27 Şubat 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

27 Şubat 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

I Saray bekçisinin arapça konuştuğunu görünce, 21 Şubat 1932 Tefrika No: 76 İngiliz Casusu PS) LAVRENS İSTANBULDA 27 Şubat 1932 LF Nakleden : cebimden bir avuç banknot çıkardım: “ Bak,bütün bunları sana vereceğim. Fakat buna mukabil...,, Görüyorsınızya. ben küçüklüğüm- de bile ne kadar -hirçınmışım? Bu hikâye beni harekete ge- tirmişti. Derhal yerimden fıaladım. Bir az evvel korktuğum pen- cerelerin yanına sokuldum.(Selma) hanımın küçükken bile “kaçarım. kırarım..,, dediği bu pencerelerden niçin korkuyordum? Acaba Selma burada olsaydı,, bu pencereleri nasıl kıracaktı? Bu bir çocukluk hiköyesiydi. Fakat, beni harekete getirmeğe kâfi gelmişti. Evvelâ yere eğildim.. Pencere- Din parmaklıkların muayeneye koyuldum. Demirler çok kalındı.. Onları bileklerimle kırıp kopar- mak imkânı yoktu... Fakat, ufak bir testere. bir kıl testeresi bu işi ne güzel görecekti! Böyle bir testereye ne kadar çok ihtiyacım vardı. Bu ihtiyacı nasıl temin edecektim? Bu esna- da kapıcı Mehmet ağa karşımda dikildi. Pencenin'önünde o derece dak miştım ki, kapının açıldığının bile farkına varmamıştım. Ihtiyar hademe bana bir az yiyecek getirmişti. Mehmet ağa, yüzünden iyi ve insaflı bir adama benziyordu. Meselâ kendisine : — Sana bir mektup versem, postaya atar mısın? desem ve arkasından da beş on lira uzat- sam her halde bu ricamı redet- miyecekti. Fakat ona derdimi nasıl anla- tacaktım? Ne o bir kelime Almanca bili- yor, ne de ben Türkçe biliyor- dum! Mehmet ağa merhametkâr bir nazarla yüzüme bakarak başını salladı ve kapıya doğru yürüdü. Bu esnada kulağıma inanamı- yacağı bir kaç kelime işittim. Mehmet ağa Arapça, kendi kendine: — Zavallı adamcağıç.. Ne kadar çok muztarip... Diye söyleniyordu. Hemen yerimden fırladım ve Arapça: — Aman Mehmet ağa, dedim, sen arapça biliyor musun? Ibtiyar kapıcı gülümsiyerek; — Ben Halepliyim, dedi, bu benim kendi lisanımdır. Aşk, macera ve fen romanı Nakili: oO(Vâ - Na) — Daima bu suretle hareket etmişimdir. En kestirme yollardan milyonlar kazanmaya çalışmışım- dır ve kazanmışımdır da... Yoksa, üksek meblâğlar, birer birer aral mı biriktirilir? O akşam, Vesime, Jülide vası- tasile öğrenmişti ki, Mısırlı ken- disile evlenmek istiyor. Jülide, o evelemirde genç kızı © körüklemek lüzumunu hissetmişti. Vesime öyle bir hale gelmeliydi ki, şayet akrabası “olmaz! ,, bile dese mukavemet göstersin! Onun için, uzun uzadıya konferans geçti; neticede: 27 Şubat 1932 benim arapça hayretle Saray kapıcısı konuştuğumu görünce gözlerini açtı: — Sen bu lisanı nereden öğ- rendin? — Suriyede. — Çok güzel konuşuyorsun! Ben memleketten geleli otuz sene oldu. Lisanımı artık unutur gibiyim. — Pek âlâ konuşuyorsun, Meh- met ağa! Çoktan beri bu saray- da misin? — Sekiz senedir burada bel- çilik ederim... — Yalnız bekçilik mi? Mehmet ağa gözlerini indirdi: — Öyle ya.. Burada başka ne yapılır? — Zindancılık filân gibi... — Ihtiyar kapıcı sözümü kesti: Nevzadın o amcası memleket- limdir.. Çok yalvardı. Seni burada hapsetmeğe mecbur oldum. Ben zannettiğin kadar fena bir adam değilim, zabit efendi! — Bu cürümde müşterek olduğunu unutma , (o Mehmet ağal Yarın bu cinayetinin ceza- sını hayatınla ödeyeceksin Nev- zada söyledim; Günün birinde bu iş meydana çıkarsa, hepinizi kurşuna dizerler. Saçından saka- lından Utanmalısın, Mehmet ağa! Sen kalbi temiz bir müslümana benziyorsun! Bana yardım eder- sen, seni ihya ederim. Ve cebimde biravuç bankonut çıkararak : — Bak.. Bütün bunları sana vereceğim İ dedim, buna mukabil sana vereceğim bir mektubu pos- taya götürüp atacaksın! (Arkası var) rs Urfada eski bir hocanın vefatı Urfa, 25 ( Hususi) — Urfanın meşhur hatta Lobut beyzade Ahmet Vefik bey sektei kalpten vefat etmiştir. Mumaileyh uzun müddet medrese ve mekteplerde hüsnühat hocalığı yapmış ve bütün gençliğin ebedi hürmetini kazan- mıştı. Cenaze merasimine binlerce halk iştirak etmiştir. Merhum Ahmet Vefik bey eski arap harflerinin her çeşidile, yeni türk barflerile son derece güzel yazılar ve lavhalar yazdığı gibi ayni zamanda da yüksek bir kâtip idi. Mumaileyh arasıra şiir ve tarih yazar mütevazi, mükrim seciye ve hüsnü ahlâk sahibi idi — Bu Fazıl bey, sizi, hakikaten delicesine seviyor! -dedi.- ibtimalki saadetiniz onunladır. İyice düşünün bakalım! Vesime, öyle mesuttu ki, Jüli- deye daha bir kaç gün evvel söy- lediği izdivaç aleyhinde fikirlerini hatırlatmak istemedi. Bugün de, Vesime, babasından ayrıldıktan sonra, bir otomobile atladı. Jülidey'le birlikte yemek yemeğe gitti. Mısırlı ile Murtaza da hafif meşrep kadının misafi- i riydiler. Vesime, birdenbire Fazıl'a de- di ki: — Her ne olursa olsun, daha şimdiden kendimi sizin nışanlınız addediyorum. Sizden başka kim- seyle evlenmemeye söz veriyorum. Meselenin neden ibaret oldu- ğunu Murtaza'ya da anlatlılar. Bu zatın yüzünde endişe ifadesi NN Akşam Halkevleri Bir çok yerlerde açılma resmi yapılıyor Ankara. 25 (A. A) — Birçok vilâyetlerde Halkevlerinin açılması için (o hazırlıklar ( yapılmaktadır. Hazırlıklarını bitirenler, halkevleri umumi idare heyetinden açılma müsaadesi istemektedir. Umumi idare heyeti dünkü içtimamda ( vilâyetlerden gelen müracaatları tetkik (eylemiştir. Nizamnameye (ogöre (o icabeden şeraiti ikmal etmiş olan evlerin açılmasına müsaade edilecektir. Antalya 25 (A.A.) — Antalya Halkevinin o küşadı için dokuz mesai şubesinin azası dün akşam fırkada yapılan büyük “içtimada kayıt ve tefrik edilmiştir. Halke- vine kayıt muamelesi hararetle devam etmektedir. Evin küşadı bu hafta merasimle yapılacaktır. Halk fırkası vilâyet heyeti bu teşkilâtı istiap edecek büyük ve yeni bir Halkevi binası inşasını kararlaştırmış ve inşaat için bir komisyon teşkil edilmiştir. Ko- misyon faaliyete geçmiştir. Adana, 25 (A.A.) — Şehrimiz- de Halkevinin açılması. için 'ha- zırlıklarda bulunmak üzere bir heyet teşkil “olunmuştur. Heyet Jaaliyete geçmiştir. Cerrahii etfal muallimliği Ankara, 25 — Darülfünun tıp fakültesinde münhal bulunan' cer- rahii etfal muallimliğine müderris muavinlerinden Akif Şakir bey tayin edilmiştir. Içki kaçakçılığı Amerikada kaçakçıların 200 gemisi varmış New York 25 (A. A.) — Amerikanın “sahil muhafazasına mahsus filosunun kumandanı fiva amiral Pillard, mebusan meclisinin bahriye encümeni huzurunda ka- çakçıların sahip oldukları 200 vapurun Cemahiri Müttehideye ispirtolu içkiler taşımakta ve fırsat bulunca hemen ihraç eylemekte ulduklarım söylemiştir. Mumaileyh, kaçakçılarla yapı- lan mücadeleye omuvaffakiyetle devam için yeni gemiler ve yeni mürettebat verilmesini (istemiş ve bu kaçakçı gemilerinin umu- miyetle Büyük Britanya bayrağı çektiklerini ve umumi karargâh- larının Nouvelle Ecosse, Trencuve we Bahamada olduğunu ilâve etmiştir. Yeni neşriyat: Bahçemde bir gül açtı Mahmut Yesari beyin (Bahçemde bir gül açtı!) isimli büyük romanı intişar etmiştir. Sühulet kütüphanesi bu eseri neşretmiştir. de nndişeye düşürdü. Murtaza: — Ben Mebmet beyi gayet iyi tanırım! - diye endişesinin sebebini izah etti. - Kendisi, yüksek kıy- mette bir insandır. Son derece mahirdir. Fikrimce, sizin izdiva- cnıza aleyhtardır. Buna karşı gelmek için, behemehal bir sebep bulacaktır.Sebebi bulunca da, karşı gelmekten ogeri okalmıyacaktır. Mehmet beyin büyük bir serveti olduğu için, kızını, öyle kolay kolay evlendirmek niyetinde de- ğildir. Her halde kılı kırk yara- caktır. Murtaza bey, Fazıl Alkasdi'nin Vesime'yi almak istemesindeki hakiki maksadını bilmiyordu. Adamcağız, bu meseleyi, sade, sevişten iki çiftin izdivacı şek- linde görüyordu. Oda, herkes gibi güzel Vesime'nin saadetini dile- yordu. istilâ ediyorlar. Amele, vuzları yolu şaşınyor. Bataklıklardan geçerek bir ormana dahil oluyorlar. ki, bilmukabele, ötekileri Kauçuk ormaniarında et Her akşam bir hikâye yiyen karıncaların hücumu Muharriri: Jose Eustasio Rivera (Ispanyolcadan) Cauchero denen kauçuk amelesinin bnlunduğu ormanı et yiyen karıncalar, çekirge hücumu halinde, bulut gibi kaçıyor. Kla- Çauchera'lardan bir tanesi, âni bir itminan ile birdenbire dediki: — Islık çalınır gibi birşey işi- tiyorum, Hepsi birden durdular. Islık çalan kulaklarıydı. Souza Machado, ötekilerin or- tasında durmak istiyordu. En ufak bir söz, herkesi inhiza- ma, cinnete, hiddete sevkedebi- lirdi. Mukavemet etmek istiyorlardı. İleri... Lauro Coultinbo, neş'eli görün- meye çalışıyordu. Kauçuk hamu- esini sırtından yere azıcık bırakıp ta dinlenmek isteyen Souzo Mac- hado ile alay etmeye kalkıştı. Alay etmek arzusu, diğer zihin lere de bir an sirayet etti. Biri, ihtiyara takıldı. Italyan: ? — Susl - diye, -bu alay edene çıkıştı - unutmaki, (o kılavuzlarla pilotlara vazife ( esnasında söz söylenmez! Lâkin, bu esnada, ihtiyar Silva, düşmana teslim olan bir adam gibi, ansızın, koilarnı havaya kaldırdı; ve arkadaşlarına döne- rek. haykırdı: — Mhvolduk! — Bedbahtlar grupu, kılvuzun işareti üzerine, başlarını yukarı kaldırdılar. Dallar üstünde karım calar, karıncalar, karıncalar... Hepsi birden, bir avazla bağ- rıştılar: — Yarabbi! Aman yarabbi! Aman yarabbi , Kurtar bizi... mahvolduk... “ Makvolduk !,, Bu tek kelime, - (bu derece basit olan ve alelâ- de mevkilerde sık sık kullanılan bu tek kelime) - orman yolcula- rının ağzında öyle manalı ve ehemmiyetliydi ki... Yamyamlara yakalanan seyyahlar, arslanların korkunç ağızlarile karşılaşan avcr- lar, hep bu sözü biribirlerine haykırırlar. Ne dualar, ne adaklar, ne telâşlar, ne çırpınmalar, ne yolu tashih etmeği vadeden kılavuzun göz yaşları, yolcuların yüreğine su serpmeğe kâfi gelmedi. Karıncalarla Odolan saçlarını yoluyorlar, parmaklarını koparır- casına bir asabiyetle yekdiğerle- rile oğuşturuyorlar ; üstlerini baş- larını silkeliyorlardı. Her yerlerinden kanlar akmağa başlamıştı. Kılavuza bağrıyorlardı. — Bu ihtiyar herif felâketimiz- den mesuldür. Mahsustan yolu değiştirdi. Menfaati öyleydi. Binaenaleyh, Fazıl Alkasdi'yi Mehmet beyin kendi hakkında fazla tahkikata girişmesine karşı tedbirli bulunmağa sevketti. Delikanlının kulağına eğilerek dedi ki: — Rica ederim, kadın müne- sebetlerinizi nihayetlendiriniz Met- resiniz filân kalmasın. Hayatr- nızda bir kadın izi bulunmasın. Zira, kayin pederiniz mes'eleyi inceden inceye tahkik edecektir. Esrarınızı anlayacaktır. Fazıl Alkasdi, azacık sarararak gülümsedi: Onu korkutan kadın münasebetlerinin mevcut bulun- ması değildi, hayır! kadın işi nasıl olsa ört bas edilir; Vesime'ye; mazur gösterilebilirdi. Lâkin, Meh- met beyin pek daha başka şeyler keşfetmesinden korkuyordu. “..M, zade Mehmet bey, o akşam Mısırlınm teklifinden karısı ve oğullarım haberdar etti, — Abhlâksız ihtiyar kılavuz... Bize bile bile yolu şaşırtın... Bizi mutlaka satmak istiyordu Kimbilir, kime ve ne pahasına satmak istiyordun. — Cani herif! Maksadın neydi? Bütün bu deliren insanların hiddetten kendisini boğup öldür- mek istediklerini görünce, ihtiyar Silva, koşmağa başladı. Fakat, ağaçlardan birinin top- rak üstüne çıkan kökü ayağına takıldığı için, ibtiyarcık, yüzüstü yere kapandı. Ötekiler yetişti. Ibtiyarı bağladılar. Beggi, ihtiyan öldürmek için hazırlandı. Tam o esnada, fevkalâde tesiri görünen şu cümle, Don Clemeu- te'nin ağzından çıktı: — Beni öldürmek mi istiyor- sunuz? Beni öldürürseniz, bensiz nasıl ilerliyeceksiniz? Yegâne ümi- diniz benim! Klavuzu öldürmek isteyenler, mihaniki surette durdular. — Evet, evet... Ölmemelidir! Ölmemelidir ki bizi kurtarsın. — Fakat, koyuvremiyelim kera- tayı... zira, - şayet koyuverirsek, kaçar gider! Klavuzu yerden kaldırdılar. El- lerini arkasına bağlayan ipleri çözmediler. Lâkin, kendilerini kur- tarması için adama yalvanp ya- karmaya başladılar. Yüzünü elle- rini öptüler... — Allah aşkına bizi bırakma... Bizi kurtar... — Barakaya dönelim. — Şayet siz bizi birakırsanız açlktan ölürüz... Klavuz, arkadaşlarmı yatıştır- mak için sözler söyliyordu. Esa- sen, avcıların, zabitlerin ve kla- vuzların malüm olan usöülleri yok muydu: En son ve kat'izaman gelip çatmadıkça, tehlikenin aza- metini bildirerek, yanındekileri dehşete salmamakl... Oda, bu çareye niçin müracaat etmemişti? Niçin: ortalığı velveleye vermişti? Mahvoldukları fikrini niçin arka- daşlarına telkin etmişti! Şimdi, bu yaptığı işten dolay. pişmandı. Arkadaşlarına lundu: — Sakın gürültü etmeyin, ka- rıncalar, gürültünün olduğu tarafa gelirler. Gürültüsüz yürüyün. Ba- busus bu tarafta vahşi hayvar- lar da vardır. Onların hücumla- rına uğrayabiliriz. Meselâ, kaplan- ların hücumuna... Bu ormanda kaplarlar barınmaktadır. (Sonu yarm) Mütercimi: (Hatice Süreyay) tavsiyede bu- Vesime'nin annesi, derhal hük- münü verdi: — Şayet oğlan Tızımızın hoşu- na gidiyorsa, şayet kız ona var- mak istiyorsa mutlaka vermeliyiz. Arzusunun önüne geçmemeliyiz. Zira, eski âdetler kalmadı. Ana ve babasının vazifesi, çocuğu yetiştirmektir. Kız olsun, oğlan olsun, evlenmek çağına gelenler, kendi beğendikleri çiftlere var- malıdırlar. Halbuki, oğullar, babalarının fikrindeydiler. Bir şeyi iyiden iyiye, kılı kırk yararak tetkik etmeksizin yapmak taraftarı görünmiyorlardı. Baba- larına da itimatları vardı. —sSiz tetkik ediniz. Ne hüküm verirseniz biz ona inkıyat ederiz. Ertesi günden itibaren, “M..., zade Mehmet bey, bütün istihba- rat cihazını harekete (getirdi. Lâzım gelen adanıları, lâzım gelen vazifelerle tavzif etti. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: