25 Şubat 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

25 Şubat 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Otobüs münakaşası a - Dün dinlenen şahitler Recai Nüzhet ve avukat Nuriyi itham ettiler Recai Nüzhet ve avukat Nuri bu ithamları kabul etmediler Avukat Nazmi Nuri ile Sadi Riza arasında bir münakaşe Otobüs münakaşası etrafıridaki neş- riyat üzerine Sabur Sami, Recai Nüz- bet Baban ve dişçi Avni Bayer taraf- larından Ahmed Emin Yalman aley- hine açılan davlarla, Ahmed Emin Yalman tarafından Reca Nüzhet Ba- ban ve Avni Bayer aleyhlerine açılan ve hepsi birleştirilmiş olan davaların tevhiden rüyetine dün asliye birinci ceza mahkemesinde devam edildi. Geçen celsede verilen karar veçhi- le; Ahmed Emin Yalmana bin lira ver- diği hakkında Avni Bayerin Recai Nüzhet Babanla beraber tertib ettiği Addia olunan protestonun hakikaten uydurma bir şey olup olmadığının ve Recai Nüzhet Babanın bu protestoyu tertib için bazı kimselere müracaat ve nihayet Avni Bayeri teşvik ettiği hakkındaki iddianın doğruluğunun Şahid Zühtü, inşaat müteahhidi ol- duğunu, Ahmed Emin Yalmanla Re- cal Nüzheti tanıdığın, Avni Bayeri günü Dördüncü Vakıf Hanımın altın- daki kahvede arkadaşım İhsan ve Mustafa, Mehmed adlarında diğer iki kişi oturuyorduk. Recai Nüzhet Ba- ban saat 11 sıralarında kahveye gel- di, bana Sabri Celfli sordu. Görmedi- gimi söyledim. Bu defa bana «Senin- 16 mühim bir şey konuşacağım; diye 'başka bir masaya çağırdı. Kapıya ya- kın yerde bir masada ikimiz oturduk, Orada Recal Nüzhet «Para kazan- mak ister misin?» dedi, Tabii isterim, cevabını verdim ve «Otobüs ruhsati- yesi hakkında Ahmed Emin Yalman bir yazı yazmış, vali de cevap vermiş. 'Tan gâzetesini okursan anlarsın. Şim- di sen, müddelumumiliğe bir istida ve- rerek otobüs almak üzere müracaat ettiğini, belediyenin red ce- yabı verdiğini, bunun üzerine Ahmed Daha girerken sordu: — Misafir mi davet ettir? Başını çevirmeden, gülleri yerleştir- meğe devam ederek cevap verdi: — Hem evet hem hayır. Eski dos- tum Vaudrec kontu pazartesi akşamla- yi bizde yemek yer. Bu akşam da ge- Georges mırıldandı: — Al dedi, sana gül iu Kadın döndü, gülümsüyordu. — Teşekkür ederim. Ve kollarile dudaklarını öyle candan uzattı ki, Duroyun içi rahatladı. Kadın çocuk gibi sevinerek çiçekleri aldı. kokladı, boş kalan vazoya yer. leştirdi. Sonra manzarasına bakıp mı- rıldandı: — Çok memnun oldum doğrusul Şöminemin üstü doldu. Ve derhal, kat! bir kansatle ilâve etti: — Vaudrec çok sevimli adamdır, onunla hemen samimi olursun. Kapı çalındı. Kont gelmişti. Kendi Emin Yalmana müracaatle ruhsatiye aldırmak üzere kepdisine bin lira ver- diğini, fakat Ahmed Emin Yalmanın ruhsatiyeyi almadığını iddia edecek- 4in ve hakkında yankesicilik suçun- dan dolayı kanuni takibatta bulunul- masını istiyeceksin, Bunun için her şey hazırlanmıştır. Müddelumumili- ğin de haberi vardır. Eğer bunu yapar- san beraber gideceğimiz bir yerde sana beş yüz lira verileceği gibi, Bele- diyede veya şirketlerden birinde de 150 liralık bir vazife verilecektir, Pro- testoyu müddelumumilikten polise havale ettirince parayı alacaksın» dedi, Ben, vicdan ve karakterimin buna müsald olmadığını, binaenaleyh bu işl yapamıyacağımı söyliyerek, kendi- sine arkadaşım İhsanı tavsiye ettim. İhsan da bu teklifi kabul etmedi. Pa- zartesi günü bu işi yapabilecek bir adami getireceğini söyledi. Pazartesi sabahı biz gene kahveye geldik, İh- san böyle bir adam getirmemişti. Re- cai Nüzhet te gelmedi. Salı sabahı kahvede otururken ga- zetede bir protesto gördük. İki gün evvel Recal Nüzhet Babanın teklifini hatırladık ve bunun Ahmed Emin Yal- man aleyhine tertib edilmiş bir şey olduğunu anladık. Arkadaşım İhsanla' beraber 'Tan gazetesine gittik. Ahmed Emin Yalmanı bulamadık. Eski tanı- dığım ve diğer bir gazelede idare me- muru olan Kâzıme giderek vaziyeti anlattık, O da, viedanımız nasıl em- rediyorsa o yolda hareket etmemizi tavsiye etti. Oradan tekrar Tan gaze- tesine geldik, İdare memuru Halil Lüt- fi vasılasile Ahmed Emin Yalmanla görüşüp vaziyeti anlattık. Recai Nüzhet — Zühtü ile İhsan 'Tan gazetesine gittikleri zaman Ha- MI Lâtfi kendilerine kaç para vermiş? Bunu #ordurunuz. Zühtü — Bize hiçbir para teklif edilmiş ve verilmiş değildir. Bu söyle- diklerim, yeminle verdiğim ifadelerdir. İkinci şahidin ifadesi Diğer şahid kuru yemişçi İhsan da, Recai Nüzhet Babanın kahvedeki tek- Mifini yukarıda yazdığımız şekilde an- lattıktan sonra dedi ki: (Deyamı on üçüncü sahifede) evine girermiş gibi rahat rahat girdi. Genç kadının parmaklarını öptükten sonra Duroya arkadaşça elini uzattı, sordu: — Nasılsınız azizim Duroy? Eskisi gibi soğuk değildi, vaziyetin değiştiğini ihsas ettiriyordu. Hayret eden gazeteci, konta karşı nazik dav- Tanmağa çalışıyordu. Onları beş daki- ka sonra gören on senedir sevişen iki ahbap sanabilirdi. Gözlerinin içi gülen Madeleine: — Sizi yalnız bırakıyorum, dedi, mutfakta işim var, ğ Odadan çıktı. İki adam arkasından ; baktılar. ayni fikirdeydiler, bu fikir beraberli- Ü aralarında pek çabuk bir dostluk yarattı. Yemek çok samimi, çok güzei geçti; kont geç vakte kadar oturdu; bu yeni evliler arasında, kendini kendi evinde hissediyordu, Kont gittikten sonra Madeleine Ko- * casına; — Sevimli adam değil mi? dedi... İyi, emin, sadık güvenilir bir dosttur, O olmasa. », Maki Tren toprağa yapışmış iri bir kırk- ayak gibi bayır demiyor, çayır demi- yor, habire gidiyor. ufku çerçevele- yen mor dağlar elele vermiş, hora teper gibi etrafı- muzda fir dönü- yorlar.. Yol ke- narındaki meşe ağaçları o geriye doğru yuvarla- mp gidiyorlar. Katarın kâh s0- luna, kâh sağı- na geçen telgraf direkleri incecik tel kollarile biribiri- ne tutunmuşlar, acaib bir korkuluk gibi demiryolu boyunca uzanıyorlar... Sıcak, bunaltıcı bir yaz akşamı, İnsan yalnız kendinin değil, üstünde- ki çamaşırlarının bile terlediğini sanı- yor. Seririlemek için herkes bir çare- ye başvuruyor, ayaklarını vagon pen- cerelerinden sarkıtanlar bile var!.. Öğledenberi süren yolculuk bir çok- larımızı canciğer dost yaptı. Bir köşe- de bir darülfünun talebesi yanındaki babriyelilere müderrislerden derd ya- nıyor. Bir köşede iki orta yaşlı adam kanepenin üstüne kurdukları çilingir s#ofrasma kapanmışlar, gençliklerin- deki sevgililerin kiraz dudaklarını yapmağa çalışıyor- kadehlere meze lar! Bir köşede de yaşlı bir koca ile genç bir kadın. Biçare ihtiyar, karısının sık sık bahriyeliler tarafına kayan gözlerini kendi yüzünde toplamak e için öğledenberi ş çene o çalıyor. Yapmadığı ma rifetler, hokka- bazlıklar kalma- « o ceye doğru koşu- yoruz. Pencerelerden içeriye yangın kokusuna benziyen kızgın ve kavruk bir toprak kokusu doluyor... Her taraf kıpkırmızı. Bedbin politika adamları gibi her şeyi. her yeri kan renginde görüyoruz!.. Hafif bir sirajı döndükten sonra tren bir gölün kenarında yol almıya am etmedi, Georges: — Evet, dedi, Hoşuma gitti. Arka- daş olabilceeğimizi sanıyorum. Kadın: — Bu gece yatmadan evvel çalışa dedi. Yemekten evvel söyleme- ğe vakit bulamadım, Vaudrec hemen : geldi. Fastan İena haberler aldım. Müstakbel nazır, mebus Laroche-Mat- hieu girdi. Uzun, heyecanlı bir ma kale yazmamız lâzım, Hâdiselerle ra kamlar bende, Hemen işe koyulalım, Sen lâmbayı al. Duroy lâmbayi aldı, yazı odasına geçtiler. yarı başladı. Gökyüzüne ayna tutulmuş gibi batının bütün renkleri birden yere indi.. Gölün üstünde bir tek ki- rışık yok. Ördek sürüleri bile bu eri- miş ateşe benziyen sulara dokunup yanmak korkusile hep yükseklerden uçuyorlar.. Karşı kıyılardan göle dü- gen akisler süzüle süzüle tâ yanımıza kadar geliyor... Bütün ağırlığına ve sıcaklığına rağ- men emsalsiz bir akşam. Karanfil, zambak gibi bazı çiçek kokuları vardır ki insanda yemek işti- İ hası uyandırır! Akşamın bu renkleri | de ruhtan ziyade midede galeyanlar yapıyor.. İnsan, dev gibi kocaman bir dili olup, nefis bir gül reçelini an- dıran bu kırmızı suları sömüremedi- | dağlar, bayırlar aşan tren, ku- yumcu > Vitrini seyreden kadın- lar gibi, gölün kenarına gelince yavaşladı. Tekerleklerin marş temposunu andıran sesi ağır bir vals temposuna Bu tempo da ağırlaştı ve biten bir senfoninin son sesleri gibi uzana, ezi- le sustu. 'Tren durmuştu, Etraf derin, kulak- Jarı sağır eden bir sessizlik içinde, uykulu, Yalmz yerinde sayan ayaklar gibi lokomotifin patpatları duyuluyor... * Herkes ewwelâ biribirine, pencerelerden dışarıya bakıyor: «— Burada istasyon da yok ama neden durduk?..» Acaba bir kaza m2.» «-- Yok canım, öyle olsa zınk diye dururduk!..» «— Belki de makine de bir bozuk- Yuk! «— Olabilir ama, baksana makine maşallah saat gibi işliyor!» «— Peki ne?.» «— Vallahi bilmemi!..» Vagonlardan şesler yükseliyor.. Ka- pılar açılıp kapanıyor.. Katarın iki yanında koşuşmalar, sessizlik içinde büsbütün acayibleşen konuşmalar oluyor. Bu arada ihtiyar kocanın karısı. 'bahriyelilerin penceresine koşuyor, onlarla konuşmuya fırsat buluyor!., ranlâr şöyle bir dışarıya bakıp mev- klin iâtafeti şerefine birer tek daha yuvarhyorlar!.. Müderrislerden şikâyet eden darüi- fünunlu ile beraber vagondan aşağı atlıyoruz. Gözleri merakla, büyümüş Kütüphanede ayni kitaplar, kütüp- hanenin üstünde de Forestier'nin Ju- an körfezinden âldığı vazolar duru- yordu. Du Roy kalemi aldı. Madeleine şömineye dayandı. Bir cigara yaktı, haberleri anlattı, fikirle- Tini söyledi, yazmak istediği makale- nin plânını çizdi. Duroy dikkatle dinliyordu. Eadın sözünü bitirdikten sonra Duroy yüz- mağd başladı. Fakat makaleye kolay kolay giremez, kelimeleri bulamazdı. Bunun üzerine kadın sokuldu, omuzu” sonra “| ma eğildi, kulağına fıslamağa başladı. Arada sırada tereddüd ediyor, sorü- yordu: — Bunu mu söylemek istiyordun? — Evet, evet. Makale bitince Georges hızlı sesle okudu. İkisi de pek beğendiler. Du Roy lâmbayı aldı, gözleri parlıyarak: — Artık ninni! dedi. — Madem ki yolu aydınlatıyorsun, önden yürü üstadım! öteki yolcular gibi biz de lokomotife doğru koşuyoruz.. yerler devedikenle- | riile dolu.. hoyrat âşıklar gibi bacak- Jarımızı kıyasıya çimdikliyorlar! Gök, gölün altın suları üstünde ka- Jaysız, bakır bir tas gibi!.. Etraf perde perde sisleniyor. Herkes miyoplar gi“ bi dikkatle önüne bakarak yürüyor. Lokomotifin ya- mına varıyoruz. koca makine ba şma toplananlar karşısında lâkayd ve kaygısız!. Yak- niz içten içe fsı dayıp o bacasın- dan duman s& Yuruyor!,, Bu güzel manzara karşısında o, n€- fis bir tabloya bakan bir fil kadar kaba ve mânasız!,, Memur, yolcu, herkes makinisti 80- ruyor, Makinist ortada yok!.. 'Tahminler, fikirler, mütalealar biribirini kovalıyor. Her kafadan bir ses.. Herkes bir tarafa saldırıyor, ma- kinisti arıyoruz!.. Beş dakika, on dakika, on beş... Der“ ken kuyudan gelir gibi bir ses: «— Makinist... Makinist!.. Makinist burada!..» . Arılar gibi uğuldıyarak hepimiz se- sin geldiği tarafa koşuyoruz... İşte makinist!.. Üstü başı, yüzü, gözü yağlı, kıvır- Cık saçları çarpık kasketinin altından fışkırmış bir delikanlı, suyun kena- rına bağdaş kur- muş, kirli par- maklarının ara» sındaki boyalı ka- lemleri kucağın- daki kâğıdın üs- nirli dolaştırıyor!. Kâğidın üs tündeki renkler, alaca karanlıkta pek iyi seçilemiyor ama tıpkisı tıpkısına gölün renkleri- ne benziyor. İşte ufuktaki mor dağ- lar. İşte İsveç hareketi yapar gibi kollarımı yukarıya, belini yana bük- müş ağaç!.. İşte batıda asılı duran bulut!.. Hepsi de etraftan alınmış Aâkisler!.. Bu temaşa iki dakika bile sürmü- yor, trenin şefi delikanlının yakasına sarılıyor: «— Hayri efendi, nedir bu yaptığın Allah aşkma?..» Başka bir ses ilâve ediyor: «— Kırdığı ceviz kırkı aştı!. Bu adamı artık direktöre şikâyet edip kovdurmaktan gayri çare yok!..» (Arkası var) Ondan sonra gazetede, kabineye Us“ taca hücumlar başladı. Kâh ciddi, kâh mizahi fakat her seferinde doğru ve hâdiseler beslenmiş makaleler emi niyetle vuruyor ve herkesi hayrette bırakiyordu. Bütün gazeteler la Vie FPrançaise'den bahsediyorlar, makale- lerden uzun parçalar . alıyorlar, bu meçhul düşmanın ağzını kapatmak çarelerini arıyorlardı. Du Roy, siyasi gruplarda meşhur oluyordu. Şapka çıkarılışlardan, elini sıkmalarından ehemmiyetinin artti ğını hissediyordu. Hergün, her saat salonunda bi? Ayan, bir mebus, bir hâkim, bir gene- ral buluyordu, bütün bu insanlar Madeleine ile kırk yıllık dost gibi, sa milmi konuşuyorlardı, Bütün bu in- sanları nasıl tanımıştı? Salonlarda di yordu. İyi anma onların itimadıni, dostluğunu nasıl kazanmıştı? Bunu anl — Yaman bir diplomat olacak! di- yordu. Akşam yemeklerine, çok kere geç€ kalıyor, soluk soluğa, yüzü kızarmı$, titreye titreye geliyor ve şapkasını çi karmadan: — Bugün dolu geldim, diyordu. Ad“ iye nazırı bugün, muhtelif komisyon” larda çalışmış olanlardan iki kişiyi hâkim tayin etti. Öyle bir tepeden in#” ceğiz ki, ömrü oldukça unutamıyacak (arkası var),

Bu sayıdan diğer sayfalar: