Hukuk ilmini yayma kurumunun dünkü konferansı Ceza hukukunda yeni temayüller ÂAnkara Hukuk Fakültesi dekanı profesör B. Baha Kantar'ın değerli konferansı sonuna kadar alâka ile dinlendi Hükuk ilmini yayma kurumunun bu k_'ş için tertib ettiği seri konferansların ı Yirmincisini dün Ankara halkevinde An- kara hukuk fakültesi dekanı ve ceza hu- üku profesörü B. Baha Kantar tarafın- verilmiştir. Konferansta profesörler Ve hukuk mühitine mensub bir çok ze- Vat bulunmuştur. Sayın profesör geniş slâhiyeti ile mev- Züuunu gayet vazih olarak anlatmış ve konferans sonuna kadar alâka ile din- lenmiştir. Musahabe için ceza hukuku- Nun teknik kısımlariyle uğraşmayanları da cezb edecek bir mevzu seçilmişti. Profesör sözlerine şöyle başlamıştır : Yanm asırdanberi ceza hukukunda ha- fif ve ihtiyatlı bazı yenilik temayülleri Vardı. Büyük harbte bu temayüller k“Wetlenmiştir o suretle ki yeni ceza kanunlarının hangisi tetkik edilirse edil- sin bunlardan bir kaçına rastlanır. Mu- îa_habemde bunlardan ikisini izah edece- 8im; 1 — Emniyet tedbirleri. 2 — Ceza hukukunda kıyas. Profesör, birinci kısma ceza huku- kumda klâsik mektebi izahla başlamıştır. Mektebin esasları olarak cezanım suçlu- Ya karşı cemiyetin bir aksülamel oldu- Bu ve cezadan suçlular için (tedib ve terbiye) ->miyet için (misal ve ibret) 0- larak iki fayda beklendiğini ancak ceza tatbikinde (manevi mesuliyet) denilen i- Tade ve ihtiyarın derecesi A” z Siklet merkezinin bizzat suç olup, suçlu- nun ikinci derecede kaldığı topluca izah edilmiştir. Klâsik mektebin cezaları ve uuçlulıl- Tt çoğalmaktan alrkoyamadığını tesbit- ten sonra profesör (pozitivist mekt:ehi) nin esaslarını anlatmıştır. GEcaRa tesis ettiği bu mektebe göre suçlîılır i- radelerinde serbest değildirler. Irsi ve a- Tızi bir çok âmillerin tesiri altındadırlar. Cezaf adâletin gayesi suçlulara karşı cemiyeti müdafaadır. Bunun için müey- Yedeler suçlunun biyolojik ve psikolo- Jik şahsiyetine göre tatbik olunmalıdır. Profesör irade tarafdarlarının naza- Tiyelerini esas itibariyle muhafaza V© fakat bazı tehlikeli kimselerden cemiyeti korumak için bazı tedbirlerin tatbikine muvafakat ettiklerini söyliyerek bunlara Ceza hukukunda (emniyte tedbirleri) denildiğini anlatmıştır. Emniyet tedbirlerinin ilk defa yalnız aklen makül suçlulara sonraları yarı Mesullere, daimi sarhoşlara tatbikinin Projelere giriş şeklini izahtan sonra 1925 Brükıel, 1929 Roma konferanslarının karar hülâsalarını vermiştir. Profesör bazı hukukçular tarafından emniyet tedbirleri meyanında sayıları ve Avrupa kanunlarında hacmi genişle- Mekte olan şu iki tedbiri konferansının ilk yarısının siklet merkezi olarak seç: Mişti: kısırlaştırma (sterilisation) ha- dımlaştırma (castration). Ceza huku- kunda birinci tabirle nesil yetiştirmeye Mani küçük bir ameliye ve ikinci tabir- le de nesil uzuvlarından mahrurnıye.ti mucib büyük ameliye kasıedilmcl.:tedır. Bu iki ameliyenin Mısırda, A_tı.na ve Romada, Gölde tatbik sebeblerini top- luca izah eden profesör, yeni hukukta bunun Amerika kanunlarına 'gu-dığııu anlatmış ve Birleşik cümhunyetle_rde 28 den fazla hükümetin küçük am_elı.yc- yi kâh cezai mahiyette ve kâh da iyi ve sağlam nesil yetiştimıek üzere tatbik ettiklerini etraflıca anlatmıştır. 1929 da İsviçrenin Vand lıantcıı:ıu kf' iren kısırlaştırma, uğ- nunlarına Bi YKS KS A İ Finlandiya hü- st şehri ka- rak yerinde kalmı manya, İsveç, Norveç, kümetlerile Danzig serbe! ş a nunlarına girmiştir. Almanya ile Dani- markada hadımlaştırma da kanunlarda mıştır. yer;îmaîıyada 1934 tarihinde yapılan sterilizasyon kanununa Öre, b'ünye _ve ahlâk noktasından kusu:u nesil yetiş- tirmek ihtimalini mevcud kılan irsi bir hastalıkla malül olan kimseler lî_xsn'laş- tırılır. Bunun tatbiki için, malülün ken- disi veya vasisi yahud bıpîal'ıa_ned.e,'_tj- marhanede ise mü Smn_'ı i bulunacak, sıhi muayene amelıîe'mu lü- zumunu tesbit edecek ve Dıhlhye.ve- kâletine bağlı irsi sıhat nıhkefııeu_de erecektir. Alman istatistiklerine n malülden 180 bini kı- sırlaştırılmıştır. Kısırla.ştn:ma daha çok -eslin muhafazası gayesini gutt.nekte— dir. Hadımlaştırma ise cezaf mahı?'ette- dir. Tehdid altında ahlâka ınııgayır ha— reket, ahlâka mugayir tııs.ddı. bxkıl' iza- lesi, nefsani hazları tahrik için işlenen katil ve cerh fiilleri, hadımlaştırma Se- bebleri arasındadır. 1934 yılı içinde b.ır hapishanede 111 kişiye bu ceza tatbik edilmiştr. Sayın profesör ceza hukukunda bu tedbirler lehinde ve aleyhinde şiddetli münakaşalar devam ettiğini, fakat A- merika ve Avrupada yekünu 150 milyon nüfusa baliğolan memleketlerde tatbik mevkiine girdiğini izahla iktifa etmiş- karar V göre 400 yüz bi tir. Ceza hukukunda kıyas; 18 inci asrın büyük hukuki zaferi su- çun ve cezanın yalnız kannn; tarafmdîn tesis edilebilmesidir. Bu kudşi prensip hukuku beşer beyannamesinde başlaya- rak bütün esas teşkilât kanunlarında ve a kanunlarında yer almıştır. Türk FE| cezi L kilât k 72 inci - :îs“ıîîıunen muayyen olan ahval ve eş- kâlden başka bir suı:ctle hışl b_ı.r kimse derdest ve tevkif edilemez. Türk ceza kanunun birinci maddesi: “Kanunun sa- rih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez, szıunda y_aulı cezalardan başka bir ceza ile.de Kinıka “zasl: a:lr:r:î;:îö: bu esastaki yeni te- mayütîin şeklini şöyle afılamıışnr: ce- zâ hukukunda kıyasa muı:aca:a_t'demek, kanunda yazılı olmaylan' bır_ix.ılı dî s_uç. telâkki edebilmek salâhiyetidir. Hâkim; Nikâh gideken öldü Balyanın Orhanlar nahiyesinden Şa- kir oğlu Ali adında bir köylü, ayni köy- den Hamza kızı Fatma ile olan evlenme muamelesini bitirmek için kızı da yanı- na alarak Balyaya gitmek üzere yola çıkmıştır. Kadın ve erkek maden bina- larına doğru yaklaştıkları sırada Alinin altındaki merkeb birdenbire ürkmüş, sa- ğa sola rast gele çifte atarak çılgınca koşmağa başl, , Ali bu da mer- keb üzerinde muvazenesini kaybetmiş, yere düşmüş, kafası bir taşa çarparak yarılmıştır. Müstakbel kocasını baygın bir hal- de ve kanlar içinde gören Fatma hemen jandarmaya koşmuştur. Jandarmalar geldiği zaman zavallı Aliyi ölü bulmuş- lardır. va kıydırmağ; Satışı yasak edilen bir almanak Türkiye cumhuriyeti ile Sovyet cum huriyetleri ittihadı arasındaki dostane betleri teşvişi etmek gayesini takib eder mahiyette neşredilmiş olan kafkas almanağı namındaki kitab mat- buat k 51 inci maddesi muci- bince vekiller heyeti karariyle satıştan menedilmiştir. (A.A.) Akıl hıfzıssıhha kongresi İstanbul, 8 (Telefonla) — Akıl hıf- zıssıhhası 6 ımcı yıl koöngresi bugün Dr. Ekrem Akifin reisliğinde toplan- dı. Mütehassıslar cürüm ve ceza mahi- yeti, işlenen suçun yaşa göre bölünmesi çocuklarda suç ve ıslahı tedbirleri mevzuları etrafında konuştular. Te- mennilerini alâkalr makamlara bildir- meye karar verdiler, Fonder Portenin tetkikleri İstanbul, 8 (Telefonla) — Fonder porten tetkikler yapmak üzere bugün İzmire gitti. Bir vapur karaya oturdu İstanbul, 8 (TeTlefonla) — Bu sa- bah Çanakkalede kilya mevkiinde bir alman vapuru karaya oturdu. kanunda yazılmayan fakat kendi kanaa- ti ile cemiyetin nizamını bozan bir fiili suç addederek faili cezalandıracak ve kanunda suçun teallük ettiği maddede yazılı cezayı değil, ağır veya hafif iste- diği bir cezayı verebilecektir. Böylece “kanuüfisuz suç ve ceza olmaz,, kaidesi kalkmış olmuyor mu? Cezada kıyas temayülü, Fransada Malvi hâdisesinde bir defa yalnız tat- bik şeklinde tecelli etmiş fakat yazılı olarak yalnız Sovyet ve alman kanunla- rına girmiştir. Her iki rejimin hususi- yetine göre ayrı şekillerde tedvin edil- miş olan yeni temayüller üzerinde pro- fesör objektif izahlarda bulunduktan sonra sözü insanlığın ceza mevzuu üze- rindeki sürekli mesaisine intikal ettir- miş ve k şu cümlelerle bitir- “— Hangi rejim içinde olursa ol- sun, hakikati arayanların gayret ve sây- lerine saygı göstermemek kabil değil- dir. Hakikate geç ve geç vasıl olu- Türkçe ana dildir Güneş - Dil analiziyle yeni etütler Aydınlıktan budaklanıp gelişen anlamlar I (Başı 1 inci sayfada) Türkçede ; ağar- * Viğden ağ 4 ar BT Gnmer B R e RRAŞ enger » englğ) 4 er &r » e(8) * (Ir er # ©(.) * (x Hepsinde 2) prensipal kök 1) ana kökün aydınlık anlamını temsil eder, 3) v.r unsuru da bu anlamın bir suretle te- karrür ve tecellisini anlatır, Hindöröpeen dillerde: ağor (gr.) : V.ğden ağ-tor * ayer (av.) : ay ter İ eher (germ.): D İRE air (got.) : a(ğ) * ir oer (ags.) : o(ğ) * er âr (es. nor.): â(ğ) * * &r (grek.) » C©(ğ) b r ar (grek.) : e. KA ) a Bunlarda da aynr unsurlar aynı mef- humlara delâlet eder; her iki diller ai- lesinde gerek orijin gerek gelişim tam bir mutabakat arzeder, *4** Güneş - Dil analiziyle aydınlatabil - diğimiz bu dilsel gelişimin iki diller ai- lesnde gösterdiği mutabakat burada ke- silip kalmıyor; onu bir konak öteye ir- deliyebiliyoruz : aydınlık anlamlı kasıl- mış “v.r” temi, her iki ailede, “v. k-ğ, 8-y, ö-s, ğ- sıfır,, unsuriyle genişliye - rek yeni yeni türevler vermiştir; bu tü- revler mağna bakımından da dikkate de ğer mutabakatlar arzeder. Başlıca tip - lerini vermiye çalışalım. a) Türkçede: Arık/arığ (varyantları: lehçelerin çoğunda arik - ariğ - erik; aruv, arü, arı; genizleşmiş arunğ - arun; yakutça- da ıras ve ras) — “temiz, güzel, sâf; iyi, hayırlı, şerefli, 'faziletli; —münezzeh, mukaddes”, Muhtleif lehçelerde, muhtelif derece ve istimalde buluğumuz bu anlamların kaynağı birdir: insanın, zihnen, güneş ışığını, fecri, şafağı nefsinde ve muhi - tinde görmesidir; yani, güneş ışığı gi- bi,fecir gibi, şafak gibi aydın ve parlak görünen (genel olarak beğenilen) kim - selere ve nesnelere arık/arığ denilmiş- tir, Biz bugün, dilin geçirdiği uzun te - kâmülden çoğalan omofonlar sebebiyle, *“ar-, teminden, derhal, ışık, fecir... mağnasını duyamadığımız için, arık/ arığ sözünün eskiden nasıl bir zihniğ surete bağlanmış olduğunu anlıyamıyo- ruz; fakat, herhalde, şimdi “nuraniğ” veya “lumineux” sözlerinden anladığı - mız çitil “complex” mağna vaktiyle arık/arığ sözünden de anlaşılırdı. *.v.k,ğ,, unsurunun semantik - rolü, tas tamam Güneş - Dil teorisi- nur, ber bütün kudretleri- ni insanları refah ve huzura kavuştur- mağa vakfetmiş olan