26 Mayıs 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 31

26 Mayıs 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 31
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

temekten muradı, Ayhan Baran'a bir göbek takmak ve fırsat düştük- çe sundan bundan yanak aldırmak, Esat Tamer'i yan merdivenlerden sa- lona göndermek yahut sahne ışıkla- rının üstünden sallandırmak, Doğan Onat'ı sevgilisine sataştırmak, İspan- yol dansözü Esmeralda rolündeki Re- zan Avtot'u bir pigme dilberine ben- zetmek, Ayhan Aydan'ı sahnenin bir ucundan öbür ucuna sıçrata sıçrata dolaştırmak, nihayet Cevat Kurtulu- şu - ve Savni Subaşı'yı - sahneye çı- kartmaksa, bütün bunların ancak se- vimsiz birer şaka olduğunu kendisi- BAŞLAR Sebepler ne olursa olsun, bir o- peranın gerek iş tutumunda, ge- rekse icra seviyesinde gorulen ak- sama ve sallanmalar, müdürün en kısa zamanda 1ş1nden olmasına yol açmaktadır. Paris ve Viyana ope- ralarının verdiği misal — bilhassa dikkate değer. Gerek Ibert, gerek- se Böhm bir yıl bile mevkilerinde tutunamamışlardır Bir de bizim operamıza baka- lım. Dünyama sanat merkezlerin- de, opera idarecilerinin düşmesiyle neticelenen münferit sebeplere benzer dorumlar, çok daha vahim ve hem de toplu olarak, Ankara o- perasının çalışma verimini kısmak- ta, icra kalitesini tepe aşağı götür- mekte buna rağmen idareciler, si- i bir kuvvette himayes 'ndey— mişler — gibi, okunulmazlıklarını muhafaza etmektedirler. Sadece, i- çinde bulunduğumuz mevsimin son üç temsilinin Don Giovanni, La Traviata ve Satılmış Nişanlı) bir- birlerinden kötü olmaları, Devlet perası idare sisteminin 1slaha muhtaç bulunduğunu açıklamakta- dır. Türkiyenin tek opera teşek- külünün henüz muayyen bir reper- tuar politikası yoktur; ağırlık, İ- talyan operaları lehinedir ve diğer opera ekollerini sahnemizde tem- sil etmek tela belirli bir teşebbüs görülmemektedir; henüz bir Wag- ner, bir Weber, bir Gluck, bir Mu- sorgski çağımızı hakkıyle temsil eden bir opera, sahnemizde yer al- mamıştır. Türk opera bestekârlığı hiç bir teşvik görmemektedir; bu gidişte, Türk bestekârlarının ope- ra yazmaya teşebbüs edeceklerini sanmayalım; hiç bir bestekâr, tem- sü edileceğinden emin olmadan, o- pera yazmak gibi zahmetti bir işe girişemez. Bir mevsimin sonu gel- iğinde, müteakip mevsimde yapı- lacak işler bahsinde opera idaresi, halkı ve basını tam bir karanlık i- çinde bırakmaktadır. Soruyoruz: Gelecek mevsim Devlet Operası hangi eserleri sahneye koyacaktır? 1956-57 mvsiminin değişmez liste- sinin ilânıiçinzaman gelmiştir ve AKİS, 26 MAYIS 1956 ne anlatan bulunmalıydı. Bundan başka, adım atmasını beceremez gö- rünen bazı gençlerin koşuşması, ne ifade ettiği bilinmiyen — ve birbirini tutmayan kol ve bacak hareketleri yapmaları, yerlere yatmaları — bale sayılıyor, bu kargaşalığın — sorumlu- larına - Molly Lake ile Travis Kemp- koregraf adı veriliyorsa, koskoca Devlet Operası, operac ılık oynayan bir çocuk toplulugundan başka bir şey değildir Kulaklar da hırpalandı İ şin göze müteallik acıklı tarafları yanında, kulağı muhatap tutan İlhan K. MİMAROĞLU geçmek üzeredir Aksaklıklar bunlarla bitme- mektedir: opera idaresinin sanat- kârlarla olan münasebetleri, kır- gınlıklara sebep olmaktadır. Kıy- metler harcanmakta, opera kadro- sundaki en değerli sanatkârlar bağlı bulundukları müesseseden so- ğutulmakta, hattâ kurtuluş çare- sini başka memleketlerde aramaya sevkedilmektedirler. Ücret derece- lerinin tayininde büyük haksızlık- lar olmaktadır. Sanatkârların i- simlerinin, rol tevziatınşn halka i- lânı usulüne bir türlü gidilememek- tedir. İç disiplin zayıflamıştır O- pera bir sanat müdüründen mah- rumdur. Sanat muduru ile idare müdürü tefriki hâlâ yapılamamak- tadır. Yabancı memleketlerden ge- tirtilen orkestra şefi, rejisör, de- koratör, korepetitör gibi eleman- ların seçılmesınde ehliyet ve yetki aranmamakta, sıfat ve kabılıyetı olan sanatkârlar kazara angaje e- dildiği zaman bile iş görecek im- kân onlara verilmemektedir. Heinz Arnold ve Kurt Eichhorn tecrübe- leri, bunun hazin bir örneğini ver- . Temsillerde bir standard nünde tutulmamaktadır. Temsille- rin seyredilebilir ve dinlenebilir ha- le gelmesi, ancak ferdi başarılara baglı bulunmaktadır. Bir temsilin en kuvvetli ve en zayıf icrayı çıka- ran sanatkârları arasında muaz- zam fark mevcuttur. Opera livre- lerinin tercümeleri itinasız ve ede- bi değer endişesinden mahrum ola- rak yapılmakta, üstelik — eserler iki bakımından tahrif edilmek- tedir. Eskiden yapılmış zayıf ter- cümelerin yenilenmesi cihetine gi- dilmediği gibi yeni tercümeler de aynı yolu takip etmektedirler. Bütün bunlar, Devlet Operası i- dare mekanizmasının gerek sistem, gerek şahıslar bakımından gozden geçirilmesini gerektirir. Herhalde yani tayinler, daha da önemlisi yeni bir teşkilat, Devlet Operasını bu— gün içinde bulunduğu vahim bu randan kurtarmak için Zaruridir. MUSİKİ cepheleri de hiç parlak değildi. Dana uvertürün ilk notaları, geçen pazar gecesinin müzikal bakımdan hiç de hoş bir gece olmıyacağını sezdiriyor- du. Ferit Alnar'ın tempoları yavaş, atakları güvensizdi. Partisyonla mü- cadele halindeydi sanki... Bütün tem- sil boyunca "Satılmış Nişanlı", canlı havasından, o karnaval neşesinden mahrum kaldı. Alnar'ın tek başarısı sahne ile orkestra arasındaki muva- zeneyi kurmağa, çalgıların — sesleri bastırmasını önlemeğe münhasır kal- dı. Sanki koro ile de arası bozuktu. Nadiren koro ile orkestra uyuşabildi- er. Başrollerdeki sanatkârlar arasın- da ancak Ayhan Aydan övülmeğe lâ- yıktı. Sesi, yeni bir hacim ve renk kazanmıştı. Entonasyonu doğru, rit- mi sağlamdı. Kayboldu sanılan bir sopranoyu yeniden kazanmış olmakla sevinebiliriz. Ancak Ayhan Aydan'ın u rolü canlandırışı ıtıraz çekebilir. Tegannisinde aşırı bir kuvvet ve i- rade vardı. Bu tarz bir teganni, Aida veya Tosca'ya yakışabilirdi. — Fakat saf bir köylü kızı olan Marenka'ya değil.. n Onat (Jenık) hakkında ancak "fecı değildi" denebilir. Böyle bir icraya, meslek hayatının başlan— gıcında rastlasaydık, onu can ve nülden teşvik ederdik. Fakat, temsil temsil üstüne, bu tenorda bir ilerle- me gorememek bütün ümitleri kırı- yor. Pazar akşamı karşımızda gene, tekniği bir arpa boyu gelişmemiş, za- man zaman entonasyon buhranına düşen, sesini her zaman tınlatama- yan bir tenor vardı. Doğan Onat'ın malzemesi, birçok tenorumuzdan da- ha kalitelidir. Acaba ne zaman im- kânlarından hakkiyle faydalanacak? Ayhan Baran, (Kecal) oyunun- daki manasızlık yanında, tegannisine de bir kıvraklık ve hareket vereme- di. Tempoları her zamanki gibi aksı- yordu; icrasında ritm çevikliği yok- tu. Olağanüstü bir sese sahip olmak, bir şarkıcıyı büyük bir ses sanatkârı yapmaya yetmiyor. Neyse ki Ayhan Baran'ın eksiklikleri, elde edilmesi imkânsız şeylerden değil. Esat Tamer (Vasek), büyük bir fırsat kaçırdı. Bön ve ke- keme köy delikanlısı, iyi bir komed- yene kendini gosterme fırsatım sağ- layan bir roldür. Esat Tamer, hesap sız oyunu ve soyledıklerınden çoğu- nun anlaşılmasını güçleştiren bozuk telâffuzu ile bir tesir yapamadı. Dev- let Konservatuarının yeni mezunla- rından Rezan Avtot (Esmeralda), gülünç kılığı ve makyajı bir yana, yumuşak sesli, net Ve berrak tegan- nisi olan bir sopranoydu Diğer roller (Hikmet Sesar, Necdet Demir, İhsan Şenol v.s.) bozuk bir atmosferin i- çinde azami donuklukla geçiştirildi. bu defa Devlet Operasının yıkılmaya doğ- ru gittiği kanaatine varmak isteme- yenler, mevsimin sonuna vardığımız şu günlerde, "Satılmış Nişanlı" — yı görmeğe gitmesinler. 31

Bu sayıdan diğer sayfalar: