1 Nisan 1988 Tarihli Commodore Gazetesi Sayfa 10

1 Nisan 1988 tarihli Commodore Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

mıştır. Doğru kullanımı ancak bir fir- ma uzmanının yol göstericiliğiyle mümkün olan -yani kopya edileme- yen- bir program, “kötü” program olarak kabul edilmektedir. Toplumsal açıdan bakıldığında bu sürecin büyük bir önem taşıdığı gö- rülmektedir: Teknik anlamda bir me- ta, eğer teknik olarak yeniden üreti- lebiliyorsa “iyi”'dir. Meta bu özelli- ği taşıdığı takdirde, aynı teknik onu elde etme imkânını da yaratmış ol- maktadır. Peki, bu durumda “özel mülkiyet” kavramı ne oluyor? Bazı- ları bu gelişmeye umutla yaklaşıyor- lar ve kapitalizmin kendi öz temeli olan özel mülkiyeti bizzat kendi gü- cüyle ortadan kaldırmayı başaracağı- na inanıyorlar. Onlara göre, bu dev- rimin hazırlayıcısı bilgisayar tutkunu- dur. Kanımca bu konu büyük ölçüde yanlış yorumlanmaktadır: Başka ki- şilerin mülkiyetlerini hiç çekinmeden üstlerine geçirenlerin bizzat kendile- ri, kuşkusuz çoğu durumda özel mül- kiyetin, yani kendi mülkiyetlerinin peşindedirler. Benim için: C-64'de incelemelerde bulunmak kimi zaman çok eğlenceli oldu; gizli kataloglar, kopyalama ve liste emniyetleri, bizzat yapılan “Read-Error”'lar ve benzeri şeyler ne denli ilginçtir! Programları tanıdık- larımdan ediniyordum; sözde bizzat geliştirilmişlerdi, ama ötekilerine şa- şırtıcı ölçüde benziyorlardı bu prog- ramlar... Bundan dolayı benim edin- diğim izlenim bu konuda yeni bir in- san tipinden değil, bazen tam tersi- ne, dar kafalı küçük burjuvalardan söz edilebileceği yolunda olmuştur. Bu kişiler benim yakından tanıdığım küçük bahçeli evlerde oturan kimi in- sanlara benziyorlardı: Bu kişilerin bahçelerini çitlerle sımsıkı kapatma- larının nedeni, burasının iş yaparken aşırılmış malzemelerle tıka basa do- lu olmasıydı. Ben bilgisayar aracılığıyla işten pratikte ne denli tasarruf sağlandığı- nın kanıtlanmasına yönelik çabaları da aynı şekilde sığ buluyorum. Tabii, ben yazılarımı -örneğin bu yazıyı- bil- gisayarımla yazmaktayım. Ama eğer bilgisayar başında genel olarak har- camış olduğum zamanın sadece yarı- sını yazı yazma etkinliğiyle geçirmiş olsaydım, öteden beri niyet ettiğim polisiye romanı çoktan bitirmiş olur- dum. İtiraf etmeliyim ki, bu zamanın ço- ğunu oyun oynamakla geçirdim ve bunda direniyorum da. Ne var ki, 10 Toplumsal açıdan bakıldığında bu sürecin büyük bir önem taşıdığı görülmektedir: Teknik anlamda bir meta, eğer teknik olarak yeniden üretilebiliyorsa “'iyi''dir. UA Te AD e ilellrlİ takdirde, aynı teknik onu elde etme imkânını da yaratmış olmaktadır. *oynamak''tan kasdettiğim oyun programları değil. Bununla katalog- ların düzenlenmesini, menü program- larının tasarımlanmasını, her ne ka- dar her şeyi her türlü formatta bas- mak mümkün ise de yazıcıya başka bir sabit kopyalama rutini uyarlan- masını ve benzeri şeyleri anlatmak is- tiyorum. Bu tür oyunculuğu yararsız bir etkinlik olarak görmüyorum. Bü- yük bilgisayar-oyununun temelinde yatan ilke, oyun değil, tersine, oyu- nun kırılmasıdır. YALITILMIŞ BİLGİSAYAR- TUTKUNLARI-BİR ÇELİŞKİ Mİ? Ya da bu oyun, kaçak olarak kop- yalanmış bir kullanım programını, sonradan asla kullanmamak üzere, rehbersiz anlamaya yönelik bir giri- şimdir. Kullandığım programları sa- tabilirim de. Bu, sanıldığından daha akla yakındır. Çünkü, insan gerçek- ten de kullandığı bu denli çok sayıda programa asla sahip değildir. Disket üzerindeki bilinmeyen bir program karşısında kendimi tıpkı Keops pira- midinde yeni bir kapı keşfetmiş bir arkeolog gibi duyumsarım. Bunun dezavantajına gelince; İn- san bu işi yaparken yapayalnızdır. Kanımca, korsan kopyaların böyle- sine başdöndürücü bir hızla yayılma- sının nedeni, her münzevi “bilgisayar tutkunu”'nun (Freak) gerçekte “to freak” denilen etkinliği sürdürmek is- temesi, yani kendi yalıtılmışlığından kurtulmayı amaçlamasıdır. Böylece yine başka bir münzeviye ziyarete gi- dilmekte ve hediye olarak kopyalana- cak bir şey götürülmekte, daha da iyi- si onun için sevgiyle hazırlanmış bir disket kendisine sunulmaktadır. Ne var ki, pek çokları hiç de kur- tuluşa erişememekte, bir kaçışı yaşa- maktadırlar. Karısıyla eğitim ya da daha kötüsü ilişki sorunları üzerine sohbet etmek veya A programının gö- rüntülerinin B programına nasıl yük- leneceği problemini.çözmek arasında bir seçimle karşı karşıya bırakılan kişi ne yapabilir? Kim bu ikinci seçene- Bin çekiciliğine direnebilir ki? Ama kişi eğer sonunda bütünüyle yalnız başına kalmak istemiyorsa, direnebil- melidir buna. Acaba bu bağlamda yeni bir insan tipi sözkonusu mudur? Bunun yanı- tı “Ne yazık ki, hayır.”” dır. Tekni- ğe sığınma ve kaçış herhalde yeni bir olgu olmasa gerek. Max Frisch “*Ho- mo Faber”* adlı romanında, insanla- Ti “yorucu”' bulan bir mühendisi an- latır. Faber adlı bu mühendisle kız ar- kadaşı arasında geçen bir tartışma sı- rasında mühendis kendisi için hiç bir şeyin arızalı elektrik-traş makinesini onarmaktan daha ivedilik taşımadı- ğını dile getirir. Faber'in gözünde bu onarım müthiş elzem ve ertelenmesi mümkün olmayan bir iştir. Ama kız arkadaşına, dolabında hiç el değme- miş yedek bir traş makinesi daha bu- lunduğunu söylemez Faber. Görüldü- Bü gibi, bu kez suç bilgisayarda de- gildir; çünkü yıl 1956'dır. Kişinin in- sani açıdan bir ebleh gibi davranma- sı için, gerektiğinde bir traş makine- si bile yeterli olabilmektedir.”

Bu sayıdan diğer sayfalar: