir. Fransız Fasının cenubunda baş gös- teren bu kıtlık yüzünden oradaki aşiret- ler arasında şimale doğru muhaceret et- mek cereyânı baş gösterdiği gibi Gene- ral Franko'nun ordusuna gönüllü yazıl- mak temayülü de uyanmıştır. Fransız - lar bu iki cereyanla da mücadele etmek- tedir. Çünkü şimale doğru muhaceret tifo salgınını arttıracak, gönüllü yazıl- mak ise fransız hükümetinin karışımaz - lık hususunda vermiş olduğu karara ve ispanyol işlerinde göstermekte olduğu sempatiye uymıyacaktır. Öteki anormal vaziyet de şudur: Fasta bilhassa Fas şehrinde bir müd - dettenberi bir “genç faslılar,, cemiyeti vardır ki bunun maksad ve hedefi, mem- kil bir YAZAN Vis amiral Usbone Deyli telgraftan ki vazifesinden uzaklaştırılmış, onun ye- rine vaktiyle Mareşal Liyotey'le birlik- te çalışmış ve Fası iyice tanımış olan İGeneral Nogues tayin olunmuştu. Şöhretini Tunusta yaymış olan Bay Peyrouton karakteri kuvvetli bir adam- dı; onun için kendisinin bu vazifede ancak bir kaç ay kaldıktan sonra uzak - laşması hem sömürgeciler, hem de yer- liler tarafından esefle karşılandı, Yal- nız bu teessür, yerine bir askerin getiril- mesi dolayısiyle yatışmakta ve herkes, burada eski Liyotey ananelerine yeni - den dönüleceği ümidini vermekte idi. Büu ümidde yanılmadılar. Çünkü bu General, nutuklarında sık sık Liyotey- in adını anmış ve Fasın birçok şehirle- rinde Mareşalmn ruhü gene onda tecelli etmeğe başladığına inanılmıstır. Fasta. hemen herkes bu ümiddedir. Dağıtılan gizli bir cemiyet: mumi valinin kendi mesuliyeti altında aldığı tedbirlerden birisi yerli gazetelerden birisine salâhiyet vermesi, bunun üzerine dört tane arabca leketi tamamiyle serbest ve hale getirmektir. Bu türlü cereyanların her tarafta gösterdiği manzara burada da görülüyor: “Genç faslılar,, iki guru- pa ayrılmıştır; bir kısmı kanuni yollar- dan yürüyerek ağır ağır bu maksada varmak, bir kısmı ise zorla, ihtilâlle fransızları himayeci vaziyetlerinden u- zaklaştırmak istiyorlar. Liyotey ananesi: G eçen sonbaharda genel bir içtima yapılması teklif edilmiş, bu da ilk defa olarak, umumi vali tarafından kabul edilmiştir. Şu kadar var ki yerli- ler bu toplantının Fasta ağustos ayın - da yapılmasını istemişler, o zaman u - mumi valilik vazifesini gören Bay Pev- routon ise bunun Rabat şehrinden ey - lülde yapılmasına razı olmuş, bu top - lantıya kendisinin başkanlık edeceğini de vadetmişti. Bunun üzerine genç nas- yonalistler, bu teklifi kabul etmiyerek toplantıyı geri bırakmak kararını ver - miş, tam bu sıralarda İspanyol Fasında Frankoistlerin yüksek komiseri olan General Orgaz da bunları Tetuan'a ge- lip bu toplantılarını orada yapmağa ça- ğırmişti. Bu toplantı yapıldı. Fakat o sırada fransızlar Tetuan da bir fransız tebaa- sının idamına karşılık olmak üzere hu - dudu kapattıklarından oraya ancak bir tek delege gidebîlmfğ, bunun üzerine toplantıdan bir netice çıkmadı. Bu sırada “halk cephesi” ne taraf - tar olmiyan Bay Peyrouton da burada- g in intişara başlamasıdır. Hima- ye hükümeti aleyhinde cephe almış 0- lan “genç faslılar,, cemiyeti son zaman- larda büyük bir darbe yemiştir. Gene burada “Action Marocaine” isimli bir cemiyet vardı ki faşistlik ga- yeleri güdmekte idi. Bu cemiyet, gene- ralin verdiği bir emirle son zamanlarda dağıtılmıştır. Bu cemiyet, azâlarından yalnız du - huliye almakla kalmıyor; aynı zaman - da kendi prensipleri uğrunda canla baş- la çalışacakları hakkında kendilerine yemin de ettiriyordu. Fas müslümanlarının yalnız kendi sultanlarına bağlı olmaları lâzım geldi- ği cihetle verilen bu yeminler meşru sayılmamıştır. Bu da bu gizli cemiyetin dağıtılması için gayet iyi bir zemin hazırlamıştır. Bunların gene gizliden gizliye toplantılar yapacakları, faali- yetlerine devam edecekleri şüphesiz - dir. Fakat verilen son kararın da onlara büyük bir Jarbe olduğu muhakkaktır. Gönüllüler: H er ne kadar halkı arasında İstik- lâl iştemeğe doğru bir yöneliş varsa da -ıansız resmi gözüşi bakımın- dan Fas, Tunustan çok daha sakin bir yerdir ve burası için telâşa düşmeğe ma- hal yoktur. Her tarafta tesadüf edilen köylülerin fransızlara karşt gösterdik- leri dostluk da bu görüşü teyid eder. İspanyada iç harb çıkınca - burada biraz hazırlık yapılmış ve ispanyol Fa- sı hududuna, Franko kuyvetlerine gö - nüllülerin akıp gitmesine mani olmak üzere, birkaç yerli bölükten ibaret bir takviye kuvveti gönderilmiştir. İyi kay- naklardan öğrendiğime göre burada bü- yük kuvvetlerin biriktirildiği haberi doğru değildir. Aynı zamanda Fastaki askeri karar- gâhları Fas şehrinde, Meknes ve Taza- da bulunmaktadır. Bu üç noktada hudu- da yakm ve muntazam yollarla oraya bağlıdır. Bundan dolayı eğer asker yığ- mak lüzumu hasıl olursa bunu kısa bir zaman içinde sağlamak mümkün olacak- tır. Fakat ispanyol fasmımda askeri hare- ketlere girişmek icab ederse, o zaman Fransadan asker getirmek lâzım gele - cektir ki bugüne kadar bu türlü bir sevkiyat yapılmamıştır. İspanyadaki mücadele devam ettik- çe - ki fransızlar bunun daha epi za - man süreceği kanaatindedirler « bura- da ispanyol Fasında ilerlemek husu - sunda hiç bir fikir beslenmiyecektir. Onun için ispanyol yüksek komiserinin korku ve telâşı, bana kalırsa, yersizdir. Ceneral Franko, İspanyada tamami - le mağlüb da olsa, gene İspanyol fasın- da tutunabilir. Onun için tamamiyle sahibsiz kalmış ve kendi haline bırakıl- mış bir ispanyol fası manzaarsı görüle- ceği ihtimal dışında bulunmaktadır. İş böyle olmayıp da ispanyollar Fa- sı tahliye de etseler, Fasta sultanın ve tebaalarının hamisi vaziyetinde bulu - "nan Fransa, İngiltereye danışmaksızın hiç bir ileri harekette bulunmıyacaktır. Bunu gayet sağlam ve güvenilir kay - naklardan aldığım malümata yaslana - rak söyliyebilirim, 1904 muahedesi: F ransanın buradaki himaye hakla- rını tarif etmek üzere 8 nisan 1904 de akdedilen muahedede yalnız Fransa ile Büyük Britanyanın imzaları bulunmaktadır. 1906 senesinde Algeciras'ta akdedi- len muahedede ise birisi hariçte temsil salâhiyetini Fransaya bırakmış olan ias olmak üzere sekiz devletin imzası var- dı ki bunlardan Avusturya ile Alman - ya büyük harb neticesinde bu hakların- dan vazgeçmişlerdir , İkinci muahede, birincisini hükümden düşürmemiştir. Eğer bir ihtilâf çıkacak olursa o “a- mati, Fransa her devletten önce İngilte- reye danışacak, ondan sonra Amerika nın Portekizin ve tfalyanın reylerini sormak lâzım gelecektir. Ortada karşılıklı'bir anlaşmazlık ol.- duğuna hükmetmek lâzımdır. Franko - İspanyası Fransanın tasavvurların ian o kadar fazla şüphe etmektedir ki işi Algeciras muahedesinde imzası bulu - nan devletlere başvurmağa kadar gö türmüştür. Fasta ispanyolların haklarını tanı- yan ve orada hiç bir türlü harekete ni- Güneş - Dil analiziyle .ğtüdlerden: Sin - (syn) ve omo - (homo -) üzerine ( Başı 1. inci sayfada ) bir türlü,, manzaralarından biriyle ifa- de etmektedirler, Bu prensipal kökler en ziyade birin- ci saha, sümul veya dinamizme unsur - larını almakta ve ona göre mana deği - Lâtince — similis : v. 8) Germence simle — : » Grekçe ğomilos : v Grekçe — ömilos : » Keltçe samail :. ö Prensipal “sim-, som, ğom-, om-” kök- lerinin semantik kıymet manzaralarını gördük, bu kıymetlere şümul unsuru (exztensif) “v. 1” ya çokluk veya teşmil mağnasını ilâve eder; gerçek bir şeyin başkalarına benzer olduğunu söylemek, onların bir veya birkaç karakterlerini o şeye de teşmil etmektir (lâtince simi- lis'te olduğu gibi); grekçe ğomilos, o. milos “toplantı, kalabalık” sözlerinde ise prensipal kökün — varlık anlamına çokluk ilâve olunmuştur. Germence simles “bir düzüye” sim- 1& “bir defa”, (evel zaman içinde) “bir defa,, sözlerinde şümul unsuru bu mağ- nanın tekerrür ve devam manzarasını ifade eder. Böylece şümul'ün: 1) çok - luk, 2) uzamaklık, 3) bir vasfın teşmi- Mi, 4) tekerrür, 5) devam... manzarala - riyle tecelli edebildiğini tespit edebi - liyoruz. Keltçe samail “suret,, sözünde görü- len “1” ise bir şümul unsuru değildir; kelime samağ, dan ibaret dahi olsa var- lığın “bir,, manzarası demek olan resim ve suretine delâlet edebilirdi; eskimek, semantik yıpranmak dolayısiyle buna tümley (mütemmim) bir -iğ eki ilâve olununca dissimilasyonla, bu son ekin -il olması fonetik icabıdır. Böylece, keltçe samail “suret” sözünün etimolo- jik şeması şu olur: Samail: (v.g) den (ğ-s) am * ağ * iğ Purnsipalsisilike büğl larİ genişletilmesinden ve tümley (mütem- mim) ekler almasından husule gelen başka sözlerin etimolojik analizi de ko- lay anlaşılır. Misal olarak sanskritçe samâ “aynile, hep bir türlü,, farsça he- me “hep,, germence samt “bit düzüye,, eski saksonca sömi “şan, teferrüt” söz- lerinin etimolojik şemalarını görelim: () (2) (3) Samâ: (V. ğ) den (ğ-s) am * ağ Heme: ,, — (ğ-h) em * eğ Samt: ğ — (ğ-s) am * <t Sömi: » — (ğs)oğm * iğ Hepsinde prensipal köklerin seman- yeti olmıyan Fransa, sadece, orada vu- kua gelebilecek hâdiseleri büyük bir dik- katle takib etmektedir. Tabii, italyanla- rın ve almanların oraya ayak atmaları- nı, kendisinin stratejik menfaatlerine ve sultan ile tebaalarına karşı giriştiği teahhüdlere uygun düşmiyeceği için önliyecektir. Böyle bir hareket, şüphesiz, İngilte- renin de zararına olacaktır. Ü İELLIEN Yazan: Ahmet Cevat EMRE şiklikleriyle yeni sözler yaratmaktadır. Bu semantiğin kaynağını ve budak- lanışını asıl türkçenin verdiği misaller meydana koyacaktır. 'Gördüğümüz sözlerin bir kaç tipini şemaliyalım : den (s)im * il * iğ (is) eT . * eğ — (ö)om * ,, * oğ(l08) — om —4 , —4 oğlos) — (s)am Hağ- iğ tik kıymeti varlığın “bir” le ifade olu- nabilen bir manzarasıdır; (3) ağ - eğ - iğ unsuru isiml dedir; “.t” unsuru varlığın devam manzarasına e- nerji vermektedir. 2) inci unsurun (oğm) şeklinde olması bir lehçe fone- tiği icabıdır. İşte Hindöröpeen dillerin verdiği bütün türevler 'Güneş - Dil prensipleri- ne mutabık türümler arzetmektedir, Türkçe lehçelerde bulduğumuz türevler ise araştırma konumuz olan söz grupu- nun fonetik ve semantik gelişimini da- ha vazıh olarak gösterir ve türkçenin burada da ana dil rolünü yaptığını meydana kor. (Son kısmı yarınki sayımızda) dirici rolü ( Dil Kosesıj | « Hele şahsiyetinde az çok bir şöhret mevzubahs olan adama, imzasını veley en büyük madde için de olsa hor kul « lanmamak gerektir. » — Açık Söz'den — « En büyük madde için imzasını kul- lanmak», kull, k ve bütün bunlar sarahatsız ibareler ki bize birşey söylemiyor. LALAI « Resimleriyle, bebekleriyle başbaşa bir çocuk âleminden içeri girebilsek, hor " mutlaka yeni bir kutup keşfinden daha mühim bir kazancımız olurdu, » — Cumhuriyet'ten — « Yeni bir kutup keşfi » ne demek « tir ? Dünyanın yalnız iki kutbu vardır, Bir üçüncüsünün de bulunmasına im « kân tasarlanamaz. «Kutuplarda yeni bir keşif » kastedilmek isteniyorsa bunü öyle söylemek gerekti. Bir de, bebekli, resimli bir çocuk âlemine girmenin bu kadar ehemmiyetli bir hâdise telakki edilişine şaşın ! * &* & « Eğer elimizdeki hakikt değeri olan bir sanat veya bilgi eseri ise bunu kül- tür baş üstüne çıkarır,» — Açık Söz'den — ? Kültür burada acaba ne manada kullanılmış ki insana teşbih edilebili » yor. Varlık kelimesi gibi, kültür keli- mesinin de, son zamanlarda gelişigüzel, yerliyersiz, mânalı mânasız kullanıl « maya başladığını müşahede ediyoruz. —e ü Teirika No. 20 Şekspirden Hikayelar Yazanlar: Çeviren: Mary ve Charles Lamb Nurettin ARTAM Kış masalı da en mesud bir dakikaya rastgelmişti. Bü büyük sevince katılan Poliksenes, Leontes'i kendisine karşı gösterdiği haksız kıskançlıklardan dolayı af etti ve her ikisi de ilk çocukluk zamanlarının hararetiyle ye- niden dost oldular. - Heykelin kolunu Leontes'in boynuna dolamasına ve kocasiyle kızı için dua etme- sine hayret etmeyiniz! hiç hayret etmeyiniz! çünkü bu heykel Hermione'un yaşayan, can- lr kıraliçenin ta kendisinden başka bir şey değildi. Paulina, krraliçenin hayatını kurtarabil - mek için biricik çare olduğunu düşündüğü icin kırala Hermione'un öldüğünü söylerken yalan söylemisti. O zamandan beri, Hermi- one,ivi balbli Paulina ile bir arada oturuyor, kendisinin dünyada olduğunu Leontes'in duymasımnı istemiyordu. Bu hal, Perdita büu- lununcaya kadar devam etti. Kıraliçe, kıra- lm kendine yaptığı bütün haksızlıkları çok- tan affetmişti; fakat zavallı yavrusuna karşı gösterd ği merhametsizliği bir türlü bağışlı- yamıyordu. Artık Poliksenes'in oğlu ile Perdita'nın evlenmesine itiraz etmesi korkusu da kal - mamıştı .Çünkü bu kız, ilk sandığ! gibi bir çoban kızı değil, Sicilya tahtının varisi idi. Faziletli Hermione'un uzun süren sabrı- nın böylece mükâfatlanmış olduğunu görü - yoruz. Bu yüksek Bayan, kocası Leontes ve kızı Perdita ile uzun yıllar, annelerin ve kıraliçe- lerin en bahtiyarı olarak, yaşadı. Boşu boşuna yaygara Messina sarayında Hero ve Beatrice is- minde iki bayan otururdu. Bunlardan Hero, Messina valisi Leonato'nun kızı, Beatrice de yeğeni idi. Beatrice canlı bir kızdı ve gayet ağırbaş- h: ve asker vürüvüşlü olan kuzini Hero ile alay etmekten zevk alırdı. Olup biten her şeyden hoppa Beatrice'in bir eğlence mev - zuu çıkarması mühakkaktı. Bu iki Bayanın hikâyelerinin başladığı sıralarda orduda yüksek rütbe sahibi bir ta - kım genç subaylar, yeni bitmiş olan bir harbta büyük kahramanlık gösterdikten son- ra memleketlerine dönerlerken Leonato'yu ziyaret etmek üzere Messina'ya uğramışlar- dı. Arragon prensi Don Perdo ile arkadaşı Floransa eşrafından Klaudio ve Padua eşra- fından nüktedan bir adam olan Benedik bunların arasında idi. —| Bu yabancılar, bundan önce de Messina'- da bulunmuslardı. Onun için misafirseven vali, bunları kendi kızı ile yeğenine eski ta- nıdıkları diye takdim etmişti. Benedik, odaya girer girmez Leonato ve prensle canlı bir konuşmaya girişmişti. Hiç bir lâkırdının dışında kalmayı arzu etmiyen Beatrice, adamın sözünü kesti ve dedi ki: — Hâlâ konuşmağa devam etmenize şa- sıyorum Bay Benedik, kimsenin sözünüze bulo'; verdiği yok. P-nedik de Beatrice'in kafasında olmak- la beraber bu sözler hiç de hoşuna gitmemiş- ti. Bu kadının iyi yetişmemiş bir kadın ol - duğuna hükmetmiş, sonradan Messina da bu kadın tarafından alaya alınmadık bir kendi- si kaldığını hatırlamıştı. Bundan önce buluşup karşılaşmamış ol « makla beraber, ikisi de biribirini bilirlerdi: ikisi de dokunaklı sözler söylemekten, kar « şılarındakilere takılmaktan hoşlanırlardı. Onun için sözünün yarı yerde hiç kimse- nin kendisini dinlemediği söylenmek sure - tiyle kesildiğini gören ve bundan memnun kalmıyan Benedik, istifini bozmıyarak ve sanki Beatrice'in orada bulunduğunu yeni farketmiş gibi davranarak: — Vay Bayan, siz hâlâ yaşıyor musu « nuz? diye sordu. Bu suretle ikisinin arasında bir lâkırdı muharebesi başlamış oluyordu. Beatrice karşısındakinin muharebede bir ta- kım kahramanlıklar gösterdiğini bildiği hal- de bilmez görünerek onun muharebede bü « tün öldürdüklerini yiyebileceğini söylüyor, sonra prensin bu lâkırdılara alâka gösterdi « ğini görerek Benedik'e “prensin söytarısı”" adını veriyordu. H