âlimlerin bütün insan cemiyetlerinin ezeli ve pek ağır bir yarası olan suçluluk âfetini ortadan kaldıracaklarına şüphe yoktur. Bu de- virde yaşayan insanlar ne kadar mesut- turlar!” nin tespit ettiği gibidir: “v.r” teminin anlattığı takarrür (tecelli) etmiş par- laklığın, aydınlığın bir konuya (süje ve- ya objede) bağlı olduğ 1 ya hizmet eder. Fakat lisanda bu morfolo- jik cihaz husule gelmeden önce, zihin- de, basit temden bu izafiğ mağnayı an- an Ahmet Cevat EMRE lamak kabiliyeti peyda olmuştu ; malüm olduğu üzere, lisanda, şekilsiz olarak, bir vasfı bir konuya bağlamak müm- kündür (taşköprü - taşyürek denilebil- diği gibi.) Araştırdığımız misalde ise “v.r” teminin bu mahiyette bir anlam ifade ettiğine dil tanikları bulmaktayız Bunlardan biri; yakutça âr “en iyi (bir şeyin cinsi içinde en iyisi); temiz; mu- kaddes, ilahi”, bir başkası da er (Kır- giız, Karakırgız, v. b.) “kahraman, ce - sur, şeci...” sözüdür. Bu iki sözün, şe - kilsiz olarak, arık/arığ ve erik - erkek mağnalariyle kullanılması, lisanın gra- mer cihazlarına sonradan müracaat et - tiğini ispat eder. Demek ki, (araştırma 1 içinde kalmak üzere) en ön- ce çok beğenilen süje ve objelere “güs neş”, “fecir”, “ışık,, denmiş, daha son- ra, güneşin, fecrin.... parlaklık vasfını, bir dil cihazı ile, bir konuya bağlamak imkânr bulunmuştur ; böylece âr/ar- ya- nında dilde arık/arığ (ve varyantları), ör/er yanında erik/eriğ ve erikek/eri- gekden erkek/ergek türemiştir. Bu sözün başka şekileri: oruk (Rad. I. Çağatay) “güneş ışığı, gün aydınlığı”, örük (Uygur.) “par - lak”; bu iki söz de semantik kaynağın güneş olduğunu ifşa etmektedir; örüğ (Şor.) şeklinde ise mağna daha moral bir mahiyet alarak “mümtaz ahlakr, ter- biyesi olan: yani “içi,, güneş gibi olan”” mefhumunu anlatır; bu moral mağna uygurca örük şeklinde de vardır: sev - gili, sevimli, alçak gönüllü... dosta bu isim verilmekte, güneşe eş tutulmakta- dır; ancak, türkçe o derece “Evoltuion” geçirmiş bir dildir ki, eski heyalleri sez- miye artık imkân kalmamıştır. Bu temin genizlenmiş şekilleri var- dır: Arun (Çağatay) “sâf, pâk”, arın (Sagay “sevinç: yüzde tecelli eden ay- dınlrk”, örüng (Uygur, Çağatay) “par- lak, parıldar”; Kâşgarinin Divanında örün; “). beyaz, ak; 2. şamana verilen ücret: honoraire 'ımağnalariyledir (ak- ça ile yaklaş Pekarskinin lü - ıuu); Pi gatinde ise örünğ “beyaz, berrak, te- miz,, ve uran “güzel” dir. Türkler, genel olarak, ulusal içki « lerinde de güneşin parlaklık ve sıcak - Hığını bulmuşlar, ona “v.r” teminden objektif “.k-g” unsuru ile dil işaretleri vermişlerdir: Arak (Kırgız), arakı (Altay), arıgı (Yakut), araga (Şor), ereh (Çuvaş) — rakı - ırakr (Türkiye). Aydınlık ve parlaklık anlamiyle be- yaz ve açık renk (sarı - kırmızı - yeşil) anlamı tabiiğ olarak zihinde birleşir; dil işaretlerinde de aynı birlik ve mu - tabakat görülür. Bunun bir neticesi o - larak, türkler güneş (veya ateş) ren - gindeki atlarına ar veya or demişler - dir (Kâşgari Divanı); Yakutçada ise aragğ-âs tas — “ateş” (yani güneş ren- ginde taş) perifrazı vardır. (Sonu yarınki sayımızda) selmekte olan hiddeti göstermekte bulun- — Grandet, ailenizin başına gelen kötü V ea Teikîiawixo.İSIL ü Eugenie Grandet B | p ARTETAK GN UDAKLAAĞ Ki , AAA LAMAN IASAT ÇZ Yazan: Honor& de Balzac — d Türkçeye çeviren: Nasuhi Bay tazyika mâruz kalmamış olacakları için Pğ" risli Grandet'nin veraseti, ahlâken de, taSti- Yye edilmis olur. Eski fıçıcı: — Evet, iş iştir. Bu böyle olmakla bcı;ş- ber gü... gü.... güç bir iştir. Ne param, ne C€ Va.., va... vaktim var. ş . — Evet, buradan bir tarafa gidemezS hniz, Bu takdirde sizin yerinize Parise ben 8itmeği teklif ediyorum (yol parasını verıır- siniz. Bu bir şey değildir.) Orada alacaklıla- Tı görür, kendilerile görüşür, pazarlık ede - Tim ve alacak senedlerini ele geçirmek için tasfiye bedeline bir "mikdar ilâve edersiniz. Olur, biter. : — Ba... ba... bakalrm. Ben şimdiden ta... İ - — Doğru. . a Böî'le işlere ömrümde ilk defa giriyo- , Anlattıklarınız.... i e mm-—AEvet, hakkmız var. Adliyeci değilsi- nız_l_:_ı E'en za.. zavallı bir bağcıyım. Dedikleri- nizden hi... hi... hiç birini bilmiyorum. Tet- n " i kık;ldaşı);ceme reisi, müzakereyi telhis etmek istiyormuş gibi bir vaziyet alarak: — İşte böyle, dedi. — Noter de onun sözünü keserek, t bir tavırla: — Yeğenim! — Ne var amca? — Bırak da Mösyö rini izah etsin. Ehemiye kında görüşüyo;'uz. Aziz ib tarzda anlatsın, KE l-laâîğe;aGrassius ailesinin geldiğini haber veren kapı tokmağı, ailenin içeri girip se: lamlaşmaları Cruchot'yu cuı.nlesını tama;ı_ lamaktan menetti. Noter bu u_gkıtadan me Ya nun oldu. Grandet ona yan gözle bakn'ıa.ş,iç i başlamıştı ve burnundaki ur da içinden yü ariz eden, Grandet sana niyetle- tli bir vekâlet hak- dostumuz bunu mü- muştu. Ç Fakat, tedbirli noter, alacaklıları hakla- rından vazgeçirmek ve mutlak dürüstlük ka- idelerini ihlâl eden karışık bir işe müdahale etmek için bir bidayet mahkemesi reisinin Parise gitmesini muvafık bulmuyordu. Bun- dan başka, baba Grandet'nin, her ne mikdar olursa olsun, para vermek niyetine dair ağ- zından henüz hiç bir söz çıkmamış olduğu i- çın yeğeninin bu işte bir teahhüde giriştiğini göreceğinden içi titriyordu. Des Grassins'le- rin içeri girmelerinden istifade ederek mah- keme reisinin kolundan tutup bir pencere önüne çekti. — Kendini kâfi derecede gösterdin yeğe- nim; fakat böyle sadakat ve hizmet arzetme- ler artık yeter. Kızı almak hırsı gözlerini kör ediyor. Bu gibi işler böyle paldır küldür gö- rülmez. Bırak da gemiyi ben idare edeyim, sen yalnız bana manevralarımda yardımcı ol. Hâkim haysiyetini bu gibi işlerde tehlikeye koymak... Sözünü bitiremedi; Mösyö des Grassin- s'in eski fıçıcıya elini uzatarak şöyle hitab ettiğini iştimişti; felâketi, Guillaume Grandet ticaret evinin harab olduğunu, kardeşinizin öldüğünü öğ- rendik; bu hazin vakradan hissemize düşen bütün kederi size ifadeye geldik. Noter, bankerin sözünü keserek: — Ortada felâket olarak yalnız Grandet- nin küçük kardeşinin ölümü var. Hattâ, o, a- ğabeyisini muavenetine çağırmağı düşün- müş olsaydı bugün ölmüş de olmazdı. Tır- naklarının ucuna kadar şerefli olan dostu- muz, Paristeki Grandet ticaret evinin borç- larını tasfiye etmeği de düşünüyor. Yeğenim mahkeme reisi, hukuk? bir meselenin zah- metlerinden onu kurtarmaki çin alacaklılarla uzlaşmak ve kendlierini münasib surette tat- min etmek üezre hemen Parise hareket et- meği teklif ediyordu. Çnesini okşamakta olan bağcının takım- dığı tavırla teeyyüd etmekte olan bu sözler, bütün yol uzunluğunca Grandet'nin hasisli- ğini çekiştirmiş ve onu âdeta kardeşinin ka- tili olmakla itham etmiş olan üç des Brans- sins'i acaip surette şaşırttı. Banker, karısına bakarak bağırdı: (Sonu var)