4 Aralık 1965 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 5

4 Aralık 1965 tarihli Akis Dergisi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HAFTANIN İÇİNDEN Sular Barajı Aşmaya Başlıyor "Bu seçimlerde lâfı çok edilen mukaddes mülkiyet hakkına karşı, tam da bu hakkın yaman savunu- cusu A.P. iktidara gelmişken büyük şehirlerde baş- layan tecavüzler türk toplumunu ciddiyetle düşün- dürecek vehamettedir. AKİS, seçimlerden hemen sonra, sözü çok edilen bir fotoğraf yayınlamıştı. Fo- toğrafta, bir muhteşem Cadillac'ın önünde avuç aç- mış bir dilenci görünmekteydi. AKİS, Türkiyenin dramının o Cadillac'ın sahibinin de, bu dilencinin de aynı partiye, A.P.'ye oy vermesinde olduğunu belir- tiyordu. Bu çelişmenin çatışmaları şimdiden başla- mıştır ve A.P. İktidarının, daha da endişe verici ha- diseleri yaratacağını söylemek şaşırtıcı sayılmama- lıdır. Görünen köyün kılavuz istemediği, bizim eski ve doğru bir atasözümüzdür. Bütün seçimler boyunca hiç bir mangalda kül bı- rakmamacasına konuşan A.P. Genel Başkanının bugün, sorumluluğu alır almaz sırtında bir çok ateşten göm- lek bulmasının şaşırtıcı hiç bir tarafı yoktur. Süley- man Demirel, Türkiyede bir zayıf devlet isteyen züm- relerin ideal adayı olarak iktidara gelmiştir. Gecekon- ducular bu zümrelerin sadece bir tanesidir. Bazen devletin gerçekten iyi olmamasından dolayı, ama çok zaman devlet mefhumu kendi özel menfaatlerini te- dirgin ettiği için vurguncu küçük iş adamı da, impa- ratorluk peşinde büyük iş adamı da, eski tabiriyle "düvel-i muazzama" da, yabancı sermaye çevreleri de, çarıklı erkânıharp takımına dahil köylü de, İstan- buldaki azınlıklar da hep böyle bir hevesin içinde olmuşlardır. Zayıf devlet demek, her çeşit istismara kapıları açık memleket demektir. Kanunlardan, ni- zamlardan tâviz verileceği, göz yumulacağı, pek ses çıkarılmayacağı ümidi ciddi odevletten şu veya bu haklı veya haksız sebeplerden ötürü hoşlanmayan herkesi fütursuz Süleyman Demirelin A.P.'ne itmiştir Bunların, şimdi zamanın geldiği kanısıyla hare- kete geçmeye başlamış olmaları eşyanın tabiatı ica- bıdır. Barajlar Kralı diye lanse edilen Süleyman De- mirelin barajını, coşturulan sular elbette ki aşacak- lardı. Türk toplumunun daha çok karışacağını söyle- mek, üzüntü verici de olsa, bir karamsar kehanet di- ye kabul edilmemelidir. Zayıf ve tavizci devletin tabii neticesi, karışıklıklar İçinde bir toplumdur. Böyle bir durumun tohumları, maalesef 1965 seçimlerinde ekil- miştir. Menderes devrinde, yanma bir D.P. Ocak Başka- nı alan, devlete karşı çıkabilmiştir. Bu, zayıf devlet heveslisi zümrelerin gönlünde bir iştiyak olarak kal- mıştır. 1965 seçimlerinde iştiyakların tekrar gerçek- leşeceği hayali gözlerin önüne, cazip renklerle çizil- miştir. Demirelin, kendi kafasında böyle bir imkâ- nın mevcut bulunduğuna inanmadığı muhakkaktır. Demirel, siyaset hayatında kendisini hiç bir sözüyle veya davranışıyla bağlı saymayan politikacı tipinin bir örneği olarak ortaya çıkmıştır. D.P.'nin Büyük Kongresinde inanılması imkânsız bir fütursuzlukla "Ben mason değilim" diyebilmesi, sonra da mason- 4 Aralık 1965 Metin TOKER luğu dinsizlik olarak itham edebilmesi bunun bir de- lilidir. Son, İstanbula bir de değil, iki asma köprü yapıvermek hikâyesindeki "Ne var? Biz İstanbula as- ma köprüler yapacağız dedikse, bunu bu yıl mı ya- pacağız dedik?" dönüşü, çocuk kandırma meraklıla- rının bile kolay göze alamayacakları bir cesaret İşi- Süleyman Demirel geçenlerde, Ankarada ziraatçi- lerin bir toplantısında bir konuşma yapmış. Radyo verdi. Sadece bunu dinlemek, Başbakanın meseleleri nasıl basite irca meraklısı olduğunu göstermeye yeti- yordu. Demirel Türkiyenin tarım, köy ve köylü dâva- sını bir anlatıverdi, bütün düğümlerini bir çözüverdi, bunu, mesleği ziraatçi olanlara bir izah ediverdi, doğ- rusu benim parmağım ağızımda kaldı. İster istemez 27 Mayısın Hârika Çocuğu Muzaffer Ozdağın general- lere askerlik, profesörlere eğitim ve gazetecilere ba- sın konusunda verdiği konferansları hatırladım. De- mek, insan ağızdan dolma tüfek gibi, kulaktan dolma edindiği bir takım orta okul bilgisini "memleketin meselelerine nüfuz etme" saydı mı, böyle konuşmaya başlıyor. O Hârika Çocuğa da her şey, 1960'ın mesut yazında ne kadar kolay geliyordu! "Karar verdik, icra ettik, bitti!" diyordu. "Yaptık, oldu!" diyordu. Halbuki, olan hiç bir şey yoktu. Siyaset hayatında medeni cesaret, lındığı takdirde yapılabilecek olanları söylemek, bunu söylemek için de daha önceden, yapılması memleket menfaatine bulunan şeylerle bulunmayan- ları bir iyi ayırdetmektir. Ancak o takdirde bir Baş- bakan, daha altındaki koltuğu ısınmadan sırtında ateşten gömleklerin hararetini hissetmez. iktidar a- İşte gecekondular ve işte Kıbrıs! Hani o, "ener- jik, dinamik ve haysiyetli" politika? Hani o, "gön- der jetleri, çık adaya, tutuşturuver papazı sakalın- dan" edebiyatı? İnönü Hükümetleri Kıbrısı kurtara- bilecek tek yolu Türkiyeye açmaya çalışırlarken, Demi- rel ve sözcüleri, şampiyonluğunu yaptıkları o politi- ka ve o edebiyatla bu yolu tıkamak, bu yolu itibar- sız kılmak günahının içindeydiler. Şimdi, bu günah- larının kefaretini Türkiyeye ödetmek hakkına sahip değillerdir. Türkiyeyi bir maceraya ihtiyatsızca sürük- lerlerse kendilerini affetmek hiç kimsenin kudreti dahilinde olmayacaktır. Aynı şekilde, ellerine bütün sabotaj gayretlerine rağmen hazır verilmiş bulunan kozu gereği gibi kullanamayarak bir çuval inciri ber- at etme kendilerine elbette ki ağır sorumluluk yükleyecektir. Bu, ucuz demagoji ve suçu başkasına atma çabasıyla önlenemeyecektir. Tarihte, işlerin üstesinden gelme kudretine hiç sahip olmadıkları halde mevkiin cazibesiyle gözü ka- maşmış, "yahu, dur bakayım, benim İmkânlarım ne- dir" diye düşünmeden sorumluluk kabul etmiş nice dev aynası seyircileri olmuştur ki bunlar çok zarara yol açmışlardır. Süleyman Demirel o yönde süratle ilerliyor. Ama bu, bir sürpriz sayılabilir mi?

Bu sayıdan diğer sayfalar: