1 Şubat 1987 Tarihli Commodore Gazetesi Sayfa 32

1 Şubat 1987 tarihli Commodore Gazetesi Sayfa 32
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

COMFU-HOBİ COMPU-TOBİ lanmışlığın ne kadar kısmi ve geçici kalmaya mahküm ol- duğunu da onun kadar iyi bilemez. Gerçi ilk bakışta göze çarpan özelliği disiplinidir, me- lankolisi değil, ama başkalarına, kendisi gibi olamayanla- ra nasıl baktığını izleyin. En çok tahammül edemeyeceği- ni sandığınız anda gözleri parlayacaktır. Hattâ belki de, oğlak insanının başkalarına bakışına egemen olan ifade- nin gıpta olduğu söylenebilir. Çünkü o da bilir ya, kendi hayatında neredeyse bir ödev olarak benimsediği disipli- nin de bir çözüm olmadığını, onun da nafile olduğunu. Aslında “benimsemek”, “çözüm”' gibi kelimeler kullan- mak da yanlış. Çünkü onun için disiplin bir seçim sorunu değil, zaman içersinde yaşanacak bir hayatı yaşamanın tek olanaklı biçimidir. Ama elbette o da ister unutabilmeyi. Kendisini büyük tutkulara, ihtiraslara, ihtiraslara değilse geçici heveslere kaptırabilmeyi, aşkın şarabını tadabilme- yi. Ama aşk onun için ancak bir aykırılık olarak varola- caktır. Hayatı neredeyse felsefi bir ölçekte tasarlanmıştır. Katı ve köşeli yüzü hiçbir geçici heyecanın rüzgârıyla dal- galanmaz. Her şeye önceden karar verilmiş gibidir. Olgunluk Çemberi Benim çok sevmediğim bir astroloji görüşüne göre, burç- lar bir olgunluk çemberi oluşturur. Çocukluğu temsil eden koç burcundan başlayarak, her biri bir öncekine kıyasla daha olgun, yeryüzünün ve gökyüzünün düzenine nüfuz etme bakımından daha evrilmiş bir aşamayı temsil eder. Bu görüşü sevmemem, burçlar alemine bir derecelendir- me sokmasından. Bütün derecelendirmeler gibi, olgunluk- tan sözetmek de, insanların emsalsiz yıldızları arasındaki farkları bir azlık-çokluk ilişkisine indirgiyor. Ama buna karşın, oğlaktan sonra kovayı düşünmeye başğ- ladığımda aklım ister istemez olgunluk çemberine gidiyor. Çünkü oğlakla kova arasındaki ilişki, birbirini izleyen her- hangi iki burcun arasındaki rastgele ilişki değil. Kovanın yıldızı Üranüs keşfedilmeden önce, yüzyıllar bo- yunca insanlar Satürn'ün aynı zamanda kovanın da yıldı- zı olduğunu düşünmüşler. Herhalde -ilk bakışta birbirle- rine çok az benzeseler de- bu iki burcun kayguları arasın- da bir ortaklık, bir süreklilik sezdiklerinden. Ama eğer oğlak insanı için şu içinde yaşamakta olduğu- muz fani ve maddi dünyanın sınırlılığı bir sorunsa, kova insanı, bütün sınırlılıklarıyla birlikte madde dünyayı zaten çoktan terketmiş gibidir. O kadar ki, kova insanı kendi gör- desinde bile bir konuk olarak bulunuyordur sanki. Gözlerine bakın. Kuşkusuz burçlar alemi içinde, güzel gözler ve etkileyici bakışlar sadece kovaya özgü değildir. Ama diğer bütün çehrelerde gözler sadece çehrenin de de- ğil, bütün gövdenin sözcülüğünü üstlenirler. Çoğu insan için bakışlar, mimikler ve jestlerle de desteklenen bir dil- dir - gövdenin dili. Oysa kova insanının gözleri içinde ye- raldığı gövdenin, çehrenin hiçbir ifadesini paylaşmaz, ne neşesini, ne öfkesini, ne sevgisini. Aksine onlar konuşma- ya başladığı zaman, kova insanının yüzüne, hareketlerine sanki bir donukluk gelmiş gibi olur. Gözleri başka bir âlem- den haber veriyormuş gibidir - bir tür saf zihinsellik âle- minden. Bu zihinselliğinden ötürü kova için, dehanın burcu den- miştir. Kova insanlarının telepatiye, medyumluğa yatkın- lığı olduğu düşünülmüştür. Çünkü maddi sınırların, alışıl- dık kanalların geçerli olmadığı bir dünyada yaşıyor gibi- dirler. Kendisi de kova burcundan olan bir arkadaşım, kova burcu insanlarının paranoyaya da yatkın olduklarına işa- ret etmişti. Nasıl olmasınlar ki?! Sakini oldukları zihinsel âlemde, onların kendi kurgularının, kuruntularının mut- laklaşmasının önünde durabilecek hiçbir engel yoktur. Ancak bu zihinsellik, ille de bir tür aklilik, dengelilik ya da sükunet olarak anlaşılmamalı. Şiddetli bir ihtiras, bir tutku olarak da varolabilir. Üstelik maddi hiçbir kısıtlılık- tan pay almamış, gördenin zaaflarını taşımayan saf bir tut- ku. Bu yüzden bir kova insanının öfkesinin ya da sevgisi- nin hedefi olmak, insanın kendisinde hiçbir karşılığını keş- fedemediği, nasıl yankılayacağını bilemediği, tabil bile ol- mayan çıplak bir enerjiye maruz kalmak gibidir. O

Bu sayıdan diğer sayfalar: