11 Şubat 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

11 Şubat 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Kazaklar Üstümüze Geliyorlardı | Hemen Olduğumuz Yere Diz Çöktüm, İlk Kurşunda Üstüme Gelen Kazağı Yere Serdim, Karşıya Atladım Mütecavizlere.. hadlerini o bil- dirmek, silâhların nası! atıldığı ni göstermek sırası gelmişti artık. İrmağın kenarında gözüme şen yüksekçe bir yığını üzerine çıktım, uzandım, Bulunduğum yer- den biribiri ardına üç kere tetiğe dokundum. İki adam ile bir iri köpeği yere sermiştim, Dördüncü kurşunum dâ, kopardığı yaygara ile bu felâketi başımıza getiren Yahudinin ağzını kan ile doldur- muş, olduğu yere oturtmuştlu. eşinci ve altıncı mermilerim bizi takip edecek ayak bi- Takmamıştı. İki kişinin ardına ka- lan köpek sürüsü çiftlik binaları- na doğru kaçarlarken, Gabay ile Hüseyin çavuş ve Mustafa, ölen hayvanların üzerinde bağlı bulu - nan yamçilarla yiyecek torbamizı sökmiye uğraşıyorlardı. Ben de, 0- cellerine kavuşanların üzerlerini a- Taştırıyordum. Ömrümde para için can yakmadım ve yaktığım canla- rin paralarını almadım sayın oku- yucularım. Bu heriflerin de paralarına do- kunmadım. Fakat işimize yarayıp yaramıyacağını düşünmeden cep- lerinden, cüzdanlarından nüfus vesikalarım aldım. Arkadaşları topladım Nehrin kenarındaki $az - lıklar arasından suyun akıntısını takibe başladım. Durup dinlenmeden yaptığımız. altı saatlik hızlı ve zikzaklı bir yü- rüyüşle, hâdise mahallinden bir hayli uzaklaşmış, hele izimizi bu- mup takip edilemiyecek bir şekilde ml ri erdz aümr- za serip üstümüze örttüğümüz çul, çuval, kebe gibi eşyamızı kaybet - miştik. Fakat, biraz faydaları ile beraber bir çok sebeplerden dolayı da bize ayak bağı olan hayvan - lardan kurtulmuştuk. Memnun - dum ben. Bu suretle çok hafıflen- miş, yürüyüşümüzü süratlendir - miştik. Daha fazla yol alıyor, sığa- bildiğimiz herhangi bir kovukta Sessizce barınabiliyorduk artık. 5 gün süren uzun bir yürüyüşte sonra Harkofa altı saatlik yolumuz kalmıştı. İçine girmiye cesaret © demediğimiz bir köyün açığından geçiyor, bahçeler ve tarla'ar içn - den yürüyorduk. Çok da yorgun- duk. İlerimizde görünen ağaçlıklı bir tepeyi — tutmak için kendimizi bayağı zorluyor, biribirimizi teş - vik ediyorduk. Tepe ile aramızda iki yüz metre kadar bir uzaklık kal- miştı ki, içinde yürüdüğümüz 8- Baçlık birden bitmiş, önümüze bır Yol çıkmıştı. Yoldan sonrakı ara- Zi de tam istediğimiz gibi çok sık bir fundalık, ilerisi de koru deni - lecek kadar sık ağaçlık idi. olun kenarına vardığımız zaman rahmeti! Hüseyin ça- Yuş ile Mustafa yere çökmüşler. 1â- tife yollu, bir adım daha ileri gi- demiyeceklerini söylemişlerdi. Yol kenarında oturup dinlenmenin mü- nasip olmiyacağı hakkındaki söz- lerime de alaylı bir tarzda gülinüş- Terdi. Malksatlarının şakalaşmak, Jol yorgunluğunu unutturmak olduğu- nu ben de biliyordum. Fakat, bu yersiz ve tedbirsiz duruşun, biraz uzunca süren şakanın cezasını he- men o dakikada, hem de pek &cı ve acıklı bir tarzda oracıkta çek- tik. Solumuzdaki döpemeçten ks - labalık bir yolcu kafilesi, arkasın- dan da üç kuzak süvarisi ansızın çikivermişti. Aramız yüz metne bi- le yoktu. Kazakların bizi görmesile ktlığ çekerek hayvanlarını mahmuzla - ması bir oldu, Üzerimize bir yık dırım hizi ile sre e duğumuz yerde hemen diz çöküp a“ eşe başladık.Ben ilk kurşunumla, ü- zerime saldıran kazağı yere vik - mas, iki sıçrayışta şosenin karşı kenarındaki kayalığı tutmuştum. Gabay da bir ok hızile fırlamıştı. Arkam sıra kayaların arkasın a- timış, silâhına sarılmıştı. Ne yazık ki, on saniye bile sürmiyen bu 76- anan içinde iki kazak bizim Hüseyin çayuşla Mustafanın başına çullan- mışlardı. Gabay ile attığımız kur- Şunlar, zavallı arkadaşlarınızı ki. hıç darbeleri altında can vermek - ten kurtaramamıştı. Ancak dördüa- cü ve beşinci mermilerim'z kazak- ları yere sermişti. Asker edilmek üzere zorla Harkofa götürüldükle- rini öğrendiğimiz köylüler bu €s- 'nada, saçma sağanağından kurtu- Tap sevinçle uçuşan bir çil yavrusu gibi dağılıp kaçmışlardı. Zavallı arkadaşlarım aldıkları kılıç yaralarının tesiri ile o an- ds ölmüşlerdi.İk'sinin de kanlı yüz- lerini, gözlerimden akan yaşlarla yıkayarak öptüm ve Gabaya dön- düm, O da dövünerek ağlıyordu. On dakika sonra ölen iki kazağın kalpaklarını başımıza, kaputlarını, yamçılarını elbiselerimizin üstüne geçirmiştik. Silâh ve cephaneleri- ni takmış, takıştırmış, sülün gibi bayvunlarına atlamıştık. Bahtsız arkadaşlarımıza yaşlı birer veda bakışı fırlattıktan sonra oradan ay- rılmış, garba doğru uzanmıştık. İki saatte bir on dakika mola ve- rerek süratli ve dörtnal yürüyüş- lerle, iki saat garbe ve bir saat ce- nuba doğsu yol aldıktan sofra şark cihetine dönmüş ve bü sekiz sant- Tik yol esnasında hiçbir köye uğra- mamıştık. Akşam geç vakit vardı- hamur Yİ Her gün takip ettiğimiz istika- metleri değiştirerek, zikzaklı yü - rüyüşlerle Harkofun garp tarafla» rındaki köylerde dört gün kadar dolaştıktan, biraz dinlenip kendi - mizi topladıktan sonra tekrar u- run, yorucu ve Şaşırtıcı bir vürü- yüş yaptık. Harkofun cenubundan garbe dönerek yedi günde Dniyeper nehrinin kenarında bulunan Çer- kasi şehrine yaklaştık. O gece ne- hir kenarında Şoviz çiftliğinde ba- rındık. Arkadaşım Gabay, vaktile asker- Mik yaptığı bn havaliyi gayet iyi bildiği için Dniyeper nehrinin hay- vanla geçit verdiği yerleri tanıyor- du, Sabahleyin, gün doğarken biz de Krizofiç ismindeki köyün gar- bindan nehre dalmıştık. Gabayin gerçekten çok kıymetli olduğunu itiraf etmek meeburiye- dinde bulunduğum kılavuzluğu ve altımızdaki kuvvetli kayvanların yüzmiye alışıklığı sayesinde koca nehri kazasızca geçmiş, dört gün sonra da Obviopol şehrine yakın bir köye sinmiştik. Bulunduğu - muz yerden Odesanın en çok bir hafta süreceğini söyliyen Gabay s6- vincinden çocuk gibi çrya ve beni de sıçratıyordu. Dediğine bâ- kılırsa, Odesa ile Moskova arasın- daki mesafenin onda dokuzunu kestirmiştik. Artık bize iki kıy - metli arkadaşa mal olan bu hay- vanlarla kazak kıyafetleri, bazan aç, açık kalarak bozan da cidden bir misafir gibi ağırlanarak bu - raya kadar yapma kazaklık oyunu- meri tadinda bırakmak, u- ra, suçumuzun canlı ve can- pa irsi olan altımızdaki hay - yanlar, elimizdeki silâhlar, sırtımız- daki elbiselerle tutulmak elbette çok acı olurdu. Fakat Gabay bir türlü sözümü dinlemiyor. Odesa » imajisinde bulunn ili e olsun, kıyafet ve hayvanlarımızı muhafaza etmemizi İstiyor, ısrar da ediyordu. Kaderin bir felâkete namzet yaptığını, mu- sibet kemendini boynuna doladığı- n: anladığım bu arkadaşı bir türlü fikrinden raydırarmyordum. Halbuki bende de, bu tarzda yola devam ettiğimiz takdırde her hal- de bir felâketle karşılaşacağımız kanaati hasıl olmuştu. Uzunca ve biraz da çekişerek yap tığınlız bir görüşmeden sonra bul- duğum tarzı Gabay da hoşnutlukla kabul etmişti. Ben saç ve sakalı mı kestirecek eski kıyafetime gire- cektim. Gabay kazuk neferi kıyafe- tinde kalacak ve beni ellerim bağ- lı olduğu halde tutulmuş bir as- ker kâçağı gibi yanında yürüle- rek götürecekti, Köy berberinden aldığımız bir ustura ve tarak ile ben saçı sakalı kesmiş, kıyafetimi değiştirnişt'm. Akşam ortalık kararınca, Gabay i- le hayvanlara atladık, köyden ay- rıldık. O gece sabaha ve ertesi yü- nü akşama kadar, seyrek dinlen- melerle cenuba doğru devamlı bir yürüyüs yaptıktan sonra, rastladı- amız ağaçlık ve otluk bir yerde uzun bir iple hayvanımı bağladım. Tüfeği terkesina astım, yamçıyı, battaniyeyi eğerin üzerinde kapat- tım. Beni oraya kudar taşıyan hay- vanın gözlerinden öptüm. Yem- torbasını başına takarak ayrıldım. Görenleri aldatacak, fakat icap et- tiği zaman sıyırıp çıkaracak şekil. de elime sardığım ipin ucunu Ga- baya uzattım ve bir suçlu gibi ya- (Devamı var) lerin hepsine cevap yazmak on gün süreceğinden, kendisi başka okuyuculara nefes darlığı vermekten o korktuğum sorgu! en mühimi diye tahmin ettiğim deniz kenarı meselesinden bahse- TE iii Pipi BiaİEe R ni Eşi ii Ba : H i ali ET ip : ip : Görein batacağı © sırada hiç siz, düz bir yol üzerinde yü- rüdünüz mü dostlarım? Eğer yü rümedinizse, muhakkak © tecrübe etmelisiniz. Bu anlatacağım hikâ- yeyi daha iyi anlar ve bana hak verirsiniz. Tecrübe ederseniz, güneş bata- cağı sirada arkanızı dönünüz ve öyle yürüyünüz. Alçalan kaybolan güneş muhakkak arkanızda kalsın Ağır ağır ellerinizi arkanıza bağ - layarak, önünüzdeki uzun gölge - nizi takip ediniz. Arma gölgenize çok pek çok dikkat edin. Ah! İşte benim size söyliyeceğim de bu. Göl ge; aman yarabbi akşamın bu sa- atinde ne kadar unzundur o; siz o- nun arkasından yürürken gurur duyarsınız. İçinizde müphem bir his uyanır. Acaba ayağımı uzat - sam gölgemin neresine kadar ba- sabilirim diye düşünürsünüz. Lâ kin dostlarım merak (etmeyiniz, pek tabildir ki gölgenizi çiğnemek güçtür.. Adımlarınız sıklaşır, göl geniz uzar, uzar.. Derken içinize bir üzüntü girer, elbette bu üzüntü - nün sebebini bilemezsiniz. Zaten ben de bilmem. Böyle hislerinizle uğraşırken birdenbire her şey si - Minir, görünmez olur, çünkü güneş batmıştır. İnsan vardır arkadaşlarım, sa- dece hayatında gölgelerinin saba- hını yaşar. Onun için ömrü olduk- ca güneş doğudadır veya iki adam boyunda yükselmiştir; içini sabah meltemleri doldurur, yüzünü kızıl lıklar boyar. İnsan vardır arka - daşlarım, sadece hayatında günle- rinin akşamını yaşar. Onun için ömrü oldukça güneş batıdadir. Yü- zünü daima gölgeler boyar, ii akşam poyraz doldurur, ve ben çok severim, Çünkü böyle kimse- Yazan : Samim KOCAGÖZ a ler başlangıçla sonunu birleştir - meyenlerdir. Size anlattığım gibi gölgelerinin arkasından koşanlar, gölgelerinin silindiğini görenler - dir. Hattâ zavallıların buna, bu sir ra eremediğinden mesutturlar, Evet dostlerim eğer tavsiye et- tiğim veçhile bir kere gölgenizin arkasından yürümediniz ise bilmez ve bu anlattığım şeyleri anlamaz - $ınız. Her he İse nasıl başlayalım bilmem bizim candaşın hikâyesi - ne. n zamanlar yine bu odada 0 - tururduk. Onun kısa bir bo- yu vardı. Şu görmüş olduğunuz köşesine çekilir; karyolasına uza- nırdı. Pek çok siyah ciltli güzel ki- tapları vardı. Başucundaki rafa on- ları dizer, birer birer okurdu. Ben de bazan kendisine uyardım. Evet arkadaşımın sadece kitap okumak tan ve üniversitede bazı derslere girip çıkmaktan başka işi yoktu. sina olduğunu © miyordum, hâlâ da bilemiyorum di yeceğim. Sormağa emin olun cesa ret edemedim. Okuduğu kitaplar. dan girip çıktığı derslerden de ni- yetini anlayamıyordum. Bazı günler cömertliği tutardı. Gider siyah cildli kitaplarından bi- rini satar beni tiyatroya davet e- derdi, Böyle geceler ben bilirdim ki eve dönmiyeceğiz; fotinlerimin altıma eski lâstiklerimi giyerdim... Böylece hayatımız sakin geçi « yordu. Benden pok hoşlanmazdı. Lâkin bir gün; “seni artık affet - tim; sana hak veriyorum artık se- nin gibi geveze oldum,, diye ilâve etti, Maksadını anladım. Teşekkür ettim, Maamafih kendisini teselli et - tim. Fakat dostlarım bana inanı - miz ki aşktan bahsetmekten başka gevezelik ettiği yoktu. Gevezelik demiş oldüğu hareket burdan iba - retti, bunun için çok utanırd. Ve sık sık bana derdi ki: “Ah arkadaşım sevgiden söz açıldığı zaman; sadece senin ya - rında kendimi tutamasam ne İse.. Fakat sevdiğim kızın yanında yılı- şik görünmek çok fenama gidiyor., Ben onun yılışıklık demiş olduğu harekete şaşırdım. Bü hareketi sa- dece sevdiği kizın yanında durgun olmasıydı. Bazı geceler uyumadan gözle rini - sırf benden utandığı için - yumardı, Hattâ yorganını başın - dan.aşağı çekerek ağladığını his - sederdim. Şunu da söylemeden ge- çemiyeceğim. Kendi kendine ağ - lamasını, fakat sessizce ağlamasını bilmeyenler kuru insanlardır dos larım! * ir gün büyük bir hayalin e teklerine sarılmıştım. Alçı dan bir müsabaka için model yap- makla meşguldüm. O bermutad kar yolasıma uzanmış kitap okuyordu. Bir aralık benim hararetli hara - retli çalışmamı seyre başladı. Son- ra uzandığı yerden dağrularak, e - İindeki kitabı almamı işaret etti Ve altı çizilmiş bir cümleyi oku - mamı rica etti. Göstermiş olduğu yere şöyle göz gezdirdim. Üzeri - me fena bir hal geldi, peki söyle benden ne İstiyorsun! diye yüzüne bağırdım. Ormuzlarını silkerek; #.— Sen de pekâlâ bilirsin.. Sen- den ne isteyebilirim?,, dedi. O cümle ne diyordu bilir misi- niz? “Hayalinizin kazandığı mu - vaffakıyeti kırmayınız; tahkir et- meyiniz.,, Sonra yaptığım eser müsabaka- da kazanamadı. Ve kasa içinde oda mıza geri gelen bu alçı külçesini; arkadaşım kırmak için bana yar - dım etti, m Hiç unutmyacağım. Soğuk kar - L bir geceydi, Odamızda çok şükür yakacak kadar odunumuz vardı. Ü gece sobayı gözetmek sırası bende idi. Hoş arkadaşımda da olsa yine bana düşerdi ya; çok çok tenbeldi © hiç bir işe yaramazdı. Yarardı da galiba kendi kendine hiç bir işe ya- ramayacağına kanaat getirmi işti, İşte o gece uyumak için yatak- larımıza girdiğimiz halde onun vaz geçtiğini gördüm. Mumun ışığın - da yorganının üzerine oturup; O #- na kadar hiç görmediğim bir yı - ğın kâğıdı karığırmaya (o başladı. Derken baktım yavaş yavsş ye - rinden kalktı. Sobaya doğru yürü- yordu. Sobanın kapağını açtı son - ra karyolasinın üzerinden aldığı bu kâğıtları birer birer ateşe at - mağa başladı. Meraktan çatlaya - caktım, dostlarım. Yanan küğıtla- rın alevi sobanın açış kapağından duvara vuruyordu. Ve onun gölgesinin koskoca - man kızıllıkların içinde teres- süm ettiğini görüyordum. Hatırı - ma beraber kırmış olduğumuz hey kelim geldi. Sicak odaya; kalınca örtülerime rağmen yattığım yer - de titremeğe başladım. Dişlerim bis birine çarpıyordu. Nihâyet sabre - demedim. Bağırarak yattığım yer. den fırladım. Deli misin Allahaşkı- na; diye elinde kalan son kâğıt par çasını ateşe atacağı sırada kaptım. Halime uzun uzun güldü. “Peki merak mı ettin, oku, okuman da - ba iyi. Ateşe attıklarım aşağı yu- karı buna benzer, dedi. Elimde ihtimamla tutarak mu- mumun ışığına yaklaştırdığım bu kâğıt, ne ümit ettiğim gibi herhan Ei bir cins eserin son sayfası, ne de beni tatmin edecek bir şeydi. Bi liyormusunuz; bu satırlar bir aşk mektubuydu. O zaman başımdan aşağı bir kaynar su döküldü. Uta- narak kâğıdı arkadaşıma uzattım. Halimden çok iyi anlardı. Yüzüne dağılan saf bir tebessümle tekrar okumamı rica etti. Sonra birden yüzü değişti. Gözleri dolarak yor - garı başından aşağı çekerken, “Hey kelini kırarken sana yardım etti - Zim için beni affet. Hiç olmazsa sen benim eserimin bir parçasını kurtardın. Sana karşı çok mahcu- bum,, dedi. O mektubu sabaha kadar mu - mun altında bilmem kaç kere okü- dum. Fakat emin olunuz içinde ka tiyen güzel bir şey yoktu. Hep bil diğimiz şekilde; arkadaşım tipin- de bir adamın sevgilisine yazabile- ği satırlardı. Yalnız şu var ki, bu $atırları siz veya ben yazmış ol- sam muhakkak gideceği yere git- mesini isterdik. Sözüme başlarken ne yapsanız gölgenize basamazsınız demiştim. Emin olunuz tecrübe etmiş olsanız Yine basamazsınız. Fakat görüyor. sunuz ya ben bastım (dostlarim, Gölgem de güneşin batmasiyle si lindi. Artık şu gördüğünüz karyo- Ja onun İçin boş.. Ve odada yaşa - yan heykeltraş öldü. Hayatta mek- tubunda yazdığı gibi mesut olan adam onu öldürdü. Ve rahatca o- nun yerine geçti. Çok şükür dün- ya Bailesine düşen o taşcıyı içimde öldürebildim. Şimdi ümit ettiği - mizden ziyade mesudum. Sırrıma hürmet edersiniz değil mi dostla - Tım. Artık beni yalnız bırakın bu şkşam size epeyce boşboğazlık et. tim. Görünüşüm, halim, sözlerim pe kadar çirkin değil mi? Zaten biz insanlar böyleyizdir. En büyük Yarlığımızı yine kendimize ver - işizdie.

Bu sayıdan diğer sayfalar: